DİYARBAKIR - Nevruz mitinginde Abdullah Öcalan’ın mesajının okunmasından sonra meydandan ayrıldım ve anayola çıkmak için yaşlı, kadın, çoluk, çocuk binlerce insanın arasında engebeli bir arazide neredeyse yarım saate yakın yürüdüm.

Çıplak araziden ana caddeye çıkan bir ara yola ulaştığımız sırada, tanıyarak arabasına davet eden bir sürücü beni daha fazla yürüme zahmetinden kurtardı.
Sürücü, 40 yaşında Engin Türk adında emlakçılıkla uğraşan bir Kürt vatandaş. AKP teşkilatında aktif görev alan biri olarak Nevruz kutlamasına ve Öcalan’ın mesajını dinlemeye gelmiş. Duygulu bir ruh hali içinde şöyle dedi: “Biraz önce Öcalan’ın mesajlarını dinlerken bugüne kadar ölen hem askerlere hem de gerillalara çok üzüldüm...”
Tunceli’de geçen yıl askerin düzenlediği bir operasyonda PKK dağ kadrosunda olan amcasının oğlu Misbah Kızıler’in ölümü onu özellikle etkilemişti. “18 yıldır dağdaydı, benim yaşıtımdı. Bu insanlar boşuna öldüler. Keşke bu kadar insan ölmeseydi” diye ekledi.
Türk, Öcalan’ın mitinge gönderdiği mesajı “olumlu ve yumuşak” bulmuştu. “Hem Türkler hem de Kürtler için barışçı bir mesaj oldu” diye konuştu. Arabanın ön koltuğunda yanında oturan BDP’li arkadaşı Abdülkadir Tanrıverdi de sohbete katıldı: “Bu mesajlardan sonra işler iyiye giderse, artık silahlar susar.”
http://preview.hurriyet.com.tr/preview/image.aspx?picid=19617201 
Bu değerlendirmeler, galiba dün Bağlar semtindeki uçsuz bucaksız miting meydanına hâkim olan ruh halini de önemli ölçüde yansıtıyordu. Dünkü Nevruz kutlaması, herhalde Diyarbakır tarihinin gördüğü en kalabalık mitinglerden biriydi, belki de en kalabalık olandı. Oturduğumuz protokol tribününden çevreye bakıldığında sadece bir insan seli görülüyordu.
Ve bu etkinliğin baş aktörü, gerek meydanı süsleyen bayrak ve posterlerdeki fotoğraflarıyla, gerek kürsünün arkasındaki yansıda sesli görüntüsüyle verilen eski bir konuşmasıyla, gerek atılan sloganlarla ve gerek gönderdiği mektupla İmralı’dan Türklere ve Kürtlere seslenen  Abdullah Öcalan’dı.
Dünkü Nevruz, Öcalan’ın Kürt siyasi hareketinin belirleyici lideri olduğunu bütün çıplaklığıyla hem Türk kamuoyuna hem de dünyaya tescil etmiş oldu. Bu, aslında başından beri geçerli olan bir durum. Ancak dünkü mesajlarla birlikte, galiba Öcalan’ın bu statüsünün meşrulaşması yönünde  önemli bir eşik geçilmiş oldu.  

Öcalan’ın dün verdiği mesajlarla 30 yıldır sürmekte olan çatışmanın seyrinde de ciddi bir yön değişikliği gerçekleşti. Verdiği bir talimatla 15 Ağustos 1984 tarihinde Eruh’a PKK saldırısını düzenleyerek Türkiye’ye karşı silahlı çatışmayı başlatan Öcalan, yaklaşık 30 yıl sonra dün “Artık silahlar sussun noktasına geldik” diyerek, “silahlarla değil fikirlerle, siyasetle yeni bir başlangıç yapacaklarını” açıkladı. Dünkü Nevruz’u bu tarihsel çerçeve içinde görmek gerekir. Artık bu meselede barışçı bir yazılımın öne çıktığı yeni bir evreye girdik.
Ayrıca, dünkü mektubunda Kürtler kadar Türklere de seslenmeye önem veren, onları da ikna etme çabasına girişmiş, “helalleşelim” çağrısında bulunan değişik bir Öcalan kimliği vardı.

İlginçtir ki, Öcalan’ın konuşmasına bakıldığında, verdiği mesajların  önemli bir bölümünün aslında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son haftalardaki bazı açıklamalarıyla büyük ölçüde örtüşmesi dikkat çekti. Kullanılan kavramlarda, işlenen temalarda önemli benzerlikler vardı, TBMM’nin kuruluşundaki ruh, Çanakkale Savaşı ve kadim kardeşlik hukuku gibi... Bu durum, İmralı’da aylardır devam eden müzakerelerde aslında bazı ortak temaların olgunlaştırıldığına ve çözüm sürecinin atmosferini, psikolojisini hazırlamak açısından bu temaların önümüzdeki günlerde sıkça vurgulanacağına işaret ediyor.
Bölgenin köklü değişikliklere doğru yol aldığı bir dönemde, Öcalan’ın Türkler ve Kürtleri “Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü” olarak nitelendirmesi mektubunun bir diğer önemli yönüdür. Belli ki, ortaya çıkacak bu işbirliğini Ortadoğu’nun güç denkleminde önemli bir eksen olarak görüyor Öcalan.
Ancak bu işbirliğinin, öncelikle içte Kürt sorununun çözümünde ve yeni anayasada sınanması gerekiyor. Öcalan, bu bağlamda Türkleri “yeni bir modeli” birlikte oluşturmaya davet etti. Bu, kuşkusuz Kürt siyasi hareketinin kendisini eşit ortak olarak tescil ettirmek istediği yeni bir Türkiye anlamına geliyor. Yeni dönemin en kritik meselesi, Türkiye’nin bütününde bu yönde bir mutabakatın nasıl şekilleneceği sorusudur.
Her halükârda İmralı süreciyle girilen barış arayışının Öcalan’ın dünkü mesajlarıyla birlikte artık kolay kolay geri çevrilemeyecek bir ivme kazandığını söylemek mümkündür.