Otoportre. Yani, kendisinden başka her şeyi fotoğraflayan veya resmeden sanatçının kendi mahremini ifşası. Freud id, ego ve süper ego arasında üçgen kuran otoportrenin sanatçı için dayanılmaz bir çekiciliği olduğunu öne sürmüş. Belki de bu yüzden Edward Hopper’dan Lucian Freud’a, Hale Asaf’tan Nuri İyem’e kadar pek çok sanatçı otoportrenin dayanılmaz çekiciliğine kapıldı. Yani otoportrenin sanatçının dünyasıyla ilgili, diğer işlerini de okumaya yardımcı olacak anahtarlar sunuyor olmasının yanı sıra, sanatçının egosunu okşayan bir yanı da var. Her ne kadar narsistik arzular barındırsa da içinde, sanatçının fotoğraf makinesini kendisine doğrultmasında bir kendini anlatma çabası da var hiç kuşkusuz. Üstelik hâlen pek çok sanatçı işlerinde kendini kullanmaktan kaçınıyor olsa da bugün bunun aksini yaparak dünyaya adını duyurmuş birçok sanatçı da var...

İşte aklımızda bu düşüncelerle dolaşıyoruz Akbank Sanat’ın ilk iki katındaki sergi mekânını. Duvarlarda 23 sanatçı ve beş kişilik bir kolektifin otoportreleri, yani toplamda 28 eser asılı. Bu sergide çeken ve çekilen, yani sanatçı ve objesi aynı karede birleşiyor. Dahası, yıllar önce aramızdan ayrılmış bir sanatçı ile henüz yeni mezun bir diğerinin yüzü birbirine karışıyor.

Havada asılı kalmış bir taş

Mesajını adında taşıyan “Beni Bul” sergisi, farklı eğilim ve yaklaşıma sahip sanatçıların fotoğraf makinelerini iç dünyalarına çevirdikleri işleri içeriyor. Kendisi de bir fotoğraf sanatçısı olan sergi küratörü Merih Akoğul’un söylediğine göre içlerinde sipariş eserler de, koleksiyonlarda bulduğu veya varlığından haberdar olduğu otoportreler de var.

Gelelim sergideki eserlere... Deniz Açıksöz, neredeyse 25 yıl sonra ikizi Derya ile aynı giysileri giyerek el ele tutuşmuş, bir kez daha geçmişi düşünür gibi. İkizlerin çocukluk çağlarından bu yana yıllar geçmiş, artık kimse onları birbiriyle karıştırmıyor... Sadık Demiröz, Edvard Munch’un meşhur ‘Çığlık’ tablosuna göndermeyle bir tiyatro sahnesinde, hayatın dağıttığı rollerden kendisine düşeni üstlenmiş koca bir çığlık savuruyor. Gül Ilgaz’ın otoportresinde ise sırtı bize dönük, her şeye küsmüş gibi. Hemen başının yanında ise havada asılı kalmış bir taş duruyor; sanki taş değil de zaman durmuş.

Ödünç alınmış karyola

Ali Kabaş, paramotoruyla yükseklerde uçarken kendi gölgesini Seyhan Nehri’nin Akdeniz’e döküldüğü yere düşürüyor. Yonca Karakaş, fotoğrafının içindeki nesnelere yeni görevler vererek adeta bir işbirliği önerisinde bulunuyor.

Şükran Moral’ın yüzünde bir parça tül, AİDS’ten ölen bir gencin, annesinden ödünç alınmış karyolanın üzerinde. Bacaklarının arasına sıkıştırdığı bir monitörle yeni performansını doğurmak üzere. Ve Yıldız Moran, nadiren yer aldığı fotoğraflarından birinde, yine gözlerini bize doğrultmadan, fon niyetine bir çift elin tuttuğu çerçeveli bir fotoğrafın önünde, 1955 yılından bugüne bir selam gönderiyor.

Yolunuz İstiklal Caddesi’ne düştüğünde, caddenin hemen girişinde yer alan Akbank Sanat’a uğrayın. Hem kültürü dönüş(türül)en caddedeki dükkânlardan yayılan Arapça müziklerden, hem de belediyenin kazıp etrafını çevirdiği bolca çukurdan kaçıp sığınacağınız bir alana kavuşacaksınız. Hem de herkesin objektifi çevresine değil, kendisine doğrultmaya bağımlı hale geldiği bu ‘selfie’ çağında, kendinizi sanatçıların iç dünyalarında bulacaksınız. Sergi, 29 Temmuz’a kadar açık.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr