19. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin “İspanya’ya Bak, Dünyayı Gör” bölümünde gösterilen “La Reconquista / İlk Aşk” adlı filmin yapımcısı Javier Lafuente ve başrol oyuncusu Francesco Carril ile festivalin konuğu olarak geldikleri İstanbul’da buluştuk ve sinema üzerine sohbet ettik. Profesyonel bir ataklıktan ziyade amatör bir hevesle sinema yaptıkları noktasında birleşen ikili iyi anlaşan bir takım olmanın başarılarının sırrı olduğunu vurguluyor. Yapımcı Javier Lafuente, ülkesinde işlerin nasıl yürüdüğünü anlatırken kendisini de bağımsız sinema içinde tanımlamayı tercih ettiğini söyledi.

- İspanya’da yılda kaç film çekiliyor ve izleyici ilgisi nasıl?

izleyici ilgisi nasıl? Yılda 100 kadar filmin vizyona çıktığını söyleyebilirim. Bunların yüzde 20’si büyük bütçeli gişe filmleri, yüzde 80’i ise çok duyulmamış, yarısı vizyonda en fazla bir iki hafta kalan ve ortadan kaybolan küçük filmler. Gişeyi domine eden yüzde 20’lik bölümdeki filmleri iki ay vizyonda görebilirsiniz. Bunların dışında 200 civarında yabancı film de vizyona giriyor ve bunların büyük çoğunluğu da Hollywood filmi.

- İzleyicinin tercihi ne yönde oluyor daha çok? Yerli film mi, Hollywood yapımları mı?

Tabii ki Hollywood filmleri. Tanıtım ve pazarlama çok etkili oluyor izleyici üzerinde ve Hollywood filmleri bu anlamda daha şanslı. Genelde dublajlı gösteriliyor Amerikan filmleri, onu da söylemek lazım.

- Çok ünlü İspanyol yıldızlar da var: Penelope Cruz, Antonio Banderas, Javier Bardem...

Evet ama onlar artık daha çok Hollywood’da çalışıyorlar. Yılda belki bir ya da iki İspanyol filminde oynuyorlar.

- Pedro Almodovar gibi bir sinemacı İspanya’da popüler bir yönetmen mi mesela, yoksa arthoouse sinemanın içinde mi sayılıyor?

Almodovar popüler bir arthouse sinemacı diyelim. Ama o da dünyada daha popüler, İspanya’da o denli değil. Dünyada büyük bir yönetmen olarak kabul ediliyor ama İspanya’da her filmi eşit derecede beğenilmiyor. İzleyici bazen seviyor onun filmini, ama bazen de nefret ediyor.

- İspanya’da büyük bir ekonomik kriz yaşandı yakın geçmişte. Bu kriz sinema sektörünü nasıl etkiledi?

İspanya’da bir televizyon kanalından para almadan film çekmek çok zor. Yani hem devletten yardım almanız lazım, hem de bir kanaldan para. Bir de şöyşe bir durum var, eğer filminizin bütçesi 1.5 milyon Avro’dan azsa devlet yardımı alamazsınız. Yani özel bir kanaldan para bulmak zorundasınız. Filminizin bütçesi küçükse para bulmak daha zor yani.

- Devlet neden küçük bütçeli filmlere yardım etmiyor?

Onların bakış açısı, büyük bütçeli filmlerin İspanya markasını dünyada parlattığı yönünde. Mesela Almodovar film çekecekse mutlaka para verirler. Ender olarak arthouse filmlere yardım ederler ama ancak senaryoyu beğenirlerse. Oyuncu kadrosu da önemli olur bazen. Tabii ki ekonomik krizden sonra iyice kötüleşti durum. Kültür-sanat için ayrılan bütçe bir hayli azaldı.

‘Bizimkisi el yapımı sinema’

- Yapımcılığını üstlendiğiniz filmlerin hepsi yönetmen Jonas Trueba’nın filmleri. Bunun bir nedeni var

mı?

Tanıdığım birisiyle çalışmak isterim. Yönetmeni de, ekibi de, oyuncuları da tanımak bana daha doğru ve heyecanlı geliyor. Büyük filmlerde kontrolün bende olmadığı duygusuna kapılıyorum.

- Yaratıcı süreçte söz sahibi misiniz?

Jonas bir fikirle gelir bana ve ben de genellikle ‘evet’ derim (Gülüyor). İyi fikirleri vardır çünkü. Filmleri hayatı hissettiğimiz gibi hissetmeyi severiz. Jonas’ın fikirleri yaşamlarımıza çok yakın şeylerden kaynaklanır hep. Yani el yapımı sinema diyebiliriz bizim sinemamıza. Jonas’ın babası Fernando Trueba dünyaca önemli büyük bir sinemacı ve bazen onun için de çalışırım.

- Randevu İstanbul’daki İspanyol sineması seçkisi sizce doyurucu muydu?

Bence öyle. Bu yılın bütün önemli yapımları var ve farklı türde filmler seçilmiş. İyi bir dağılım olmuş yani. Bazılarını şu anda İspanya’da bile bulamazsınız.

‘Yaratıcı sürecin içinde olmalıyım’

- Trueba’nın üç filminde de oynadınız. Sizin için Trueba’yı özel kılan ne?

Jonas ile çalışana kadar hiç sinema filminde oynanamıştım. Ben tiyatro kökenliyim ve hâlâ da sahneye çıkmak asıl işim. Jonas ile ortak arkadaşlarımız sayesinde tanıştık ve bir gün beni arayıp, “Bir film çekmek istiyorum, nasıl bir şey olacak bilmiyorum ama istersen beraber çalışabiliriz” dedi ve ben de kabul ettim. Birlikte ilk “Los Ilusos”u çektik. Çok iyi arkadaş olduk o sırada. Javier’le de öyleyiz, tüm ekip çok yakınız birbirimize. Bu çok önemli bir şey bence. Bir ekibiz biz ve film üzerine çokça konuşup fikir alışverişi yapıyoruz. Böylelikle sete gidildiğinde ben de yeni fikirler getirebiliyorum ve bunları konuşup uyguluyoruz bazen. Yaratıcı sürecin içinde olmayı çok seviyorum ve Jonas’la çalışmak bu yüzden cazip benim için.

- Yine de çalışmak istediğiniz başka sinemacılar vardır, değil mi?

Elbette. Ben mesela keşke yaşasaydı da Ingmar Bergman ile çalışabilseydim. Benim oyunculuk anlayışıma çok uygun filmler çekti Bergman. Ayrıca Almodovar ile çalışmak da fena olmaz doğrusu. Daha da uçalım, bir Tarantino filminde rol almak çok isterim.

- Türkiye’den tanıdığınız yönetmen veya oyuncular var mı?

Yönetmen olarak sadece Nuri Bilge Ceylan’ı biliyorum. Cannes’da ödül alan “Kış Uykusu” sayesinde. Bir de Ankara’da yaşadığını bildiğim oyuncu Devrim Evin’i tanıyorum, arkadaşım çünkü, Danimarka’da tanışmıştık.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr