ABD ve Rusya’nın uygulanması konusunda mutabakata vardığı ateşkes ile birlikte, yalnızca silahların susması değil, bir siyasi geçiş sürecinin de başlaması umuluyor. Ateşkes IŞİD, Nusra Cephesi ve diğer “terörist grupları” kapsamıyor ve elbette askerî sahada bunca kontrolsüz unsur varken sürecin çalkantısız gidebileceği yanılsamasına kimse kapılmıyor. Bununla birlikte, artık “IŞİD sonrası Ortadoğu”nun ve “geçiş döneminde Suriye”nin neye benzeyeceğine odaklanmanın zamanı geldi. Suriye halkının 5 yıllık direnişi tarihe geçti, ancak savaşın siyasî sonuçlarına bakmak, yeni savaş ihtimallerini değerlendirmek açısından da büyük önem taşıyor.

Birincisi, hem ABD’nin hem de Rusya’nın, diğer bölgesel güçlerle birlikte hemfikir oldukları “reform ihtiyacı”nın ne olduğuna dair belirsizlik sürüyor. ABD için değişim, en başta, Suriye yönetiminin “direniş ekseni” adı verilen İran-Hizbullah çizgisinden çıkartılması ve İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturmaması. ABD’nin bölgesel müttefikleri için bu “reform”un birinci maddesi, Beşar Esad’ın devrilmesi ve İslamcılığa yol verilmesi. İsrail için, Suriye ordusunun savaş kapasitesinin azaltılması, ülkenin etnik/mezhepsel temellerde yeniden yapılandırılması ve Hizbullah’a desteğinin kesilmesi. Rusya ve İran’ın “reform” kavrayışı ise siyasî sistemin yeniden yapılandırılması, Baas tekeline son verilmesi, iki ülkenin stratejik çıkarlarının garanti altına alınması ve anayasal değişiklik. Kürtler ise, kendi siyasî aidiyetlerine göre özerklikten federasyona bir dizi talep sıralıyor.

Birincisiyle bağlantılı olarak, ikincisi, Suriye’nin “etki alanları”na bölünmesi. John Kerry’nin “ateşkes uygulanamazsa ya da siyasi geçiş sağlanamazsa bölünme gündeme gelir” tehdidi, Suriye’nin coğrafi olarak, deyim yerindeyse “karpuz gibi” bölünmesi anlamına gelmiyor. Egemenlik kullanımının gevşediği, yeni iktidar alanlarının ortaya çıktığı ve bunların bölgesel ya da uluslararası hamilerin çıkarları gereği karşı karşıya geldiği ya da ittifak yaptığı bir ülke demek bu. Bu, hakkında pek de olumlu konuşulmayan Lübnan sisteminin kurumsallaşması demek, aslında. Bir “yeni dünya düzeni” olarak ulus-devletlerin çözülüp ülkelerin “federal birliği”ne yapılan vurguyu, önümüzdeki dönemde emperyalist merkezlerden ve onun bölgedeki uyumlu aktörlerinden daha sık duyacağız. Suriye’deki müzakerelerin en olası sonucu, bu noktada, Suriye devletinin ve toprak bütünlüğünün “gevşetilmesidir.” ABD, Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarına -biraz da mecburiyetten- cevaz verirken, pazarlık masasına tekrar bölünmeyi sürmektedir.

Rusya’nın, Esad’ın “tüm Suriye’yi geri alacağız” sözlerine tepki göstermesinin yukarıdaki tablo ile uyumlu olduğu açık. Anlaşılan o ki, Suriye masasında söz sahibi olan büyük güçler, yalnızca Suriye’nin siyasî yapısının değişmesinde değil, ülkedeki idarî yapının da baştan aşağı yenilenmesinde mutabıklar. Bu siyasetin sonucu bölünme olur ya da olmaz; fakat kesin olan, Suriye’nin ulusal egemenliğinin eskisi şekilde tesis edilemeyeceği ve ülkenin etki alanları vesilesiyle, yalnızca bu anlamda “Lübnanlaşacağıdır.”

Suriye’deki ekonomik durum ve gelecekteki ekonomik siyasetin ne olacağına, ülkenin yağmalanan kaynaklarının yerine ne konacağına ilişkin tartışma ise, anlaşılan “büyük güçler” için önemli değil. ABD ile Rusya’nın kontrolünde bir “küresel entegrasyon” kapısından içeriye girmeye hazırlanan Suriye’de, siyasi çözümün kalıcı bir askeri çözüme kapı açacağına düşünmek ise, şu şartlarda bir hayâl.

* Boyun Eğme dergisinin 21. sayısında yayımlamıştır.

 


Kaynak: Haber.sol.org.tr