Türkiye’nin doludizgin faşizme doğru gittiği günler yaşıyoruz. Cumhuriyet gazetesinin 9 yöneticisi ve yazarı, tam da karşıtı olduğumuz İslamcı bir örgüt lehine faaliyette bulunmak gibi saçma bir suçlamayla tutuklandı. Üstelik bu tutuklamaya yol açan soruşturmanın FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla yargılanan bir savcı tarafından yürütüldüğü ortaya çıkmışken... Eşzamanlı olarak 7 Haziran’da yüzde 13, 1, Kasım’da yüzde 11 oy alarak parlamentonun en büyük üçüncü siyasi partisi olan HDP’nin eş genel başkanlarının da aralarında olduğu 9 vekil tutuklandı. İktidar sözcülerinin ve yandaş kalemlerin yazdıkları, bu saldırıların bir son değil, bir başlangıç anına işaret ettiği gerçeğini yüzümüze vuruyor. Türkiye, bugünleri de arayabileceğimiz karanlık bir döneme doğru hızla ilerliyor. İşte bugünlerde meselenin hukuksal boyutlarını en iyi anlatabilecek, Türkiye’nin en önemli hukukçularından olan, İstanbul eski Barosu Başkanı avukat Turgut Kazan’la konuştuk...

- Turgut Bey, nasıl bir ülkede yaşamaya başladık?

Eskilerde insana komünist derler, Kürtçü derler alırlardı, sonra Ergenekoncu dediler... Doğrusu bana hepsini söylediler. Şimdi eşim de FETÖ’cü derler ve alırlar diye korkuyor. Doğrusu onu ikna edecek bir şey de yapamıyorum.

Yaşama güvenliği kalmadı

- Oysa siz Ergenekon davalarında bu yapıyla en çok mücadele eden hukukçuların başında geliyorsunuz...

Bakın Zekeriya Öz, İlhan Selçuk’lara beşinci dalga operasyonu yaptığında herkes gibi bende de bir korku oluştu. Ama mademki ben Türkiye’de yaşayan bir hukukçuyum, bu benim görevim dedim ve Adalet Bakanlığı’na Zekeriya Öz’ün hukuka aykırı uygulamalarıyla çok açık biçimde bir korku imparatorluğu kurduğunu ve soruşturulması için gereken iznin verilmesi gerektiğini söyledim. Bunu yaptıktan sonra korkuya da kapıldım. Kapı çalınca “Zekeriya Öz’ün adamları mı geldi?” diye bakıyordum. Yani biz Ergenekoncu olduk. Nitekim, savcı Nazmi Ardıç’ın bizim için de böyle bir soruşturma başlattığını, cemaatle hükümet kavgası başladıktan sonradan gördük. Biz o koşullarda Fethullah takımının pisliğiyle, onların bir suç örgütü olduğunu belirterek ve Recep Tayyip Erdoğan’ı uyarmaya çalışarak mücadele ettiğimiz halde, şu anda Fethullahçı suçlaması bile yapacaklarını düşünüyorum. Yani Türkiye böyle bir süreç yaşıyor. Öyle bir süreç başlattı ki siyasi iktidar, yargıyı tam anlamıyla teslim aldı. Şu anda kimsenin yargı güvenliği, yaşama güvenliği yoktur. Kimin evinin kapısının, gecenin kaçında çalınacağını hiçbir şekilde bilinebilir değil.

- Cumhuriyet’e yapılan operasyonu bu bağlamda nasıl değerlendirirsiniz?

Cumhuriyet’e yapılan operasyonu tehlikeli bir girişim olarak görüyorum. İfade özgürlüğü, başta Erdoğan olmak üzere AKP’liler bununla biraz dalga geçiyorlar ama demokrasinin bel kemiğidir. İfade özgürlüğünün kullanım biçimlerinden biri olan basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaya dönük bir girişim olduğu için son derece tehlikeli buluyorum. Cumhuriyet gazetesinin çizgisini eleştirmenin başka bir şey, onu FETÖ’cü bir suç örgütü sayarak bir operasyon yapmanın çok başka bir şey olduğunu düşünüyorum. O yüzden de bunun Türkiye’yi tam teslim almak, konuşan herkesi tam susturmak ve bir mezar sessizliğinde Türkiye’yi yönetmeye çalışmak planın bir parçası olarak görüyorum.

Yer yerinden oynamalıydı

- Bu soruşturmayı FETÖ’cülükten yargılanan bir savcının yürütmesine ne dersiniz?

Bunu ortaya çıkaran Barış Pehlivan’ın müthiş bir gazetecilik yaptığını teslim etmemiz gerekir. Biz o gün yeri yerinden oynatacak başlıklar bekliyorduk işin tarafı olmadığımız halde. HSYK’yi göreve çağırıyoruz, derhal el koymak zorundasınız, derhal görevden uzaklaştırmak zorundasınız diye. Zaten görevden uzaklaştırmamakla yanlış yaptığınız için bu oldu. Bir yargıcı ve savcıyı itirafçı olduğu için, teslimiyetçi olduğu için orada tutamazsınız. Bu temelden yanlıştır. Çünkü itirafçı, tetikçi, teslimiyetçi bugün işinize yarıyor sanılabilir ama ondan yargıç olmaz. Bu kişiyi sadece pişmanlık yasasından yararlandırabilirsiniz. Hukuk sadece bunu sağlar. Pişmansa, size yararlı açıklamalar yapıyorsa cezasını indirirsiniz ama cezalandırmak zorundasınız ve meslekten uzaklaştırmalısınız. Oysa HSYK bir açıklama yaptı; ‘itirafçıları meslekte tutacağız’ dedi. Böyle bir şey olamaz. Bu savcının ne olduğunu bilmiyorum şimdi ama tutamazsınız. Hakkında FETÖ’cülükten dava açılmış. Dava açmak için HSYK soruşturma izni vermiş, sonra soruşturma izni ile ilgili rapor gelince bu kez kovuşturma izni vermiş. Bu ikisini yaptıktan sonra onu görevde tutamazsınız. Bir de Selam Tevhid örgütü suçlaması bugünkü yaşadığımız süreçte en kötü, en kirli, en tehlikeli soruşturmadır.

Talihsizlik denirse planlıdır

- Niye öyledir?

Çünkü o soruşturma, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte Recep Tayyip Erdoğan’ın tutuklanmasının planlandığı bir organizasyondur. Şimdi, bu dosyada görev almış, bu dosyada dinleme, izleme kararları vermiş, hem kurye ilişkisi hem yargı imamı ilişkisi, Amerika ile görüşme ilişkisi var... Bunlar iddianamede yazıyor. Ben tabii bunlar gerçeğe aykırı ise bu savcının beraat etmesini isterim. Ama bunlarla suçlanan bir savcının o görevde kalmasını asla istemem. O görevde ise, siz ondan yararlanmak istiyorsunuzdur. Görevde tuttuğunuz adama da, basınla ilgili çok önemli bir soruşturma dosyası veriyorsanız biz şöyle düşünürüz: “Bu savcı göze girmek için her şeyi yapabilir, bu yüzden buna verilmiştir. Göze girecek, aklanma olasılığını artıracak. “Bir de savcıya ağustosta verilmiş bu dosya. Sonra bu savcı Anayasal Düzen Bürosu’ndan basın savcılığına gelmiş. Sisteme göre o dosya orada kalır ama o dosyayı koltuğunun altında buraya getirmiş. Bu zaten kuşkuyu artıran bir şeydir. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in ‘adam zaten beraat edecek’ gibi konuşması kabul edilemez. Bu senin işin değil ki... Adalet Bakanı da “talihsizlik” dedi. O zaman bu planlı bir iştir.

- Kimin planı olabilir?

Yargı siyasi iktidara teslim edilmiştir. Dolayısıyla siyasi iktidarın yaptığı bir plandır, bu çok açık.

- Ortaya çıkması muhtemel bir şey, insanı dehşete düşüren bu usulsüzlüğü yapma cüretini nasıl buluyorlar?

Cahiller cüretli olur. O yüzden onlar gözükara biçimde ‘bu işi temizleyelim’ demişler. Nasıl ki geçtiğimiz dönemde Ergenekon gibi, Fethullahçı kesimin AKP ile birlikte kumpas dedikleri o işleri cüretli biçimde yapıyorlarsa, nasılsa yargı bizde diye düşünmüşlerdir. Ama bu ortaya çıkınca da hemen ortaya çıkaran gazeteciye (Barış Pehlivan) soruşturma açtılar. Sonra bu soruşturma duyulunca ‘soruşturma yok’ demek için hemen takipsizlik verdiler. Eğer bu tartışma olmasaydı Barış da başkaları da terörle mücadele eden personeli hedef göstermekten hem yargılanacak hem mahkûm olacaktı. Bütün bunları bir araya getirince bu işin nasıl bir düzen olduğunu, nasıl bir düzmece olduğunu, bir siyasal iktidarın duyduğu husumetin sonucu olduğunu gösteriyor. O yüzden bu cemaat yargısından da daha ileri boyuta geldi.

Kötüde sınır yoktur

- Cemaat yargısından daha kötü bir yargı ile mi karşı karşıyayız?

Kastınız “hangisi daha kötüdür” ise, ben 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı yaşamış bir avukat olarak, özellikle 12 Eylül’den sonra, daha kötüsünün olamayacağını düşünmüştüm. Ama bu özel yetkili mahkemeleri görünce anladım ki kötünün de kötüsü her zaman olabilirmiş. Şimdi de kötünün kötüsünün her zaman olabileceğinin yeni bir örneği ile karşı karşıyayız. Yani kötülükte sınır yokmuş ne yazık ki. Bugün yaşadıklarımız yani AKP ile birlikte Fethullah Gülenci suç örgütünün yaşattıklarından asla daha iyi değil. Daha kötü mü? Daha kötü. Ama bu “daha kötü”den ötekiler biraz iyiydi anlamı çıkmasın. Kötüde sınır yoktur.

‘Politikaları gerektirirse seni de beni de asarlar’

- O zaman çok açık bir darbe koşulunda yaşıyoruz değil mi?

15 Temmuz’da darbeciler gelseydi, her şey biterdi. Ama darbe gelmedi, yine her şey bitiyor. Darbecilerin bertaraf edilmesi bizim için kurtuluş olmuştur ama yargı bir başkasına teslim oldu. Bakın Cumhurbaşkanı ‘Ben hukuku bilirim’ diyor sonra da 1300 yargıcın önünde ‘Onlar iade etmezse siz de etmeyin’ diyor ve yargıçlar da alkışlıyor.

- Gülen’in iadesini de zora atıyor aslında o sözler, değil mi?

Hem Başbakan hem Erdoğan’ın bu konularda son derece hesaplarını bilen, çok akıllı insanlar olduğunu düşünüyorum. Bunu söylediğin zaman ve 1300 hakim alkışladığı zaman ‘burada adil yargılanma hakkı yoktur’ mesajını veriyorsun. Fethullah Gülen’in iadesinin beklendiği o kültürde ise Obama salona girdiğinde herkes ayağa kalkıyor ama 4 federal mahkeme hakimi ayağa kalkmıyor.

Avrupa Konseyi atar

- İdam tartışmaları da bunun için mi çıkıyor?

Sanmıyorum çünkü Amerika idama çok kızmaz. İdam tartışmaları başkanlığa giden yolda çıkarılıyor. Başkanlık referandumu söz konusu ediliyor, o olmazsa erken seçim olabilir. Ben bu konuda Türkiye’yi gerçekten serinkanlı biçimde seven, Türkiye’nin geleceğini düşünen AKP’lileri uyarmak istiyorum: İdam cezasının kaldırması halinde Avrupa Birliği’ni bırakın, Avrupa Konseyi’nden atılırız.

- Belki de bunu istiyorlar?

O zaman da bilesiniz ki Türkiye batar, para mara girmez. Türkiye ekonomik açıdan, güvenlik açısından da kimsenin güvenliğinin kalmadığı bir ülkeye dönüşür. O yüzden Avrupa değerleri bizim nefes alabilmemizi de sağlayan değerleridir.

- Başbakan idam konusunda ‘geriye yürümez’ dedi...

Türkiye gibi bir ülkede bunun güvencesi olmaz. Temel hukuk kuralı filan o hukuku özümsemiş, bağımsız ve kaliteli bir yargının olduğu ülkede geçerlidir. Türkiye bunu 27 Mayıs’ta yaşadı. Ülkenin en kaliteli hukukçuları yaş engeline rağmen Celal Bayar’ın asılabileceğine ilişkin bir rapor sundular Milli Birlik Komitesi’ne. “Usul kuralıdır ve yürürlüğe girdiği anda geçerlidir” dediler. Mill Birlik Komitesi kendisi Bayar’ı asmamayı tercih etti ondan sonra. Şimdi geriye yürümez deniliyor ama bir bahaneyle asabilirler. Bunlar seni de beni de, politikaları gerektirirse hem yargılarlar hem asarlar...

Barolar Birliği sessiz!

- Hak ihlallerine yönelik haber yapmak ya da haberi bırakın bu konuda avukat olarak görevinizi yapmanız terör suçlamasının doğrudan hedefi olmanıza neden oluyor...

Hepimizin güvenliği için mağduriyetlere, hak ihlallerine engel olmamız gerekir. Bu, gazetecinin de hukukçunun da her vatandaşın temel görevidir. Haksızlık, PKK ile, FETÖ’cülükle suçlanan kişiye de yapılabilir, biz ona da karşı çıkarız. 53 yıllık meslek yaşamında avukattan yararlanma hakkının bu kadar ihlal edildiği bir örnek yaşamadım. Bunun karşısında Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın seyirci kalmasını hiç anlamıyorum. Ben bu hak ihlalleri ile ilgili bundan önceki İstanbul Başsavcısı Hadi Salihoğlu’nu da uyarmıştım. Salihoğlu ilk FETÖ operasyonu başladığında bunu bana söyledi ve hatta açıklamasını gösterdi. Dedim ki ona “İnşallah her şey hukuka uygun gidiyordur. Ben bu pisliğin, suç örgütünün mutlaka temizlenmesi ve cezalandırılması gerekir diye düşünüyorum. Ama yine hukuksal yanlışlar yapılırsa buna karşı çıkmak zorunda kalırız. Dün Ergenekoncu diyorlardı, Allah bilir bugün siz FETÖ’cü diyeceksiniz.” Şimdi biz bunu söylemekten geri duramayız.

‘Seni başkan yaptırmayacağız’ demenin bedelini ödetiyorlar

- HDP’li vekillerin, eş genel başkanların tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dokunulmazlık konusunda yapılan anayasa değişikliği kesinlikle parlamenter demokrasi ve demokrasiye aykırıydı. Tabii burada amaçlanan HDP milletvekilleriydi. Ama ne yazık ki anayasaya aykırı olduğu vurgulana vurgulana parlamentodan geçirdik. Sonra Anayasa Mahkemesi’ne götürme konusu da bir çeşit engellendi. Adalet Bakanı’nın deyimini kullanırsak, çok talihsiz bir gelişme yaşanmış oldu. Bir partinin eş başkanlarının, milletvekillerinin bu şekilde gözaltına alınması, tutuklanması kabul edilir bir şey değil. Demokrasiyle bağdaşmaz kesinlikle. Çünkü sonuçta bu yargılama imkânı veren bir şeydir. İfade vermeye gitmediler diye ihzar (zorla duruşmaya çıkarma) uygulamanızı anlardım ama niye topluca? Anadolu Ajansı’nın haberine göre söylüyorum, ki ne yazık ki cüretli oldukları için yapmışlar herhalde, talimatla yapıldığı söyleniyor. Yargı siyasal iktidara teslim edilmişse, talimatla her bir farklı savcının aynı gece böyle bir uygulamayı hayata geçirmesi zaten başlı başına hukuka ve yasaya aykırıdır. Ama ne yazık ki bunu yaşıyoruz.

- Bunun Kürt sorununun çözümünü nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Herhalde çözüm sürecine dair umutları da tamamen bitirdik... Öyle bir etkisi de var ve doğrusu onu söylemek de insanı rahatsız ediyor. Çünkü o barışın hepten tehlikeye girdiği ya da hemen hemen hiçbir şansı kalmadı gibi bir sonucu yaratırız diye korkuyorum. Bu sorunun barışçıl bir çözüme ulaşması gerekir. Türkiye’nin demokrasisi için, hepimizin güvenliği için.

Başkanlık yolunda temizlik

- HDP’li vekilleri neden tutukladılar sizce?

Selahattin Demirtaş dedi ya “Seni başkan yaptırmayacağız.” Hem HDP hem Türkiye o “Seni Başkan yaptırmayacağız”ın cezasını ödemek zorunda bırakılıyor. Bakın bunu ben uydurmuyorum. O dönemin anlı şanlı Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan söylüyor bunu. Peki, ama düşünün ki ABD’de, bir köşe yazarı olarak, bir siyasetçi olarak birine desem ki “Seni başkan yaptırmayacağız”, bundan doğal ne olabilir ki? Ama onun acısını çıkarıyorlar, “Sen mi bizi başkan yaptırmadın” anlamında. 7 Haziran’dan sonra 1 Kasım’dan sonra başkanlığa giden yolda temizlik yapıyorlar.

- Başkan olmayı başarabilecek mi?

Onu bilebilmem mümkün değil. Ama zaten hukukun zerresi kalmadı. Diyorum ki, toplumu bu kadar meşgul etmeyin. Bir olağanüstü hal KHK’si çıkarın, deyin ki ‘Şu anki Cumhurbaşkanı başkan olmuştur.’ Nasıl olsa sizin çıkardığınız bu KHK Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi olmayacak. Anayasa Mahkemesi’nin KHK’lerle ilgili inanılmaz kararına göre durum bu. Bu KHK’ler başkanlık sistemi getirecek ölçüde yetkiye kavuştu, çünkü AYM ‘denetim yapmayacağım’ dedi. Seçime de gerek yok, seçilmiş bugünkü Cumhurbaşkanı yeni başkandır dersiniz ve yetkilerini de tek tek sayarsınız.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr