Türkiye’de ilericiler, çağdaşlar, demokratlar tek adam yönetimine karşı mücadele verirken Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu iradesini tek bir kişiye teslim etmiştir.

Önce ilke diye yola çıkan grup bugün tek adama bağlı bir grup haline gelmiş, ilkesizleşmiştir.  3 binden fazla örgütlü bir tabanı olan grup bugün toplantılarına 70-80 kişinin katıldığı marjinal bir gruba dönüşmüştür.

Ancak tek adamın ömür boyu baro başkanı olarak kalması mümkün değildir.  Tek adam muhtemelen yaklaşan İstanbul Barosu seçimlerinde aday olmayacaktır. İşte bu aşamada popüler başkanını kaybeden grup çok muhtemeldir ki seçimlerde sıkıntı yaşayacaktır.

İlkesizleşen grup Aydınlanma yolundan sapmış nerede ise gericilikle uzlaşır hale gelmiştir. Son yıllarda İstanbul Barosu’nun gericiliği hedef alan tek bir açıklamasına tanık olan var mı?

Firuzağa gerici saldırısı karşısında İstanbul Barosu tek bir laf etmiş midir?

İnsanlar ramazanda sokakta sigara içti diye dövülerek komaya sokulurken barodan bir ses duyan var mı?

İstanbul Adliyesi'nde başsavcının mesajla hakim savcı ve görevlileri tilavete(Kuran okuma) davet eden mesajı karşısında susan bir baro yönetimi...

Asliye Ceza Mahkemesinin Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkında dini referanslara dayanarak verdiği hüküm konusunda İstanbul Barosu’ndan tek bir cümle duyan var mı?

Attila Aşut Birgün’deki yazısında şöyle yazıyor:

Karara göre, yargıçlar yalnız vicdani kanaatlerine göre değil, “Toplumda çoğunluğu oluşturan dini inanca göre” karar vermek durumundaymış. Gelin de şu gerekçede “hukuk” kavramının “h”sini bulun bakalım: “Hiçbir hâkimin, içinde yaşadığı toplumdan koparak farklı hareket etme hakkı ve lüksü yoktur.”

Oysa “darbe ürünü” diye yerden yere vurduğumuz 12 Eylül Anayasası’nın 138. maddesinde bile açık ve kesin bir hüküm var: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.”
Demek ki yargıçları bağlayan ana ilke, toplumun dinsel eğilimleri değil, “Anayasa, kanun ve hukuk”tur.

Aşut yazısını şöyle bağlıyor:

Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan için verilen mahkûmiyet kararı, basın ve düşünce özgürlüğü açısından olduğu kadar, dili ve referansları bakımından da ciddiyetle irdelenmelidir. Bu kararla, laik hukuk dizgemize dinsel bir giysi giydirilmek isteniyor. Kararın Yargıtay’ca onanması durumunda oluşacak içtihatla, Türkiye’de “şeriat yargısı” dönemi başlamış olacaktır. Böyle tehlikeli bir durumun önlenmesi için, başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere tüm hukuk kurumlarını ve duyarlı hukukçuları göreve çağırıyorum.

Tek bir barodan ses çıktı mı?

Baroyu yönetenler ne Kurtuluş Savaşını, ne Aydınlanmayı, ne de Atatürk’ün muasır medeniyet hedefini anlamış değillerdir.

Bugün baroya ırkçı söylemleri devrimcilik sanan bir görüş hakimdir.

Bütün bu nedenlerle Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubunu kendini feshetmiş kabul edip Aydınlanmanın ışığında yeniden örgütlenmek şart olmuştur.