Konuk yazar: Şenal Sarıhan - Av., CHP Ankara Milletvekili

Cumhurbaşkanı, sistemli olarak Türkiye’nin gündemini belirliyor. Yaptığı her konuşma, Ülkemizin içinde bulunduğu yoğun ve acılı ortamın can yakan sorunlarını unutturarak, onun söylemleri üzerinde oyalanmamıza neden oluyor. Konuşmaları hedefsiz de değil. Son olarak, “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden kadınların “ yarım, eksik hatta insanlıktan çıkmış olduğu” sözleri ile kadınları hedef alarak, bu konu üzerinden bir gündem oluşturdu. Özünde Cumhurbaşkanı, bu söyleminden önce “Kadın ve erkek eşit değildir” sözleri ile kadınlara yönelik anlayışını açıkça ifade etmiş, onları “Üç çocuk doğurmaya” davet ederek, kadının, annelik göreviyle yetinerek, toplumsal yaşamın dışına mahkum edilmesi gerektiği yolundaki düşüncelerini defalarca yinelemişti. Bu kez bir adım daha ileri giderek, “ anne olmayanın, insan da olmadığı” iddiasında bulundu. Bu iddiada “ Rabbim öyle istiyor.” diyerek, dini, siyasi propaganda malzemesi olarak kullandı.

Cumhurbaşkanının bu açıklamasında iki önemli nokta bulunuyor: Bunlardan ilki çocuk sahibi olmayan kadınların yarım, eksik, hatta insan olmadığı savıdır. Bu anlayış, kadını salt bir kuluçka makinası gibi gören, onun tam bir insan oluşunda, dolayısı ile de insan hakları üzerinde hiçbir fikri olmayan kavrayışın sergilenmesidir. Anne olmayı herhangi bir nedenle tercih etmeyen, sağlık sorunları nedeni ile çocuk sahibi olamayan ya da eşi olan erkeğin sağlık sorunlarından ötürü çocuğu olmamış ya da hiç evlenmemiş olan kadınlar, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “insan dahi olmayan” grubunu teşkil etmektedir. Bu nedenle, bu grubun “yurttaş ya da seçmen olarak “ bir değerleri de bulunmamaktadır. Bu sözlerle onlara hakaret de edilemez. Söz, insan içindir, çocuksuz kadın, “insan” değilse, sözden etkilenecek bir varlık da yoktur! Peki, halkın % 50 sinin oyunu alan bu muktedirin, seçmenlerinin yarısını kadınlar oluşturduğuna göre % 25’ in bu hakaret karşısında susmamaları gerekmez mİ?



Gelelim diğer noktaya? Cumhurbaşkanı ne yapıyor? Çağ dışı olan bu nitelemelerine dini referanslar ekleyerek, toplumda her alanda yaptığı ayrıştırmayı, bu kez de kadınlar arasında, onları islam anlayışını savunan kadınlar ile laik ve çağdaş anlayışları savunan kadınlar olarak ikiye bölerek sürdürmüyor mu? Bu konuşmaları yaptığı kuruluşlarının KADEM ve TURGEV oluşu bir rastlantı mı? Yapılmak istenen açıkça kadın alanında çalışan kuruluşları ikiye bölmek ve yandaş kuruluşlar üzerinden kendi ideolojisini dayatmak değil mi?

Bu söyleme karşı kadın hareketinin iktidarda olanlara şunu sorması gerekiyor? 2016 yılı Şubat ayında açıklanan TÜİK verilerine göre 15-64 yaş grubu arasında işgücüne katılım, Erkeklerde %76.4 iken, kadınlarda % 34.7, istihdam oranı ise Erkeklerde % 68.6 iken, kadınlarda %30.2, genç kadın işsizliği%24.4… Anayasasının 10. Maddesinde yasa önünde eşitlikten, 48 ve 49. Maddelerinde Çalışma Hakkı ve Sözleşme özgürlüğü, çalışma hakkı ve ödevinden bahseden bir ülkede, kadınlar isteseler de çalışma yaşamında eşitliği yakalayamıyorlar. Korkarım, Cumhurbaşkanı, 1943’lerde İtalya muktedirlerinin söylediği şu anlayışa sahip: ”Günümüzde işsizliğin iki nedeni vardır: Kadın ve Makinalar”.

Bu anlayışla nereye kadar gidilir? Kadınları eve kapatalım. Çocuklar doğursunlar. Sonra o çocukların kız olanlarını yeniden çocuk üretmekle görevlendirelim, üremeyenleri toprağa gömelim, erkekler de makinalar yerine koşulsun. Esnek çalışma , kiralık işçi düzenini boş yere mi yasalaştırdık? Yeni bir kölelik düzeni için çok çocuk olsun. Nasılsa bir kısmı yoksulluktan, bir kısmı bakımsızlıktan, bir kısmı da çatışma bölgelerindeki kargaşadan yok olurlar. Kalanlar, hizmet için yeterlidir!

Şimdi oturup düşünelim. Salt biz miyiz hedefteki? Doğacak çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor? Amaç, yalnızca kadın cinsini aşağılamak mı? Bugün kadınlar, dün olduğu gibi toplumsal sorunlara en duyarlı kesim arasında, hatta en önünde duruyorlar. Can alıcı sorunlarla boğuştuğumuz bu günlerde, kadınlığı aşağılayarak ya da kadın gücünü parçalayarak sürdürülen bu politika, onları, kendi kadınlık durumları üzerinden türetilmiş, yapay gündemlerle meşgul olmaya yönelterek, enerjilerinin heba olmasına neden olmuyor mu? Başka bir şey yapalım. Onlar konuşadursunlar: Biz eyleme duralım:. Sokaklarda bağıralım avazımız çıktığı kadar. Amma sesimizi yargıya da duyuralım. Şiddet altındayız. Bakın Anayasa’nın 11. Maddesi, Anayasa’nın bağlayıcılığından söz ediyor. Tarafı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’nde Kadınlara yönelik şiddet; ‘’bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma’’ olarak tanımlıyor. Şiddeti ve hakareti yargı organları önüne taşıyalım.” Adalet dağıttığı için dağıtılan bir yargıç sesimizi duyar.” belki. Ama biz işimize bakalım: Muhalefeti örgütlemek için en önler bizi bekliyor.


Kaynak: Birgun.net