İstanbul Barosu'ndan yapılan yazılı açıklama şöyle;

İHTAR EDİYORUZ : BU BÖYLE GİTMEZ

29 Ekim 2016 Cumartesi günü Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 675 ve 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler, OHAL uygulamasının başlangıcından bu yana özenle işaret etmeye çalıştığımız uyarıların ne yazık ki değerlendirmeye alınmadığını göstermektedir. Oysa her biri evrensel hukukun genel kabule ulaştırdığı hukuksal ilkeleri barındıran bu yaklaşımlar bir hukuk devletinde "olmazsa olmazdır."
 
OHAL uygulaması, yer, zaman ve kapsamla sınırlıdır. OHAL gereğince düzenlenen KHK'lerle ancak aynı kapsamda kalan düzenlemeler önerilebilir. Ancak yapılan düzenlemeler, OHAL'in kalıcı kılınacağının göstergesinden başka bir anlama gelmemektedir.
 
Anayasanın 90. Maddesi ile getirilen esaslar gereğince, AİHS'nin 15. maddesi çerçevesinde OHAL ilan edilmiş olması, 676 Sayılı KHK ile getirilen yeni düzenlemeleri haklı kılmaz. Öyle anlaşılmaktadır ki, "askıya alındığı düşünülen" AİHS'nin artık yürürlükte olmadığı düşünülmektedir. Oysa bu kanı kökten yanlıştır. Bizzat Sözleşmenin 15. maddesindeki kriterlerin gözetilmemesinin ciddi sonuçları olacaktır.
 
Bu bağlamda, masumiyet karinesi özenle değerlendirilmelidir. Yargı kararı olmadan, subjektif değerlendirmelerle mahkûmiyet sonucu doğuran işlemlere girişmek, uygar dünyanın yargısal yöntemleri değildir. 
 
Uygar ülkeler, adil yargılanma hakkını görmezden gelemezler. Ne OHAL ve ne de o çerçevede üretilen KHK'lerle adil yargılanma hakkı sınırlanamaz. Adil yargılanma bir haktır; olmazsa olmaz.
 
Uygar ülke, adalete erişime olanak sağlayan ülkedir. Yurttaşlarının adalete erişimlerinin sağlanması, onun önündeki engellerin kaldırılması, OHAL nedeniyle vazgeçilebilecek türden bir ilkesellik değildir.
 
Bütün bu kuralların kendisinde vücut bulduğu temel hak da, savunma hakkıdır. Savunma hakkının sınırlanması, yargılamayı sakatlayan en temel engeldir. Savunma hakkı kısıtlanarak yapılan faaliyet "yargılama" olamaz.
 
Yukarıda altı çizili olan kuralların tümü, OHAL ve KHK'ler sürecinde tümüyle silinmiştir.  Bu durum gidişatın vahametine işaret eder. Sürecin bu algı ile yürütülmesi olası değildir.
 
Önceki kararnamelerle getirilen ve özellikle değiştirilmesini talep ettiğimiz pek çok düzenlemenin değişmesi bir yana, daha da pekiştirilerek yeni sevk maddeleriyle tahkim edilmiş olması, kaygılarımızın temel nedenidir.
 
Uzun zamandan bu yana, avukatların şüpheli ile yapacakları görüşmelere getirilen sınırlamalara dikkat çekerek, bu hükümlerin ivedilikle kaldırılması gerektiğini anlatmaktaydık. Bu durumu, yargılamanın soruşturma safhasında sakatlanması olarak nitelendirmiş, daha bir dikkat çekebilmek için de suçlayıcı ifadeler kullanarak, salt bu düzenlemeler nedeniyle, bugünün şüphelilerinin yarın AİHM'den ihlal kararları getirebileceklerine işaret etmiştik.
 
Bu uyarılarımızın da dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Getirilen yeni hükümler, mevcut duruma yeni vahametler eklemektedir.
 
  1. Ortada bir yargı kararı olmaksızın, "avukat" sıfatı taşıyan kimselerin, o davada görev alıp alamayacağı, avukat dışında kararlaştırılabilecektir.
  2. Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin avukatlarıyla yapacakları görüşmeler 3’er aylık sürelerle defalarca uzatılabilerek teknik cihazla sesli veya görüntülü kaydedilebilecek, görüşmede görevli hazır bulundurulabilecek, hükümlü ve avukatı arasında belge alışverişi yapılamayacak, hatta bunlara elkonulabilecek, görüşmelerin gün ve saati sınırlandırılabilecektir.
  3. Duruşmada 3 avukattan fazlası bulunamayacaktır.
  4. Avukat hakkında da müdafilik görevi sırasındaki yaklaşımları nedeniyle soruşturma/kovuşturma açılabilecektir.
  5. CMK gereğince avukat bulunmasının zorunlu olduğu hallerde, bir hukuk devletinde bu zorunluluğu gerçekleştirmek de devletin yükümlülüğünde bulunduğu halde, sırf avukat mazeretsiz duruşmaya gelmedi diye sanığın mecburi müdafi hakkı (avukat hakkı) elinden alınıp, bu hal  duruşmanın devamına engel sayılmayacaktır.
  6. Tüm bunların yanında Terörle Mücadele Kanununun yürürlükten kaldırılmış bulunan 10. maddesi canlandırılarak,  gözaltındaki şüphelinin müdafii (avukatı) ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süreyle kısıtlanabilecektir. Bu zaman zarfında ifade alınamayacak olması hukuksuzluğa kapı açmaya engel olamayacaktır.
  7. Cumhuriyet başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro başkanlığından isteyebilecektir.
 
BU KOŞULLARDA AVUKATLIK YAPABİLMENİN OLANAĞI YOKTUR; KİŞİNİN, AVUKAT YARDIMINDAN YARARLANMA HAKKI ÖLÇÜSÜZ BİÇİMDE ORTADAN KALDIRILMAKTADIR. 
 
Avukatlar olarak talep ettiğimiz haklar, halkın hak arama özgürlüğünün yaşama geçirilmesi bağlamındaki taleplerdir. Buradan mesleki bir ayrıcalık talep ettiğimiz gibi bir sonuç düşünülmemelidir. Tamamen, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de lider bir devlet olarak gururla sahip çıkması gereken evrensel hukukun ve onurlu bir üyesi ve tarafı bulunduğumuz Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin gereklerinin OHAL süresince de uygulanmasını talep ediyoruz.
 
Unutulmamalıdır ki OHAL  (Olağanüstü Hal), hukuk düzeni içinde istisnai bir durumdur. Ancak istisnailik ve geçicilik özelliklerini sergilemekle birlikte hukuk kurumu olduğu unutulmamalı, keyfiliğe kapı açmadığı anımsanmalı, bilinmelidir.
 
Bu düzenlemeleri kaleme alanlar bilmelidir ki, ihlalini göze aldıkları kurallar, yarın yeni hukuk dersleri olarak dönecektir. Dün bu Cemaatle en güçlü oldukları dönemde, mücadele etmeyi göze alan ve bedelini ödeyen Istanbul Barosu'nun bu uyarısı, sadece ve yalnız yürürlüğüne özen gösterdiği evrensel hukuk kurallarının uygulanmasına yöneliktir.