Hürriyet yazarı tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Edirnekapı Mezarlığı'ndaki tahribatla ilgili olarak "Adam, atölyesini örten branda bezini tutturduğu telleri ulemadan bir efendinin şahidesine bağlamış. Öbür ucu nerede bilemedim. Bu tarihi mekânların teftişinin korucuyu bir zihniyetle yapılmadığı açıkça ortada" dedi. "En çok tarihçilik tartışmalarının yapıldığı, birtakım yarı cahil adamların TV’lerde yel üfürür gibi konuştuğu zamanda Osmanlı mirasının nasıl korunduğu görülüyor" ifadesini kullanan Ortaylı, "Bazı çokbilmişlerin ifade ettiği gibi Bizans mirasının tahribi için de hususi bir ideolojiye lüzum yok. Bu cehalet ve hödüklükle her şeyin hakkından geliriz" diye yazdı.

lber Ortaylı'nın "Osmanlı mirası böyle mi korunmalı!" başlığıyla yayımlanan (16 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Şehrin göbeğindeki mezarlıklarımıza özen gösteriyor muyuz? İşte Edirnekapı Mezarlığı... Duvarların arkasındaki taşlar ya çalınıyor ya kırılıyor ya da daha hazini utanmazca birilerine satılıyor. Bu tarihi mekânların teftişinin korucuyu bir zihniyetle yapılmadığı açıkça ortada.
Topkapı surlarının dışında Topkapı-Edirnekapı arasındaki, sur boyu devam edip giden en büyük mezarlıklarımızdandır. Özellikle tarihi kişilerin şahidelerinin ve kabirlerinin bulunduğu kesim Anadolu yakasındaki Karacaahmet ve Eyüp Sultan’dakiler gibi beton parmaklıklarla çevrilmiştir.
Bunun bir muhafaza olduğunu sanmayalım. Arkasına geçtiğiniz zaman, bir faciayla geçmişine, tarihteki önemli şahsiyetlerine, kısacası ölülerine saygı duymayan bir toplumla karşılaşacaksınız. Reenkarnasyona yani ölümden sonra ruhun bedenden çıkıp başka bedene girdiğine (tenasüh) inanan bazı dinlerde mezarlara saygı gösterilmez. Çünkü içine gömülen ceset de kirli olarak muamele görür. Ama semavi dinlerden olan Müslümanlık’ta reenkarnasyon inancına yer yoktur. Ölüye de saygı gösterilir. Vahhabilerin görüşü ve tavrı istisnaidir.

Tarih konuşuyor miras korunmuyor
Bazı mezarlar tarihi, bilgi noksanlıklarımızı örtecek kadar önemli. Ünlü Mehmet Süreyya Bey Sicill-i Osmanî adlı biyografik eserini büyük ölçüde mezar taşlarına dayanarak kaleme almıştır. Edirnekapı şehitliğinde sadece şehit ecdat değil, aile mensupları, önemli İstanbullular ve hatta Türkiye’ye gelen ünlü mülteci mimar, Etnografya Müzesi önündeki katafalkı hazırlarken üşüten ve kalp hastalığı nüksederek 1938 Aralık’ında vefat eden Bruno Taut da defnedilmiştir. Nazi Almanyası’ndan kaçan bu büyük adama bizim gösterdiğimiz kadirşinas bir davranışımızdır.
Koruyucu duvarların arkasındaki taşlar ya çalınır, ya kırılır ya da daha hazini utanmazca birilerine satılır. Çünkü içlerinde hat sanatının şaheseri olanlar da vardır. Bilhassa kadın mezarlarının şahidelerinde bu güzellik görülür.
Cehalet ve hödüklük
Bu sayfadaki fotoğraflar da gösteriyor, mezarlığın içindeki bir mermer atölyesinde taşların nasıl kullanıldığına dikkat ediniz. Adam, atölyesini örten branda bezini tutturduğu telleri ulemadan bir efendinin şahidesine bağlamış. Öbür ucu nerede bilemedim. Bu tarihi mekânların teftişinin korucuyu bir zihniyetle yapılmadığı açıkça ortada. En çok tarihçilik tartışmalarının yapıldığı, birtakım yarı cahil adamların TV’lerde yel üfürür gibi konuştuğu zamanda Osmanlı mirasının nasıl korunduğu görülüyor. Bazı çokbilmişlerin ifade ettiği gibi Bizans mirasının tahribi için de hususi bir ideolojiye lüzum yok. Bu cehalet ve hödüklükle her şeyin hakkından geliriz.

Gençler fuarlara yoğun ilgi gösteriyor
TÜRKİYE şehirlerinde kitapçılar bir bir kapanırken buna karşılık kitap fuarları çoğalıyor. Maalesef İstanbul’un kitap fuarları yıldan yıla örgütlenme zorluğuna girdi. Fuar gezmek bir sorun haline dönüştü. Batıda Frankfurt, doğuda da Tahran Kitap Fuarı gibi olaylara bizim büyük şehrimizde artık rastlanmıyor. Buna karşılık son zamanlardaki imza günleri vesilesiyle yakından gözleyebildim; Konya, Bursa, Denizli, Isparta gibi şehirlerde fuarları gençler ziyaret ediyor. Lise gençliği kitap alıyor ve okuyor.

Belediyelerin yarışı
Belediyeler bu ihtiyacı ve eğilimi gözlemiş. Mesela bu sene ilk defa fuar düzenleyen Konya’ya, Isparta’ya ve Denizli’ye gittim. Fuar alanları bakımından pek fazla not veremem ama ümit vaat eden girişimler ve örgütlenme var. Belediye başkanları bu işe önem veriyor ve şehrin gençliği için bir kültürel açılım, bir yeni meşguliyet alanı ortaya çıkıyor.
Mesela Konya Büyükşehir Belediyesi’nin yayın faaliyetini takdirle karşılamamak mümkün değil. 45 cilde varan Konya Şeriye Sicilleri’nden seçmeler (bunlar mahkeme kayıtları olup modern Osmanlı tarihyazımı için en önemli kaynaklardandır), ayrıca 19 ila 20’nci yüzyıl dönemeci açısından çok önemli olan Konya Salnameleri basılmış. Konya kültür hayatında ortaya çıkan eserler bu cümleden. En önemlisi de Konya Ansiklopedisi.

Adeta bir yarış var; Bursa Büyükşehir Belediyesi de büyük süratle ve kalabalık sayıda yayın yapıyor. Artık birçok şehir bunu izliyor. Sadece nüfusu milyona yaklaşan şehirlerin belediyeleri değil daha küçük belediyeler de şehir ve bölge tarihleriyle ilgili arşiv kayıtlarını, edebi eserleri ve baskısı bulunmayan eski kitapları yeniden yayınlıyorlar. İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir üzerine yapılmış tezleri ele alıp bastırdı. İstanbul Üniversitesi’nin değerli tarih üstadı Mübahat S. Kütükoğlu’nun İzmir ve bölgesi üzerine çalışmaları yayınlandı.
Bu tip eserler herkesin ulaşabileceği türden kitaplar değil, fakat internet üzerinden takip edilirse belediyelerden bulunabiliyor. Herkes kendi bölgesi için bu gibi yayınları almalı. Bu şekilde yazarlar ve kurumlar teşvik edilmiş olur.

Kitaba dokunmanın hazzını muhafaza etmemiz lazım
Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celâl; internette kitap satışlarının artmasıyla şehirlerdeki kitapçıların zor günlere girdiğini ve kapandığını söylüyor, doğrudur. İnternetten satışla insanların evine istedikleri kitapları getirmesinin büyük kolaylık sağladığı bir gerçek. Ama bu arada önemli bir iş sektörü ortadan kalkıyor. ABD ve bilhassa Avrupa bunu uzun zamandır yaşıyor. İran gibi ülkelerde Tahran başta olmak üzere küçük şehirlere kadar her yerde dizi dizi kitapçıların yaşaması bir istisna.

Sohbet mekânı
Bu yeniliğin getirdiği kolaylık bir yana, hayatımız ve kültürümüzün bir bölümünde yıkım yaşıyoruz. Bizim kuşak sahaflara gider, bilhassa taşrada kitapçılara oturur, akşam saatlerini orada geçirir, bir-iki kitap alır, bolca da edebiyat-tarih sohbetlerine katılır çıkardı. Kitapçı dükkânında sanıldığının aksine günlük siyaset makbul tutulmazdı. Bugün İstanbul’da artık böyle mekânlara pek rastlanmıyor.
Kitaplara internet üzerinden ulaşmakla kitapçıda dokunarak almanın aynı şey olduğunu söylemek mümkün değil. Kitapçı dükkânları için vergide özel indirimlere gitmek ve internet satış siteleriyle rekabetlerinde yardımcı olmak gerekiyor. Fransız Parlamentosu’nun bu konuda çıkardığı kanun ilginç. Çünkü insanların kafelerin dışında derin sohbete giriştikleri yerler, Paris’te de, Fransız taşrasında da küçük kitapçılardır. Bir yandan Berlin’deki ikinci el kitapçılar birbirini ardına ortadan kalkıyor. Kitapçı dükkânının Alman şehirlerindeki fonksiyonu değişiyor.

Kitap basımı hâlâ pahalı. Bu nedenle küçük yayıncıların ve kitapçıların da yaşaması lazım. Batı Avrupa’daki yayın tekelleşmesinin benzerinin Türkiye’de önünün alınması gerekiyor. Çünkü yayıncılıkta büyük şirketler hayata girdiğinden beri tekelleşme başladı. Bir müddet sonra edebiyat zevkinde, dünya görüşünde de yönlendirme bunu izledi. Batı dünyası basılı kitabı terk edebilir ama bizim için bu gelişme henüz çok erken ve büyük mahzurlar yaratır.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr