Haziran Direnişi'nden sonra verilen aranın sonuna yaklaştık artık, bu anlaşılıyor. Düzen siyasetinde yaşanan tıkanma ve çıkışsızlık, 2013 yazında haddi bildirilen, şimdi tekrar gemi azıya alan dizginsiz gericilik değil sadece bize bunu söyleten; Haziran'ı yaratan dinamiklerdeki hareketlenme aynı zamanda.

Direnişimizi düzenin restorasyonuna sıva yapma çabalarına, pek solcu bir kılıfla, solu tasfiye etme süreci eşlik etmişti, ama gelin görün ki bu plan memleket gerçeklerine çarpınca elde bilindik kapı arkası pazarlıkları ve “kimi başkan yaptıracağız şimdi o zaman?” sorusu kalmış görünüyor.

Bugün aydınlanma mücadelesini yükseltmek için öne atılan bir hattın dışındaki solun, sudan çıkmış balığa dönmesinde şaşıracak bir şey yok. Kendi öz gücüne ve siyasetine değil de, Tayyip'in günü geldiğinde ineceğini yıllar öncesinden ilan ettiği “demokrasi treni” misali “bir gün biz de iner ama o zamana kadar yol alırız” düşüncesiyle binilen başkasının trenlerine bel bağlayanların, bugün değilse yarın duvara toslayacakları çok belliydi.

Burjuva siyasetinde ilkesizlik zaten bir ilkedir, onlara koymaz. Başka türlüsü olamaz da zaten. Ama sol bunun anti tezi olduğu için de sol değil midir aynı zamanda. Öyleyse buraya elini veren sol, artık 'solunu' kaptırmış görünüyor.

Biz kaptırmadık!

Direniş'in ardından açılan parantez kapanıyor dedik; nasıl açılacağını belirleyecek olanlar, tüm bu süreçte doğruda durmayı başarıp şimdi bir adım öne atılanlar olacak. Düzen siyasetinin ve buraya eklemlenenlerin hiç itibarının kalmadığı bir anda, kılıcımızı en gerçek ve yakıcı soruna attığımız şimdiden anlaşıldı.

'GÜL'LER BAHÇESİ

Erdoğan ve şürekası için çember gittikçe daralırken, Gül-Arınç ikilisinin kendi günlerini bekledikleri belli. Abi Demirtaş'ın ve Cemil Bayık'ın, Gül'ün başkanlığına bile destek verebiliriz yollu açıklamaları bir eşiğin artık aşıldığını gösteriyor.

Türkiye AKP'nin deli gömleğine sığmaz dediğimizde kulaklarını tıkayanlar, Haziran'da yanıtlarını doğrudan halkın kendisinden almışlardı. Aynı şeyi söylemeye devam ediyoruz: Abdullah Gül ve Bülent Arınç, AKP'nin ta kendisidir ve Türkiye buraya sığmaz.

3 yıl içinde AKP'yi Erdoğan'la özdeşleştirmeyi, nefreti ona odaklamayı başardılar. Oysa Haziran'ın “Hükümet İstifa” sloganı bunun çok ötesine işaret ediyordu. Biz buradan tutup devam ediyoruz. Ülkenin bu karanlığa sığmayacağını, gericilerden gericilik beğenmek zorunda olmadığımızı bilerek...

Kör öldü badem gözlü oldu misali, şimdi CHP bile laikliği hatırlamak zorunda kalıyor. Ama dostlar alış verişte görsün ayarında edilen lafların ötesine geçip de, gerçek bir mücadeleye girişmeleri mümkün değil. Niyetleri de yok zaten... Hem nasıl olsun ki; imam hatipleşmelere karşı durmadan, gerici müfredatlara savaş açmadan, zorunlu din derslerine, memleketi örümcek ağı gibi sarmış tarikatlere, cuma namazı izinlerine, diyanet saçmalığına sesini çıkarmadan...

Artık imaj çalışmalarıyla, göstermelik Atatürkçülük nutuklarıyla aydınlanmacı geçinme dönemi bitti. İyiki de bitti. Şimdi laiklik ve aydınlanma için gerçek bir mücadele vermenin zamanı çünkü.

Gül ve Arınç'tan söz etmiyorum bile, kırk yıllık tescilli gericilere de makyajın bir sınırı var. En azından biraz rahatlarız diye düşünen varsa, çevresine tekrar baksın ve ülkenin kılcal damarlarına kadar örgütlenmiş bu gericiliğin sadece Tayyip'le ilgisi olmadığını görsün.

Azı, birazı kalmadı bu işin.

PEKİ ONLAR DA GİDECEK Mİ?

Erdoğan, söylendiği kadar kolay olmayacağı belli ama velev ki gitti, onunla birlikte ülkeyi tıka basa dolduran cihatçı sürülerinin, her mahalleye kondurulan imam hatiplerin, kendi başına bir devlet haline gelen Diyanet'in, dört bir yanımızı saran cemaatlerin, tarikatlerin falan yok olacağını mı sanıyoruz?

Öyleyse hemen bir yüzümüze su çarpıp tekrar düşünmekte fayda var. Çünkü hiçbir yere yok olmayacaklar, aksine bir kısmı memnun bile olacak. Çünkü gericiliğe karşı biriken öfke dinecek, onlar da dikkat çekmeden tekkelerini döndürmeye devam edecekler. Nasılsa atı alan Üsküdar'ı geçti. Aynı anda bir kısım liberalin “hepimiz kardeşiz” türküsünü söyleyeceğiyse kesin. Erdoğan'a açık ya da gizli muhalefet eden bir çok cemaatin olduğunu biliyoruz, bunların da Gül-Arınç kalkışmasında rol üstlenmeyeceklerini sanmak saflık olur.

Her neyse, laiklik deniyorsa, gericilikle mücadele deniyorsa, buyurun sahaya diyoruz o zaman. Öyle tumturaklı laflarla bu işlerin yürümeyeceği çoktan belli oldu. Bu davete kimlerin icabet edeceği de: Çocuğunu gönül rahatlığıyla gönderebileceği bir okul bulamayan anneler babalar, sokakta güvenli bir şekilde gezemeyen kadınlar, öğle arasında namaza zorlanan, patronun “sadakasına” mecbur edilen emekçiler, cemaat yurtlarına, mahalle baskısına mahkûm edilen gençler, iktidar tarafından mürted ilan edilen Aleviler ve sokaklarında cihatçı katillerin cirit attığı bir ülkede yaşamak istemeyen memleketin tüm insanları...

İsteyen hâlâ düzen siyasetinin ittifak tartışmalarında, alicengiz oyunlarında ikbal aramaya devam edebilir. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi bu gidişata dur demek için yola çıktı. Ben de varım diyenlerin sayısı gittikçe artıyor.  

Kaynak: Haber.sol.org.tr