PKK yöneticilerinin aptal adamlar olduğunu düşünmek çok aptalca olur.

Akıllı adamlar.

Uzun yılların da tecrübelerine sahipler.

Öcalan, “Barış Konseyi için” devletle anlaştığını açıkladığı sırada iki askerin kaçırılmasının ve ardından Silvan baskınının yaşanmasının siyasi, askerî, sosyal birçok gelişmeye yol açacağını biliyorlar.

Aynı şekilde, alelacele “demokratik özerklik” ilan eden DTK yöneticileri akıllı ve tecrübeli insanlar.

Onlar da olacakları biliyorlar.

Hepsi, bu hamlelerin, devletle müzakereleri sürdüren ve birçok konuda anlaşmaya varan PKK’nın önderi Öcalan’ı itibarsızlaştıracağının, önemini yok edeceğinin, onu “muhataplık” konumundan çıkartacağının ve İmralı’ya gömeceğinin de bilincindeler.

Bilerek ve bilinçli bir şekilde Öcalan’ı “itibarsız bir mahkûm” olarak hayatının sonuna kadar bir hücreye kapatacak bir gelişmeyi gerçekleştiriyorlar.

Neden böyle yaptıklarını bilmek çok mümkün değil.

Çözüm istemediklerini, çatışmayı kışkırtmayı amaçladıklarını ve çözüme yaklaşan kim olursa olsun, bu “önderleri” bile olsa onu devreden çıkarmayı amaçladıklarını görebiliyorsunuz ama bunun nedenlerini bulamıyorsunuz.

Şimdi asıl önemli olan, Öcalan’ın kendisini devreden çıkartmayı hedefleyen bu “darbeye” nasıl cevap vereceği.

Ya da cevap verip vermeyeceği.

Bunu da şu anda bilebilmemiz mümkün değil.

Benim görebildiğim kadarıyla, olaylar bugüne kadar yaşananlardan farklı bir biçimde Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkileri, çelişkileri, çatışmaları ön plana çıkartıyor.

PKK lideri Öcalan’ın “resmî muhatap” olarak kabul edildiği, “Barış Konseyi” konusunda anlaşmaya varıldığı, diğer birçok konunun çözümüne yaklaşıldığı, Kürtlere hayatı zehir eden JİTEM’den, Ergenekon’dan, darbeci generallerden hesap sorulduğu, Kürt halkının uğradığı haksızlıklara son verecek bir anayasanın hazırlanma aşamasına geldiği, yerel yönetimlerin özerkliğinin bu anayasaya da konulmasının tartışıldığı bir dönemde, bütün bunları yok edebilecek işlerin niye yapıldığını sorgulamak herkesten önce Kürt halkına düşüyor.

Bir BDP milletvekilinin, “AKP ve CHP’nin daha cesur davranması gerektiğini” belirten sözlerini okudum.

Cesaret, sadece Türk siyasetçilere gerekli bir haslet midir?

Kürt siyasetçilerinin cesur olmaya ihtiyacı yok mudur?

PKK’ya, “Öcalan anlaşmaya vardığı sırada niye iki askeri kaçırdınız, iki uzman çavuşu sokak ortasında niye vurdunuz” diye soracak cesareti gösteremeyen Kürt politikacıları bence ona buna “cesaret” dersi vermekten vazgeçsinler.

Anladık devletten, askerden, polisten, hapisten korkmuyorlar, “rakiple” mücadelede çok cesurlar ama kendi içlerinde ağızlarını bile açamıyorlar.

Bugün cesaret, “karşıdakilerle” mücadelede değil, özellikle “kendisinden” olanla mücadelede gerekli, Türk politikacılar asıl cesareti “ordudan hesap sorarak” gösteriyorlar, ben daha PKK’ya karşı aynı cesareti gösteren bir BDP’li siyasetçi görmedim.

Bizim gazete, ordunun içindeki “darbecileri”, ordunun yaptığı şikeleri ortaya koyduğunda Türk ulusalcıları “Orduyu yıpratıyorlar” diye bağırıyorlardı, “Şeriat istiyorlar” diye kükrüyorlardı, “Bunlar AKP’li” diyorlardı, ordunun asla hata yapmadığını savunuyorlardı, bugün PKK’yı eleştirdiğimizde de benzer tepkileri alıyoruz.

PKK hiç hata yapmıyor mu?

Bence çok ciddi hatalar yapıyor.

Öcalan’ın yürüttüğü müzakereleri baltalaması PKK’nın yaptığı en büyük hatalardan biri.

Bunun bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.

Bu aşamada benim ya da herhangi bir Türk’ün PKK’yı eleştirmesinin, hata yaptığını söylemesinin çok fazla bir kıymeti yok, “ırk” ne yazık ki “fikrin” önüne geçti, “PKK’nın hata yaptığını” kabul etmektense, istisnasız bütün Türklerin art niyetli ve düşman olduğunu kabul etmeye yatkın çok Kürt var.

Onun için bu konuda asıl konuşması gerekenler Kürtler.

Öcalan’ın müzakereleri resmen sürdürdüğü ve “Kürt tarihinin en büyük anlaşmalarından birini yapmaya hazırlandığını” söylediği sırada bu müzakerelerin torpillenmesinin Kürt halkının çıkarına olduğuna, Kürt halkının geleceğinin silahların asla susmamasıyla aydınlanacağına, savaşın sürmesinin Kürt halkına yarar sağlayacağına inanıyorlarsa, yapılanları desteklerler.

Yok, ortak geleceğimizin müzakerelerle, anlaşmalarla, yeni bir anayasayla, eşitlikle çözüleceğine inanıyorlarsa, bu yoldaki gelişmeleri baltalayanları eleştirirler.


“Halkların kendi kaderini belirleme hakkı”
denen şey...

Halkların özgürce konuşabilmesidir öncelikle.

Onların susup, sadece silahlıların konuşması değil.


[email protected]