Seray Şahiner’i belki kitaplarından, belki BirGün’deki köşesinden, belki de ‘sokak’tan tanıyorsunuz. Dört ay önce Bursa’daki otel odasına bir gece yarısı giren erkek polislerce gözaltına alındığı haberinden de hatırlayanlarınız vardır muhakkak... Gözaltı sebebi ne miydi? Bir köşe yazısında Bilal Erdoğan’a “üstün zekâlı” demek. Üstelik dava dosyası temyizde olmasına rağmen.

Sınıf meselesini hayatını merdiven silerek kazanan bir kadın üzerinden mizahla anlattığı ikinci romanı “Kul” dolayısıyla Şahiner’le buluştuk. Hem Can Yayınları’ndan çıkan kitabı, hem kadını hem de sokağı konuştuk...

- “Kul”u yer yer kahkahalar atarak okudum. Dramatik bir hikâyesi ama çok da güçlü bir mizahı var. Sistemin kadınları birer ‘prenses’ olduklarına inandırma çabasını da ti’ye alıyorsunuz aslında...

Böyle düşünmene sevindim. Çünkü kitabın mizahi yönlerini kasıtlı olarak öne çıkarmaya çalıştım. Kul’un kahramanı Mercan’ın o kadınlık durumuna dışarıdan da bakabilmesini istedim. Çünkü içlerine giremiyor. Kitle iletişim araçlarının ona dayattığı kadınlığa hem parası yetmiyor hem öyle bir yetişmişliği yok. Ona sunulan kadınlık şu marka rimel kullanıp, böyle kalçayı yuvarlatan spor ayakkabılar giyinerek alışveriş merkezlerinde görüntülenmek. Ama Mercan’ın ekonomik düzeyde ancak ‘her şey 1 lira’cıya yetecek bir hayatı var. Kendisinin öğrenerek büyüdüğü kadınlığı da uygulayacak alanı yok. Çünkü çocuğu yok, kocası gitmiş. Ama ona öğretilen kadınlık da hep bir adanma hali üzerine.

‘İnsandan dev bir kredi kartı yaratmak’

- “Kul” kadını kimliksizleştiren ve sürekli tüketime teşvik eden bir modernizm eleştirisi olarak da okunabilir mi?

Bu niyetle yazdım. Bunun insanlarda bir sıkışmışlık yarattığını düşünüyorum. Bütün bunları bize özgürlük diye sunuyorlar. Sistem bize diyor ya, şunu da giyinebilirsiniz, şuraya da gidebilirsiniz, sizin gidenlerden neyiniz eksik, diye. Paramız eksik! Alım gücüyle, sunulan şeyin heybeti arasındaki mesafe o kadar uzak ki insanın içinde bir çatışma yaratıyor... Mercan’ın sınıfsal konumu da televizyon dünyasının sunduğu şeyi yaşamasına elverişli değil. Sistem bizden dev bir kredi kartı yaratmaya çalışıyor. Biraz ona nazire yapan bir dil kullanmaya çalıştım... Ayrıca hem kul eliyle hem devlet eliyle getirilmiş bir yalnızlığı var Mercan’ın. Ya umuda ya öfkeye ihtiyacı vardı bence. Mizahı kullanarak bir parça uzak durup neye öfkelenmesi gerektiğini fark etsin istedim.

- Siz kendi ‘kadın olma’ serüveninizde nerdesiniz peki?

Reddettiğimiz şeylerin dışında kalmak çok da kolay olmayabiliyor bazen. Çünkü DNA’mıza işlemiş bir kadın olma hali var artık. Bana sunulan kadınlık tariflerini reddetmeye çalışıyorum. Becerebildiğim kadar. Umarım bir gün tamamen bunun dışında kalabilecek bir lüksümüz olur.

Çünkü sistemin bize “kendinizden yeni bir kendiniz yaratın” diyerek sunduğu şey aslında o senenin moda kadını kimse o. Dolayısıyla “Kendinizden bizim sunduğumuz bir şeyi yaratın, ona da kendiniz deyin” diyor aslında. Eskiden Şebnem bebekler vardı kartondan, kenarı kıvrılarak giydirilen kâğıt elbiseleri olurdu. Ben o bebekleri giydirerek büyümüş bir kızım. Şimdi 33 yaşındayım. Ama bana hayat modeli olarak yine onlar sunuluyor. Hazırlanmışı var, üstüne takıyorsun, bitti! Oldun bir Şebnem Bebek. Dışında kalmaya çalışıyorum ama ben de kahve içince arada fal kapatan bir insanım. Bazı şeyler de artık sıradanlaşarak ritüele karışmış.

- Kitapta yakın zamana kadar sizin de yaşadığınız Samatya’nın kentsel dönüşüm ıstırabı da var. Hep ‘küçük insan’a başrolü verme tercihiniz neden?

Yazmaya yeni yeni başladığım dönemlerde bunun farkında değildim. Benim için onlar doğalında başroldü. Dizi ya da filmlerde görürüz, önde başroldeki kızla adam vardır. Arkada da figüranlar kendi aralarında bir şeyler konuşurlar. Çünkü onlara demişler ki “kendi aranızda muhabbet edin”. Ben hep onların konuşuyor görünmek için ne muhabbet ettiklerini düşünürdüm. Yine aynı film ve dizilerde fakir kız kendi olmayan her şey olduktan sonra başrol olur. Konuşma adabı dersi alır, saçını boyatır, son moda kıyafetler giyer... Ödülü de bir adam olur. Ben değişmeden de başrol olan karakterler yaratmak istedim...

- Gözaltına alındıktan sonra otosansür refleksiniz oluştu mu?

Hayır olmadı. Çünkü otosansürle değiştirebileceğin hiçbir şey yok. Benim mahkemem bitmiş, dava Yargıtay’a gitmişti. Dava bittikten neredeyse bir yıl sonra gözaltına alındım. Dolayısıyla otosansür uygulasam ne fayda uygulamasam ne fayda. Susmamak gerek. Birçok arkadaşımız içeride. Bir kişinin tutuklu olması bile hepimizin özgürlüğü için tehdit zaten. İçerdeki gazeteci- yazarlar, dışardakilere verilen bir gözdağı aynı zamanda.

- Referanduma bir aydan az kaldı, ne düşünüyorsunuz?

Hayır çıkmasını istiyorum. Umarım hayır çıkar. Ama hayır çıktıktan sonra da mücadele edecek çok alan var. Bir süre arkamıza yaslanmasak çok iyi olacak.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr