BAZI anlar vardır...

Başka çareniz, başvuracağınız başka merci kalmaz...
İçinizden ne geliyorsa, öyle konuşmak, anlatmak...
Daha doğrusu bilmediğiniz, görmediğiniz birinin, bir şeyin yakasına yapışıp haykırmak gelir.
Kahvehane diliyle, sokağın lisanıyla konuşmaktan başka çareniz kalmamıştır.
Yani herkesin en iyi anlatacağı, herkesin de en iyi anlayacağı dilden konuşmanın zamanı gelmiştir.
* * *
İşte benim saatim, şu an, şu saniye aynen böyle.
“Bize ne kardeşim” diye bas bas bağıracağım bir duygudayım.
Her gün gencecik asker cenazesi kaldırıyoruz, kadın bakanımız, o küçücük tabuta bakıp...
“Bak ne kadar küçük” diye ağlıyor.
Küçücük değil Sayın Bakan, o ifade kesmez...
O tabut minicik...
Hatta minnacık... Henüz doğmamış, henüz doğmuş da hiç yaşayamamış kadar minnacık.
Ele avuca sığamamanın, afacanlığın çocukluğunu bile yaşayamadan gitmiş...
Ben yanmışım, herkes yanmış...
Benim ülkem, benim insanım yanıyor... Cayır cayır yanıyor.
Ve o minnacık tabutun başında, başımı iki elimin arasına almış çaresizce soruyorum:
Neden...
Neden arkadaş... Neden...
* * *
Karşımdaki tabloya bakıyorum...
Şöyle...
? 10 yıl önce derin bir ekonomik krize girmişiz.
Koalisyon lideri üç parti, bugün Yunanistan’ın, İspanya’nın, İtalya’nın yapamadığını yapmış.
Siyaseten kendilerini feda etmişler, sosyal demokrat bir teknokrata tam yetkiyi vermişler.
Halk fedakârlık yapmış, disiplinli davranmış, kemeri sıkmış.
Tarihin en büyük ekonomik krizini yırtmışız, yırtıp çıkmışız...
? AK Parti hükümetleri bu programı hiç tavizsiz uygulamış...
Ekonomiyi iyi yönetmiş...
Şimdi başka ülkeler ağustosböceğinin ıstırabını yaşarken, biz çalışkan karıncayız.
? Birey başına gelirimiz
10 bin doları geçmiş.
Mutlu bir orta sınıf doğuyor. Ev alıyor, otomobil alıyor.
Çocuğunu okutuyor.
- Katı laiklerimiz yumuşamış, türban sorununu kazasız belasız aşmışız, camilerimiz açık, isteyen başı açık geziyor.
- Şehirlerimiz gelişiyor, güzelleşiyor. Ülkemiz modernleşiyor.
- Her yıl 25 milyon turist ülkemize geliyor. 
- Seçimlerimizi yapıyoruz, demokrasimiz iyi kötü işliyor.
* * *
Peki be kardeşim...
Durum böyle de biz niye başımıza bela arıyoruz?
Niye el âlemin işine burnumuzu sokup başımıza bela sarıyoruz.
Nedir derdimiz, neden durmadan bela arıyoruz...
Siz de benim gibi aynı kahvehanenin köşesinden haykırmıyor musunuz ?
Sormuyor musunuz kendi kendinize...
Birader, kendi evimiz çok mu sakin ki komşunun evine nizam intizam vermeye kalkıyoruz...
Kendimiz taştan, demirden kalelerde mi oturuyoruz da komşuların camdan evlerine durmadan taş atıyoruz....
* * *
O malum lafı, o aşina teraneyi işitiyorum...
“Biz büyük devletiz...”
Evet kardeşim, büyük devletsin ama unutma ki azman devlet değilsin.
Yakın tarih ne azametli devletleri gördü, hem de
ne azman devletleri...
Ağzı Bağdat’taki sütten öyle yanmış ki, kendi evinde yoğurdun bile yanına yaklaşamıyor...
Sen büyüksün de, ondan da mı daha büyüksün be kardeşim...
Neden sağa sola çatıp bela arıyorsun...

Şüpheye düştüm dışişleri, Başbakan’a yanlış bilgi mi veriyor

EVET, kahvehane köşesinden haykırışım böyle...
Şimdi geleceğim daha alçak sesle, daha serin, daha sakin sözlere...
İngiltere’nin Ortadoğu konusunda en güvenilir gazetecilerinden biri olan Robert Fisk Halep’e gitmiş.
Oradan aktardıkları ilginç.
“Halep’te durum
tam da bize anlatılan gibi değil” diyor.
Halkın, eli silahlı
Suriye Özgürlük Ordusu’na öyle sanıldığı kadar muhabbeti yokmuş.
Ordu Halep’e hâkimmiş.
Ayrıca çok sayıda Türk, Afganlarla, Libyalılarla ve Çeçenlerle birlikte Suriye Ordusu’na karşı savaşıyormuş.
Oysa biz günlerdir tam aksi bilgilerle dolduruluyoruz.
* * *
Belli ki Dışişleri, Türk halkını doğru bilgilendirmiyor.
Bu demektir ki, Başbakan’a da doğru bilgi gitmiyor.
Öyleyse ilk iş, Suriye’den doğru bilgi akışını sağlamak olmalı.
İkinci iş, şu an izlenen ve yanlışlığı artık kesinleşen politikanın, “exit (çıkış) stratejisini” hazırlamak.
Tek hedefini Beşar
Esad’ı devirmek olarak gören bir dışişleri bakanı bunu yapabilir mi?
Sanmıyorum. Bir konuda kendini bu kadar angaje
etmiş bir siyasetçinin bunu yapması çok zor.
O nedenle, Türkiye için hayati hale gelen Suriye politikasının, daha gerçekçi, daha menfaatlerimizi gözeten bir temele oturtulması için, konuya tarafsız bakabilecek, kendini angaje etmemiş bir kriz yöneticisi gerekiyor.
Kanaatimce, Başbakan’ın özel bir Suriye temsilcisi ataması çok yararlı olacaktır.
Kendi geleceğini Beşar Esad’ın gidişine bağlamış bir dışişlerinin makul çizgiye dönüş stratejisi yapması mümkün değildir.
* * *
Büyük ülkeler böyle durumlarda bu manevra kabiliyetine sahiptir.
Kahvehane köşesinden şikâyet gurultuları feryada dönüşmüşse, duygu imparatorluğuna dönüşen Çukurambar’da da aklın konuşmaya başlaması zamanı gelmiş demektir.(*)

(*) Çukurambar, Dışişleri Bakanlığı’nın bulunduğu semtin adıdır.