YÜKSEK Seçim Kurulu'nun (YSK) önceki gün bir grup bağımsız milletvekilinin seçilme ehliyetinin bulanmadığını ilan ederek, BDP'nin seçim hesaplarını altüst etmesi içinden çıkılması çok güç bir kriz yaratmış bulunuyor. Kontrol altına alınamadığı takdirde, bu kriz hukuki, siyasi ve toplumsal barışı ilgilendiren çok ciddi sonuçlara gebedir.

Hemen başlangıçta yapmamız gereken bir gözlem şudur: YSK'nın kararı, Türkiye'de hukuksal zemin ile demokratik meşruiyet arasında bağdaştırılması kolay olmayan çelişkilerin her an karşımıza çıkabileceğini gösteriyor.
Ayrıca, YSK'nın kararı yalnızca içeriği değil, toplumu bilgilendirme ihtiyacının pek hissedilmediğini gösteren ilk günkü duyuruluş şekli açısından da sorunludur.
ANAYASA'DA HÜKÜM ÇOK AÇIK
Kurul, kararını Anayasa ve 2839 sayılı Milletvekili Seçim Kanunu'na dayandırıyor. Anayasa'nın 76'ncı maddesi, milletvekili seçilme yeterliliğini düzenliyor. Bu madde, “kimlerin seçilemeyeceğini” sıralarken, “terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanların, affa uğramış olsalar da milletvekili seçilemeyeceklerini” hükme bağlıyor.
Milletvekili Seçim Kanunu da “terör eylemlerinden mahkum olanların milletvekili seçilemeyecekleri” yolundaki yasağı tekrarlıyor.
YSK, BDP kökenli bağımsız adaylarının büyük bir bölümü Anayasa ve yasanın bu maddelerinin kapsamı içinde değerlendiriyor.
İlginçtir ki, Anayasa'nın ilgili maddesi 27 Aralık 2002'de o tarihte yasaklı olan Adalet ve Kalkınma Partisi lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili seçilebilmesini mümkün kılmak üzere kendisinin özel durumuna yanıt verecek şekilde yeniden düzenlenmişti.
YSK ÖNCEDEN UYARAMAZ MIYDI?
Yanıtlamamız gereken sorulardan biri, YSK'nın bu kararı almadan çok önce feraset göstererek, gerekli uyarıları kuvvetli bir şekilde yapıp yapmadığıdır. YSK, konu bütün seçim sürecinin atmosferini etkileyecek bir krize dönüşmesinden önce burada şekillenmekte olan ihtimale pekala dikkat çekebilir, böylelikle sorun fark edilerek bir çözüm arayışı tetiklenebilirdi.
Hükümetin tutumu açısından da yanıt vermemiz gereken sorular var. Hükümetin işin nereye gideceğini görmek konusunda önceden YSK'nın uyarısını almaya ihtiyacı var mıydı? Bunu görmemesi mümkün müydü?
Ve iyi niyetli bir soru: 2009 yazında Kürt açılımı başlatıldıktan sonra Kürt siyasi hareketindeki kadroların önemli bir bölümünün karşılaşacağı bu sorunu gidermek amacıyla geçen eylül ayındaki anayasa değişikliği referandumuna bu konu da dahil edilemez miydi?
Ancak belirtelim ki, BDP kadrolarının da milletvekili listelerini hazırlarken karşılarındaki anayasal ve yasal engelleri bilmemeleri mümkün değildi. Onların da yüksek riskler içeren bir denemeye girişerek, bu sınırlamalara rağmen mevcut hukuki çerçeveyi geriletip geriletemeyeceklerini test etmek istedikleri anlaşılıyor.
BATI'YA İZAH EDEBİLMEK GÜÇ
Varmak istediğimiz sonuç şu: Önceki gün patlak veren kriz bu denklemdeki başlıca aktörlerinin gelişini aslında az çok tahmin etmiş olmaları gereken bir yol kazasıdır.
Şimdi karşılaştığımız sorun, herkesin bir parça enkazın altında kalacak olmasıdır. Kazanın hasar raporu yüksek maliyetli gözüküyor. En başta sayalım: Bir çözüm üretilemediği takdirde, gönlü BDP'den yana olan milyonlarca Kürt vatandaş büyük bir haksızlığa uğradıkları hissini yaşayacaktır.
Ayrıca, bu kriz Kürt sorununun çözümünü daha da zora sokma potansiyelini taşıyor. Seçim sürecinin BDP açısından sakatlanması, çözümü demokrasi içinde siyaset zeminine çekme çabalarına ağır bir darbe vuracak, Kürt hareketi içinde sertlik ve şiddet yanlısı eğilimleri kamçılayan bir etki yaratacaktır.
Gelişmenin dış dünyada bu seçimin düzgün ve adil bir şekilde yapılmadığı yolunda bir algıya yol açması da kuvvetle muhtemeldir. Hangi kuvvetli hukuki gerekçeler getirilirse getirilsin, Batı dünyasının “düzeltseydiniz o zaman” yanıtını vermesi muhtemeldir. Bu dosyada Türkiye'nin Batı'yı ikna edilebilmesi kolay gözükmüyor.
Bütün seçim sürecinin atmosferini gölgeleyebilecek riskleri göze almaktansa pratik bir çıkış yolunun aranması elzemdir. Nasıl 2002 sonunda Başbakan Erdoğan için özel bir düzenleme yapıldıysa, bugün karşımızdaki sorun için neden yapılmasın?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun dün çözüm için her türlü katkıyı vermeye hazır olduğunu açıklaması bu açıdan yapıcı biri yaklaşımı yansıtıyor.