Resmi söyleyişle, “Çevirmen ve yazar Bertan Onaran, 79 yaşında hayata gözlerini yumdu”. Ama soğuk bir cümle bu. Babamdan “kötü bir haberim var, Bertan’la ilgili” sözünü duyduğumda, aklımdan geçirmemeye çalıştığım şey, “Bertan Abi artık yok” cümlesiydi, ama zihnime karşı mücadeleyi kaybettim. Bazı anılar üşüştü aklıma hemen. Beş-altı yaşlarımdayken babam beni yayınevine götürdüğünde, eski Atasaray Hanı’nın koridorlarında koştururken ilk kez karşılaştığım ve sonraki yıllarda her karşılaşmamızda benimle konuşan, şakalaşan, daha sonraları TÜYAP Kitap Fuarı’nda standımıza misafir olan, yayınevimizde onlarca çevirisinin yayımlandığı Bertan Abi.

İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı mezunu olan çevirmen ve yazar Bertan Onaran, çevirileriyle, çevirmen kimliğiyle öne çıkıyor ama aksini düşünmek mümkün değil, 100’e yakın, belki daha fazla yapıtı dilimize kazandırmış bir filolog, bir entelektüel, aynı zamanda bir edebiyat, müzik ve resim âşığı Bertan Onaran.

Çeviri üzerine düşünüyorum ister istemez ve çevirmenin edebiyatta neden hak ettiği yeri bir türlü bulamadığı üzerine. 16. yüzyılda Martin Luther’in İncil’i Almancaya çevirmesi ve çevirirken bir miktar yorum yapması nedeniyle koskoca Reform Hareketi’ni alevlendirdiğinden, çeviri eylemi üzerine Antik dönemden beri yazılan kuramsal kitaplardan, “iyi çeviri” arayışının hiç bitmeyen, dinmeyen bir uğraş olmasından aşağı yukarı haberdar olmamıza karşın neden çeviriyi hep ikinci plana itme eğilimindeyiz?

Yine İstanbul Üniversitesi hocalarımızdan Akşit Göktürk, ünlü yapıtının başlığında çeviriyi “dillerin dili” olarak niteler. Demek ki farklı bir anlayış, kavrayış gerektiriyor çevirme uğraşı. Bir üst dil, Fransız dilbilimcilerin deyimiyle bir “métalangage”. Yabancı bir dili bilmek değil, aynı oranda anadile hâkim olmak, yine aynı oranda çevirisi yapılan metne ve yazara tam bir yetkinlikle yaklaşabilmek gerekiyor. Çevirmenlerin, iyi ve üretken çevirmenlerin büyük bir bölümünün çeviriye ve dile bir filolog edasıyla yaklaşmalarının sebebi de bu değil mi zaten. 16 Aralık 2016’da kaybettiğimiz çevirmen, sevgili annem Şemsa Yeğin’in bir cümle üzerine bütün bir gün düşündüğünü anımsıyorum, bazen cümleyi benimle de paylaşırdı, birlikte üzerine uzun uzun konuşurduk. Bu denli emek gerektiren, müthiş bir disiplinle çalışılması şart olan bir alanda, 100’e yakın çeviriyle edebiyatımızın şekillenmesine, gelişmesine katkıda bulunmuştur Bertan Onaran.

Simone de Beauvoir’ın “L’invitée” adlı romanını Türkçeye “Konuk Kız” (Payel Yayınevi) adıyla kazandırarak bu çevirisiyle de TDK Çeviri Ödülü’ne layık görülmüş, çevirilerine hız kesmeden devam etmiştir ve Beauvoir’ın Türkiye’de daha iyi tanınmasına öncülük etmiştir. Dilimize kazandırılan her yeni yazar, her yeni yapıt, edebiyat düşünümüzde yeni bir sayfa açar, yabancı yazarlar yerli yazarlarla bu çeviriler aracılığıyla konuşma, sohbet etme şansına kavuşurlar ve evet, bu şekilde de bütün bir ülke yazınını etkileyebilir çevirmenler.

Wilhelm Reich başta olmak üzere Cervantes, Gide, Sartre, Camus, Saint-Exupéry, Duras, Zola gibi birçok yazarın yapıtlarını Fransızcadan dilimize kazandıran Bertan Onaran, edebiyatımızda ve entelektüel mirasımızda çok önemli bir yere sahipti, çevirileriyle bu yerini hep korumaya devam edecek olan, yılmaz bir çeviri ve edebiyat emekçisi.

Çevirmenin adının kitap kapağına yazılması gerektiğinin bile daha yeni yeni konuşulmaya başlandığı, elektronik çeviri işlemcilerinin günün birinde çevirmenlerin yerini alabileceği gibi gerçekdışı ve komik bir fikir üzerine bile konuşulabildiği bir ortamda, çevirmenin hak ettiği yeri kazanacağı bir gelecek ümidiyle, Bertan Abi’ye saygılar, selamlar.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr