Patti Smith ile üçüncü Türkiye buluşmasına tanık olmak isteyenler, uzun koridorların yürüyen merdivenlerinde ilerlerken, dışarıda terleten kapitalizmden, içeride donduran kapitalizme geçiş yapıyor.

Oturmalı düzende biletler haftalar öncesinden tükenmiş, Punk anneannesinin “Horses” albümünü kırkıncı yılında (her ne kadar bu turne geçen yıl başlamış ve şimdi 41 yıl olmuşsa da) çalacağı konser başlasın diye iple çekilen zamanlar gibi.

“Gloria” ve “Redondo Beach” çalarken fark edemiyoruz olacakları; en sağda iki masum kız var nazikçe dans ediyor sadece.

Türkçe teşekkür etmesinin ardından söylediği “Birdland” esnasında oluyor. Parçanın bir kısmını burnunun ucundaki gözlüklerle kâğıttan okuyor, şairane. İkinci kısmında kâğıtları tiyatro oyuncularına has bir edayla havaya fırlatıyor, gözlüğü katlayıp cebine koyuyor. Ve lodos patlıyor...

‘Belki sonra işeriz...’

Millet ayağa kalkıyor ve alkışlarla eşlik ediyor; yumuşak kırmızı koltuklar bir yerden sonra fazla geliyor, arkadan gelenler koridor boşluğunu istila ediyor.

Şarkı isteyen bir izleyiciye “Pissing in A River, Horses albümünde değil, ama belki sonra işeriz” diyor. “Free Money”den sonra da plağın B yüzünü çeviriyor.

Bu sahnede herkes her şeyi çalıyor: basçı klavyeyi, gitarcı bası, davulcu bası... Gitarcı Lenny Kaye ile davulcu Jay Dee Daugherty başından bu yana varlığını sürdüren, topluluğa damgasını vuran iki karakter, ama basçı Tony Shanahan ile gitarcı Andy York da sanki 40 yıllık arkadaşları gibi.

Jim Morrison’ın anısına “Break It Up”ı tüm salonla birlikte söylerken siyah ceketinin yakasını kaldırıp, içindeki yeleğin üzerinden kalbini tokatlıyor, delikanlıca. “Elegie” başlarken sahneye fırlatılan beyaz tişörtü özenle alıp davul setinin üzerine asıyor Patti.

Gidenlere selam olsun

Parçada geçmişini etkileyen merhumları sayıyor: Jimi’den Lou Reed’e, Fred Smith’ten David Bowie’ye... Albümdeki parçaların sona ermesiyle birlikte, kapak resmini gösteren dev perde de kapanıyor.

Hariçten gazeller kısmında “Dancing Barefoot” olmazsa olmaz. Patti kısa bir mola verince topluluk Velvet Underground parçalarından oluşan bir potpuri sunuyor, gürültülü.

Vasat “When Doves Cry” yorumu, Prince’in ne kadar aşılamaz bir müzisyen olduğunu göstermekten başka bir işe yaramıyor. Kırmızı bir fincanda gelen kahve küçük su ihtiyacı yaratıyor, “Pissing in A River” başlıyor.

İzleyicilerden abartılı iltifatlar yağıyor, Patti mahcup gülücüklerle karşılıyor. Sanki kendini metalaştırmaya, putlaştırmaya çalışanlara direniyor. Havlı sesi 70 yaşına rağmen halen güzel ve güçlü. Hoplayan zıplayan, gitar teli koparıp yere tüküren fiziği gibi. Son sahnede ayağı kablolara takılınca sendeleyip düşen hali bile güzel.

Özgürlük ve annelik

Bir başka olmazsa olmaz “Because The Night” çalarken, artık salon çığırından çıkıyor. “People Have The Power” girerken vereceği tüm mesajları derleyip topluyor, özetliyor.

Mütemadiyen silkelediği elleri psikolojik endişelerini, sıkılı yumrukları toplumsal direncini ifade ediyor. Eugene Delacroix’nın Özgürlük tablosundaki bayraklı kadını ile Kathe Kollwitz desenlerindeki acılı anneyi andırıyor.

Avrupa’nın kaderinin yeniden yazıldığı, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı verdiği günde konserini “future is now/gelecek şimdi - sizler, geleceksiniz” sözleriyle bitiren Patti tamam da, peki ya biz?! Zorlu PSM’den yükselen barış, özgürlük ve “birleşin” çağrıları, yolumuzu aydınlatıyor mu?

([email protected])

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr