İktidarlarının medya düzeni işleyişinde, gazeteci gibi gazeteci kalma savaşımı verenler için ayakta kalabilmek zorlaştıkça, nitelikli gazeteciler buharlaşıyor. Gazetecilik birikimi ile işini doğru dürüst yapmaya çalışanlar, zaten çok uzun yıllardan bu yana işleyen kirli çarkın dişlileri arasından aralıksız atılıyorlardı. İktidarlarının “tarafsız medya kalmayacak” buyrukları ile, bu kez uzun yıllar yandaşlık yapmış olanlar dahi, bir tek eleştirel yazı, haber, duruş bağlantılı uçuruluveriyorlar...
Önceki gün, günümüz kirli medyasının kirli değerleriyle yıldızlar katına ulaşamamış ancak onurlu gazeteci gibi kalabilmiş,
“dikbaşlılık” olarak kabul edilen bu duruşu nedeniyle de iyi bir profes-yonel, hamal, ucuz emek niteliklerine karşın uzun yıllar öncesinden işsiz kalmış, gazeteciler, dostları arasında çok sevilmiş gazeteci gibi gazeteci bir arkadaşımızı, Deniz Teztel’i yitirdik... Çok erken yaşlarda işsiz, emekli gazeteciler ordusuna katılmış olmanın iç dünyasında yaratmış olduğu fırtınaları bizlerle hiç paylaşmadı. Uzaktan gözlemim, yaratıcı zekâsını en çok kendine zarar verebilecek bir tür inada, direnişe çevirmişti. 20 yıl öncesinde kanseri yenmiş, başka önemli hastalıkları da atlatmış olarak doktoru bu kez tedaviye çok daha kolay yanıt vereceğini düşünüyordu ki... İkinci bir mevsime ömrü yetmedi.
Bu yazıya gazeteciliğe, haberciliğe, hele de mesleğin değerlerine önem veren arkadaşlarımız arasında gerçekten özel yeri olan Deniz Teztel’i anlatmak üzere başlamadım. 12 Eylül’ün işkencelerinden, cezaevlerinden geçirilmiş on binlerin anılarında zaten çok özel bir yeri var. Gazeteciliği, haberciliği, sosyal sorumluluk, sıcak insan ilişkileri ile yeni kuşaklara ulaşamadığı, bir de o dev arşivini değerlendirip sürecin kitaplarını üretemediği için hayıflanabiliriz. Sizlerle cenaze törenine beklemek üzere arkasında kalmış bir akraba, aile büyüğü olmadığı için aynı gün ikindi namazından sonra toprağa verilen Deniz’in arkadaşları, dostlarını paylaşmak isterim...

***

Bilirsiniz, yıldız olmuş gazetecilere, en azından sanatçılara, siyasetçilere benzer bir özen gösteri-lir. Cami avlularında medyatik kalabalıklar olur. Deniz için zaten beklenmiyordu, üstelik önceden haberle duyuru zamanı olmamıştı. Besbelli acılı günleri, geçmişi paylaşmışların, gazeteci, hukuk-çu ağırlıklı 12 Eylül sanıkları, sevenlerinin sosyal medya bilgilendirmeleri sıkı olmuş... İstanbul gibi darmadağın bir kentte, popüler gazeteci cenazelerinden çok daha fazla gerçek gazeteci, haberci toplanmıştı.
Deniz’in ne kadar çok sevildiğini göremediği bu sahnede, sevgiyle arkadaşlarının acısını paylaşmaya gelenlerin kendi aralarında da hasretle, sevgiy-le, özlemle kucaklaşmaları iç buruyor... Hepsi gazeteci gibi gazeteci bu insanlar, çok genç yaş ortalamalarına karşın çoğunlukla işsiz ve birbirlerini göremeyecek koşullarda yaşıyorlar çünkü. Gözlerinde Deniz’in acısını paylaşmanın yanında, aynı dünyanın içinde olmanın burukluğu vardı. Çok sevdikleri mesleklerini yapamamak, ya tümden işsiz, çok kötü yaşam koşulları içinde olmak ya da ilgisiz, sevilmeyen bir başka işi yapmaya çalışmak... Çoğunluk Deniz’in yeniden kansere yakalandığını, çok kısa acılı bir süreci yaşadığını bile yeni duyuyordu. Hem Deniz’e hem de kendi ortak kaderleri, yaşadıklarına saklanmaya çalışılan ortak gözyaşlarının akıtılmaması çabası, kucaklaşmalarla kapatılıyordu...
Elbette işi olan gazeteciler de vardı. Onlar garip, hafif bir suçluluk duygusu, ayıplı durumunda gibiydiler ya da bana öyle geldi. Yaralar deşilmemeye çalışıldığı için de eski günlere, anılara kaçış daha kolay bir yol gibi geliyordu.. Bol bol büyük olaylar, toplumsal gelişmeler eksenli paylaşılmış gazetecilik anıları, aslında çok acı, ancak çok sıkı dostluklarla, değerlerle paylaşılmış güzel günlerden yaşanmışlıklara yer veriliyor, bugünler kısa bilgilendirmelerle geçiştiriliyordu. Garip ama gerçek, dönemin bedelini ödemiş sol hareketin içinden, DİSK’ten, en çok savunma avukatlarından gelenler için de aynı gerçeklikler söz konusuydu...
Sıkı can dostlarından
Edibe Buğra’yla garip bir sevinçle cenaze töreninin sıcak dayanışması, dostluğunu paylaşıyorduk ki... “Deniz yukardan bakıyorsa, şimdi halimize kıs kıs gülüyordur” dedi. Bugün gerçekten çok donanımlı gazeteciliğe adım atmış genç arkadaşlarımızın; Deniz ve arkadaşlarının yaşadıkları, paylaştıklarını, gazetecilik, tutkularının odağındaki toplumsal sorumluluk, gazeteciliğe ilişkin değerleri hiç tanımamış, algılamamış olacaklarını bilmek ne büyük yazık... Kim bilir belki de bugünün koşullarına bakıp böyle olacağını varsaymak asıl büyük yanılgı. Daha birkaç ay önce 1990’lı gençliğe, önyargılı sosyal sorumluluk kazanamama anlamında şansızlar gözü ile bakmıyor muyduk? Gezi’yle, sosyal med-ya gücü ile paylaştıkları değişimleriyle bizleri utandırdılar. Kim bilir çok kısa bir zaman dilminde, belki de bizleri utandıracak gazetecilik atakları yapacaklardır. Deniz’in gülüşündeki o parlak ışık...