Haber: *ALİ HAYDAR FIRAT / Arşivi

AKP cephesinde topluma kabul ettirilmeye çalışılan temel tezlerden ve ‘bir büyük mücadele’ anlatılarından biri bu partinin vesayete son verdiği ve toplumun önünü açtığıdır. Bu aslında sağın, onun yerleşik pratiklerinin, ulusal ve uluslar arası destekçilerinin yeniden üretilmesinden, re-organize edilmesiden öte bir gerçekliğe denk düşmezken bu konuda Türkiye solu ve aydınları gerekli çözümlemeleri yapamamış ve bu ideolojik yenilenme ve mevzilenmeye karşı ciddi bir karşı örgütlü eleştiri oluşturamamışlardır. Bu konuyu detaylandırmakta fayda var

I.

Türkiye’de askerin konumlandırılışından kaynaklı bir tür yanlış bilinç durumu AKP’nin emperyal güçler ( ABD ve müttefikleri) denetiminde orduyu yeniden revize etmesini bir ‘yenilgi’ ve AKP’nin ‘zaferi’ olarak algıladı. Oysa gerek Türkiye’deki darbe süreçlerine bakıldığında gerekse ordunun ülke sorunları konusundaki pozisyon alışı çözümlendiğinde aslında ordunun süregelen vesayetin parçalarından biri olmasının ötesinde bir aygıt olmadığı görülecektir. Kimilerinin ‘laik düzenin koruyucusu’ olarak tanımladığı ordu aslında bu tanımla kendisine ciddi bir alan açıyor diğer yandan da meşruiyet kazanıyordu. Bu üretilen imajın gerçekçi olmadığı herhalde artık görülmüştür. Kendisini ordu ile aynı çerçeve içinde görenlerin AKP dönemindeki restorasyonda yaşadıkları düş kırıklığı aslında onların ana aktörleri ve süreçleri iyi okuyamamalarından kaynaklanmaktadır.

II.

En genel tanımıyla vesayet; iktidarın, denetimi ve yönlendirilmesinin, korunup kollanmasının, halk tarafından değil belli kurum ya da yapılar tarafından gerçekleştirildiği rejimdir. Şeklen bir demokrasinin olduğu ancak anti-demokratik süreç ve mekanizmaların karar almada etkin oldukları bu düzen; toplumsal oydaşma ya da uzlaşma ekseninde değil, güç dengeleri üzerine kuruludur. Bu tür rejimler zaman zaman aktörlerini, oyuncularını değiştirirler ancak temel politikalarında bir değişikliğe gitmezler. Bu süreçleri de propagandist bir yaklaşımla bir ‘yenilik ve değişim’ olarak kodlarlar. AKP bunun en güzel örneğidir.

III.

AKP, hem Türkiye’deki sağı hem de onun vesayetinin temel ‘ideolojik aygıtlarından’ olan orduyu emperyal güçler destekli bir restorasyona tabi tutmuştur. 1990’larda yıpranan Türkiye’deki vesayet rejimi (sağ ve ordu) 2000’lerde farklı bir biçimde yeniden yapılandırılmıştır. AKP bu yeniden yapılandırmanın ürünüdür, aktörü değildir. Gerek ekonomik krizler gerekse Kürt Siyasal Hareketinin ulaştığı düzey gerekse de Orta Doğu’da değişen ve gelişen yeni denge ve süreçler ‘eski sağ’ ve ‘eski ordu’ tarafından anlaşılamadı, toplumsallaştırılamadı ve de taşınamadı. Türkiye’deki bu kriz haline müdahale etmek ve aktörleri restorasyona tabi tutarak uzun yıllardan beri sürdürüle gelen politik hattın devamı için bir zorunluluktu. Emperyal vesayet ve onun temel politikaları artık kendisini taşıyamayan ‘eski sağ’ ve ‘eski ordu’yu tasfiye etti.

IV.

Vesayet daha çok idari bir kavramsallaştırma olsa da aslında bütünsel bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Türkiye’de vesayete ilişkin ekonomi-politik ve emperyal bir çözümleme yapılmadığı için AKP ile yaratılan bu restorasyon bir çeşit kırılma ve kopma olarak tanımlandı. Oysa ana akım politika ve süreçlere bakıldığında Türkiye’nin NATO eksenindeki konumu ile emperyal-kapitalist sistem içinde kendisinde verilen rollerde bir değişim yaşanmamıştır. AKP’nin de böyle bir derdi ve niyeti olmadığı gibi temel derdi, egemenlerin rolünü en iyi kendisinin yerine getirdiğini sürekli bir biçimde ispat etmektir.

V.

Bir vesayetin sürüp sürmediğini anlamak için uygulanan politikalara bakmak gerekmektedir. Türkiye ne ekonomi de, ne siyasette, ne dış politikada yeni bir hattın içine girmemiştir. Sadece söylemsel ve aktörel bir yenilenme yaşanmıştır. Egemenlerin ekonomide, siyasette ve dış politikada belirlediği sınırlara sürekli bir biçimde riayet edilmiştir. İçeride alabildiğine özelleştirme, talan, yağma, taşeronlaştırma, sigortasız, sendikasız, güvencesiz çalıştırma, işsizlik, yoksulluk, yoksunluk yaşanırken; dışarıda da egemenlerin sübvanse ettiği politikalardan en ufak bir uzaklaşma yaşanmamaktadır. Dış politikada emperyal güçlerin biçimlendirdiği Orta Doğu’da taşeron olma çabası can havliyle sürdürülürken vesayet rejiminde bir değişimden söz edilemez.

VI.

Vesayetin sürüp sürmediğini anlamanın bir diğer göstergesi ise Gramsciyen anlamda tanımlayacak olursak dönemin organik aydınlarının tavrıdır. Bu aydın tipolojisi aslında egemen vesayet düzeninin tarafıdır. Söz konusu aydınlar daha önce DP’den ANAP ve DYP’ye kadar bütün sağ parti ve yapıları desteklemişse ve bugün de AKP’ye aynı candan desteği veriyorsa vesayet bitmemiştir, yenilenmiştir ve devam etmektedir demektir.

VII.

Demek ki Türkiye’de solun AKP’nin yarattığı ‘vesayet rejimine son verdik’ heyulasına karşı çok ciddi örgütsel bir karşı eleştiri geliştirmesi ve bunu toplumun bütün katmanlarına anlatması gerekmektedir. Türkiye’de asıl egemen vesayetin sürdüğü ve sadece aktörel düzeyde bir revizyonun yaşandığını tüm detayları ile halkın önüne koymak gerekmektedir.

Türkiye’de solun bir türlü geliştiremediği örgütsel iletişim ve imaj çalışmasını ciddiye almak ve bu alandaki imkanlardan yararlanmak gerekmektedir. İmaj inşa etme ve yıkma konusunda sol ciddi bir çabanın içine girerse ve bunun araçlarını oluşturup iletilerini örgütsel bir iletişim mekanizması ile dolaşıma sokarsa halkımız herkesin yüzündeki maskeyi görür ve gerçek vesayetin nasıl sonlandırılacağını anlar. AKP ve sağın anlattığı bu masal da sona erer.

*Dr. Ali Haydar Fırat, siyaset bilimci