-  Yeniden İnşa Çağı belgeseli ne anlatacak?

Bir şeyler anlatmaktan çok, ekonomik ve politik sistemimizin geleceğiyle ilgili varoluşsal sorulara cevap arayacak. Öncelikle güncel politikadan birkaç adım dışarı çıkıp içinde bulunduğumuz zamana dair bazı tespitler yapmak gerekiyor. 2008’deki küresel finansal çöküş, post-neoliberal bir sürece girmek üzere olduğumuzu gözler önüne serdi. Peki, bu yeni dönem hangi model üzerine kurulacak? Özellikle son 40 senelik neoliberal dönemde kentlerin birer servet birikim aracı olduğunu düşünürsek, önerilen modelin veya modellerin kentler ve yaşam alanları üzerindeki etkisi ne olacak? Bu gibi sorulara cevap arayacağız.

Topla tankla açık savaş

- Sur’da Haber Nöbeti’ndeydiniz değil mi?

Doğu illerindeki savaş ortamında baskı altında çalışan gazetecilerle dayanışmak için bir araya gelen Haber Nöbeti’yle iki günlüğüne gittim Diyarbakır’a. D’dan iki muhabiri acele kamulaştırmayla ilgili haber takibi yaparken takip ettim. Ülkenin batısındaki gazetecilerin neredeyse tamamen görmezden geldiği yerlerde, halkın haber alma özgürlüğü için çalışan bu gazetecilerin hangi şartlarda görev yaptığını batıdaki insanlara gücümüz yettiğince anlatma, en azından tarihe bu notu düşme çabasıydı. Askerle, topla tankla açık bir savaş yaşanıyor orada, insanlar ölüyor; siviller, askerler, polisler ölüyor. PKK’nin pozisyonunu destekleyen de var, desteklemeyen de; ama bu hiçbir şekilde devletin sivillere karşı yaptığı hak ihlallerini meşru kılmaz. Bunları ve savaşın diğer etkilerini haber yapan gazetecileri de terörist yapmaz. Devlet Sur’da öyle bir pozisyon almış ki, sanki sadece şu an değil, ileride de artık barış ihtimali olmasın istiyor. İleriye dönük halkların beraber yaşama ihtimalini tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyor gibiler.

Ahlâksız bir tehdit

- Acele kamulaştırmayla istenen ne sizce?

Acele kamulaştırma, sıkça dillendirilen hem hukuksuz hem de ahlâksız bir tehdit. Vatandaşa şu söylenmiş oluyor: İnşaat şirketi ile anlaş, evini sat, mahalleni terk et yoksa evini biz elinden alıp şirkete veririz, sen de buna karşılık verdiğimiz paraya razı olursun.

- Kararın Sur için alınması özel mi?

Orada yapılmak istenen 40 bin kişinin yaşadığı bir ilçeyi tamamen insansızlaştırmak, kimliksizleştirmek, orayı asıl sahiplerinden alıp bir turizm merkezi kisvesi altında AKP’nin ileri gelen sermayedarlarına peşkeş çekmektir. İnsansızlaştırmayı zaten fiilî bir savaş ortamı yaratarak tankla, topla yaptılar. Şimdi de yerinden ettikleri insanların evlerine dönmelerini engellemeye çalışıyorlar. 500 yıllık Kurşunlu Camisi’ni yok edip Sur’u turizm merkezi yapmanın çelişkisi, niyeti açıkça ortaya koyuyor.

- Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin Sur’a dair ‘Yenilenme Eylem Planı’ evi yıkılan ve tapusu olan vatandaşlara ev bedellerinin verilmesini öngörüyor, adres olarak ise vadeli ödeme planlarıyla TOKİ konutları gösteriliyor. Bu planı, nasıl yorumluyorsunuz?

Sunulan tüm seçenekler, insanların mülklerinin ellerinden alınması, kiracısı ev sahibi hepsinin oradan uzaklaştırılmasını öngörüyor. “Yenilenme” dedikleri aslında insansızlaştırma, kimliksizleştirme, mülksüzleştirme. Zaten daha çatışmalar bile başlamadan, ortada hendekler bile yokken oradaki mülklerin el değiştirmeye başladığını biliyoruz, yani bu savaş sonrası ortaya çıkmış bir plan değil, mesele hendekler değil.

Hatta büyük ihtimalle savaş, daha büyük planın bir parçası olarak kurgulanmış. Baştan sona hukuka, insan haklarına, insan onuruna aykırı bir durum söz konusu. İnsanlara eşya muamelesi yapıyorlar resmen, git Mardin’de otur diyor, orada ev yaptım sana. Sen kimsin ya, beni yaşadığım mahalleden atıp başka bir yere sürüyorsun?

- ‘Kendi yerinden edilerek başka bir yerde yaşamak zorunda bırakılan insanlar’ neyle karşılaşıyor?

Sulukule’de, Ayazma’da ve daha birçok ‘yerinden etme’ projesinde gördüğümüz gibi kendi organik sosyal ilişkileri içerisinde gelişmiş, kök salmış bir topluluğu, tüm köklerini ve sosyal ağlarını keserek tamamen insan hayatına aykırı inşa edilmiş TOKİ silolarına taşımaya kalkarsanız sonu hüsran olur. Yerinden edilmek, senelerdir yaşadığı mahalleden ayrılmak zorunda bırakılmak, hatta mahallenin topyekûn yıkımı bunu bizzat yaşamayanların çok kolay anlayamayacağı bir travmadır.

- Türkiye’deki kent eylemlerini nasıl yorumluyorsunuz?

Kent hakkı, insanın kendini geliştirme potansiyelini eğitimiyle, sağlığıyla, yaşam alanıyla, güvenceli iş imkânıyla bir bütün olarak garanti altına alan bir hak. Onun da ötesinde toplumsal bir hak. Gezi Direnişi bunun bir örneğiydi. Sadece bir parkla ilgili değildi o direniş, zorla empoze edilmeye çalışılan bir hayat tarzıyla ilgiliydi.

MÜCADELE BÜYÜYOR:

“Kışla projesi, ticarileşmiş hayat tarzının örneği. İmam-hatipleşmeye karşı okullarda örgütlenen mücadele, sağlığın ticarileşmesine karşı yürütülen mücadele, kırsalda zeytinliklerine sahip çıkan köylüler, yalnızca sermayeye hizmet eden ve yaşam alanlarını yok eden HES’lere, RES’lere, nükleere, maden ocaklarına geçit vermeyen mücadeleler, bir bütün olarak kent hakkı mücadelesini Türkiye’de büyütüyor.”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr