“Güven ve sorumluluk üzerine bir film yapmak istedim ama mizaha ihtiyacım vardı ve ortaya ‘Kare’ çıktı” diyor İsveçli 42 yaşındaki yönetmen Ruben Östlund. Bu sene her keyfe ve kedere göre filmin varlığına rağmen çoğunluğu baştan çıkaran çok güçlü bir adayın öne çıkmadığı Altın Palmiye yarışında büyük ödülü kazanan Östlund’ü zaten varoluşçu kaygılarıyla tanıyoruz. “Turist” filmiyle baştacı ettiğimiz İsveçli sinemacı insanlık namına takıntılarını, kendi deyişiyle kara mizahla hafifletmeye çalışmış. Cannes koşuşturması içinde ödül- den günler öncesi buluştuğumuz Östlund, “Kuzey mizahı diye bir şey var mı sahiden bilemiyorum ama içinde yaşadığımız vehameti anlamak adına her türlü rahatlamaya ihtiyacımız var, çünkü fazlasıyla kasık yaşıyoruz. Bazen esprilerin de kasık olması kaçınılmaz ” diyor. “Kare” adını bir çağdaş sanat müzesindeki enstalasyondan alıyor, sığınabileceğiniz, yardım isteyebileceğiniz bir yer, bir nevi ‘tarafsız bölge’yi simgeliyor: “İnsanlar artık birbirine güvenmiyor. Benim büyükbabamın dönemindeki ilişkilerden eser yok. ‘Kare’ de öncelikle böyle tasarlanmış bir sanat eseri yani sembolik de olsa kendimizi bir akabiliyor muyuz, bunu sorguluyor.

Yanıtı ise film veriyor, durumumuz vahim!” Müze küratörü üzerinden refah toplumunun kaygıları ve riyakârlıklarıyla dalga geçen filmi tetikleyen olayı yönetmenimiz bizzat yaşamış: “Sokak ortasında birisi yardım istediğinde ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Ben de yaşadım, sonunda bu olayın maalesef soygundan başka bir şey olmadığını anladım. Ama cüzdanım ve telefonumun çalınmasından daha önemli bir şey varsa o da bu süreci nasıl yaşadığınız. Ben de herkes gibi birisi yardım isteyince panikledim ve ne kadar hazırlıksız olduğumu anladım. O nedenle ‘sürü psikolojisi’ beni çok ilgilendiriyor. Durum komedisini de düştüğümüz gülünç durumları olduğu gibi gösterdiği için seviyorum”. Türkiye’de de yakında vizyona girecek olan “Kare”nin muhtelif parlak fikirleri var ve bazıları da şahane şekilde eğlendiriyor, Östlund da zaten biraz temkinli ve alçakgönüllü bir perdeden konuşuyor: “Katmanları bol, seyirciyi güldürürken düşündüren bir film yapmak istedim. Umarım karmaşık bir fars değil kafa yorulacak manalı bir film olmuştur” diyor. Peki film ‘öteki’ne bakışı eleştirirken kendi güven halleri nasıl? “Malesef benim büyüdüğüm yerde çok keskin çizgilerle ayrılmıştı mülteciler. Ailemiz ve kendi çevremiz dışında zaten pek dışarıya açılmıyorduk. Türkiye’den çok vatandaş var ülkemizde ama tüm mülteciler gibi bazen kentlerimizde kaynaşma sağlandığını söyleyemem.

Biz dışarıdan özenilesi ve medeni görünüyoruz ama burada dahi sınıfsal ve kültürel uçurum inanılmaz duruma geldi. Bizden olmayan ‘diğeri’ne karşı yabancılaşmamız medeniyetimizin kırılganlığı hakkında fikir veriyor. Üst orta sınıfın, medya ve entelektüellerin dünyadaki savaş ve çatışmalara bakışı gerçekten yüzeysel.”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr