Odatv davasında, duruşma salonuna hiçbir gerekçe gösterilmeden alınmayan gazeteciler, adliye koridorlarını inleterek “Rezalet” diye bağırıyordu. Koridorları aşarak salona da ulaşan bu çığlık, dünkü manzaranın da en özlü ifadesiydi aslında.

FETÖ’cü polis ve savcıların açtığı, FETÖ’cü hâkimlerin sürdürdüğü bir kumpas olduğu apaçık ortada olan bir dava görüldü dün. Her şey rezaletti.

Rezaletin ilk perdesi, sayıları 100’den fazla olan Ahmet’in meslektaşlarının, arkadaşlarının duruşma salonuna alınmaması ve sadece izleyiciler arasına karışabilmiş az sayıda gazetecinin duruşmayı izleyebilmesiydi.

Ahmet, kendisine kumpas kuran FETÖ’cülerin propagandasını yaptığı iddiasıyla tutuklu katılıyordu duruşmaya. Etrafındaki jandarmalar, rezaletin üniforma giymiş halini resmediyordu. Sadece gazetecilik yaptığı için yeniden özgürlüğünden alıkonulan, kızından, eşinden, annesinden, arkadaşlarından koparılarak dört duvar arasına konulan Ahmet, savunmasında “Türkiye gariplikler ülkesi” diyordu ama olan biten, gariplikten ziyade rezaleti anlatıyordu. Kızına, eşine, arkadaşlarına sarılırken yüzüne yansıyan mutluluk yürek burkucuydu ama bir gazetecinin bunca zulme reva görüldüğü bir ülkenin düştüğü rezil durumu da anlatıyordu.

Ahmet’in avukatlarından Akın Atalay ve Bülent Utku, avukat sıralarında değillerdi. Çünkü FETÖ sanığı bir savcının yürüttüğü soruşturmada, FETÖ adına faaliyet gösterdikleri iddiasıyla 109 gündür tutukluydular. FETÖ kumpasına karşı meslektaşlarının hep yanında olan, duruşmaları en önde izleyen, cezaevi görüşlerinin kadrolu ismi Murat Sabuncu da yoktu salonda, Kadri Gürsel de, Musa Kart da, Güray Öz de... Daha büyük rezalet olabilir mi?

Davanın savcısı, Ahmet’in deyişiyle ‘Olan oldu, unutun gitsin’ umursamazlığı içinde esas hakkındaki mütalaasında kumpası ortaya koymaktan imtina etmişti. Oysa Odatv davası, yargıyı tamamen ele geçirmiş bir çetenin baltayı taşa vurduğu davaydı. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in isimleri üzerinden örgütlenen direniş, kumpası sadece boşa çıkarmamış aynı zamanda teşhir de etmişti. Bu aşamadan sonra, bir suç örgütünün ablukasından kurtulan yargının, asıl işlevine, adalet dağıtmaya yönelmesi beklenirdi. Oysa yargı, Ahmet’i, Cumhuriyet yazarlarını, yöneticilerini, gazetecileri içeriye atmayı tercih etti. Yargı ve yargıyı kontrol eden iktidar da ülkeye ve yurttaşlarına da dünyada en çok gazetecinin hapiste olduğu bir ülke olmanın utancını bıraktı.

Ahmet’in “Her kim olursanız olun, gücünü gerçeklerden alan bir fikirle savaşamazsınız. Savaştığınızı sanıyorsanız, bilin ki kazanamazsınız. Yine kaybedeceksiniz” dediği dakikalarda ajanslara Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri basın özgürlüğü raporunu açıkladı. Raporda “Ahmet Şık’ın aynı anda PKK ve FETÖ propagandasından suçlanması inandırıcı değil” deniliyordu ve basın özgürlüğünün düştüğü utanç verici durum anlatılıyordu. Bu ülkenin düşeceği daha rezil bir durum olabilir mi?

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr