Sevgili Ahmet, En son içerideki gazeteciler için fotoğraf çektirdiğimiz akşam görüşmüştük senle. Güzel de fotoğraf olmuştu doğrusu.

Herkesin yüzü gülüyordu. Hem bir araya gelmenin güzelliği, hem de içeridekilere bir selam gönderebilmenin keyfi vardı hepimizin yüzünde. Ama o gecenin sabahında; o fotoğrafın çekilmesinden çok değil birkaç saat sonra, evine gelip seni gözaltına aldılar yine. Tutuklu gazetecilere selam gönderdiğimiz gecenin sabahında oldu bu. O fotoğraf gazetelerde, senin tutuklanma haberinle birlikte yayımlandı... Sevgili Ahmet, Biliyorsun adaletsizliğin çok olduğu yerde gerçekler sevilmez. Adaletsizliği örtmek için sürekli yalan söylenir çünkü. Şimdi yine birileri; yaptıkları adaletsizlikler duyulmasın, görülmesin, konuşulmasın istiyor. Bunun için de kendi yarattıkları bir yalan denizinde yüzüyorlar. Ama gerçeklerin suya batırılan dal parçası gibi, bıraktıkları anda yüzeye çıkacağını çok iyi bildikleri için, seni ve diğerlerini ellerinden geldiğince konuşturmamaya, gözden uzak tutmaya, tecrit etmeye çalışıyorlar. Önceki tutukluluğunla ilgili söylenenleri hatırlıyorum da; hani şu “Gazetecilikten tutuklanmadılar” manşetlerini, “Bazı kitaplar bombadan daha tesirlidir” açıklamalarını filan. Değişen bir şey yok, tarih tekerrür ediyor. O zaman da aynı kişiler, içeride gazeteci olmadığını, içeridekilerin terörist, soyguncu, çocuk tacizcisi olduğunu söylerdi, şimdi de aynısını yapıyorlar. Hayır aynı olduğunu biz görüyoruz da bunları diyenler görmüyor mu? İnan asıl şaşırdığım, hayret ettiğim konu bu. “Yahu aynı haksızlıkları aynı yöntemlerle ikinci kez yapıyorsunuz bari biraz yaratıcı olun üstüne bir şey katın” diyeceğim, sonra diyorum ki ben kime konuşuyorum! Bakıyorsun; eski tetikçilerin bazısı içeride, bazısı kaçmış gitmiş.

“Bakın o iftiraları yazarken o manşetleri atarken bir düşünün, yarın sizin başınıza da aynısı gelebilir” diyeceğim; hani sen diyorsun ya “Bugünün tetikçileri yarın Silivri’de olacak” o da boş. Hiçbiri anlamıyor! Sanırım vicdanı aldırırken muhakeme yetisi de kayboluyor. Veya tam tersi, muhakemeni körelttiğinde vicdanın sıfırlanıyor. Galiba bu daha doğru. Çıktıktan sonra sana anlatmıştım. 2011’in 3 Mart sabahı polisler senin eve gelip aramaya başladığında okula da gelmişlerdi. Aramalar sırasında nereye neler koyabileceklerini çok iyi bildiğimizden ben de atlayıp hemen okula gitmiştim.

Arama tamamlandıktan sonra toplantı masasının üstüne yığılmış CD’leri, kâğıtları numaralandırıp kayda geçiriyorlardı. O sırada duvara asılı televizyonda sen ve Nedim’in gözaltı haberlerini izliyorduk. Canlı yayın saatlerdir devam ediyordu. Bir ara birlikte ekrana bakarken arama ekibinin başındaki cemaatçi komiser bana dönüp biraz şaşırmış bir tonda “Biz bu Ahmet Hoca’nın bu kadar gürültü çıkaracağını tahmin etmemiştik, bugüne kadar da tanımıyorduk zaten” demişti. Ben de en hain yan bakışımla adama dönüp “E iyi, tanışmış oldunuz işte” diye cevap vermiştim. Sanırım o dönemin “The Cemaat”i o günden sonra seni bayağı iyi tanıdı. Ama belli ki ortakları daha tam tanıyamamış. Attıkları iftiraların gün gelip ayaklarına dolanacağını henüz öğrenememiş. Merak etme gün gelir hepsi öğrenir... Diyeceğim şu ki Ahmet; ne kadar gizlemeye çalışsalar da sen ve senin gibi gazeteciler sayesinde gerçeklerin az veya çok bir parçası o yalan denizinin yüzeyine vuruyor. Dışarıda da o gerçekleri gören binler, yüzbinler değil, milyonlar var. Senin içeriye girerken dediğini ben şimdi sana tekrarlıyorum: Asla enseyi karartma! Ummadığın kadar yakın bir zamanda yine birlikte sokaklarda olacağız, hem de eskisinden daha iyi günlerde. İnsancıl şakalarını özlüyorum, yanaklarından öpüyorum kardeşim

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr