Bu yılki 7. Malatya Uluslararası Film Festivali valilik tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edildi ancak biz festivalin onur ödülüne değer görülen Halil Ergün’le söyleşimizi iptal etmedik. Ergün’ün Anadolu Hisarı’ndaki evine konuk olduk.

Eski söyleşilerinde yazılan giriş yazılarında onun için “tatlı, espirili” gibi tanımları okuyunca buluşunca sakin ve esprili bir Ergün göreceğimi tahmin ediyordum. Ama o da ne! Ergün öfkeli, agresif. Çoğu kez elini masaya vurarak ve yüksek sesle yanıtlıyor sorularımı. Çok kızgın. En çok da ölüme, öldürmeye ve öldürülmeye olağan baktığını söylediği topluma kızgın. Artık “Bir dakika” diyor ve ekliyor: “Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.”

Ergün, tatlı-sert. Duygularını kırmızı defterine şiirler olarak döküyor bugünlerde. Bana da okuyor... Onun kızgınlığı çabuk geçiyor, en tatlı-sert haliyle hepimize “gülün, somurtmayın” diyor.

*Valilik tarafından düzenlenen Malatya Film Festivali resmi bir gerekçe gösterilmeden iptal edildi. Siz de festivalin onur ödülüne değer görülmüştünüz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Festivallere çok katılan biri değilim, zaten son dönemde içe kapanığım.

Yetkililer iptal edildiğini bana söylemedi. Arkadaşlarımdan duydum; Türkiye’de böyle kibarlık yok... Süreklilik diye bir şey vardır. Bir festival belediye ye da valiliğin özel tasarrufu değildir. Festival halkın, kentin kültürel ve sanatsal ihtiyacının yansımasıdır. Şenliğidir o kentin. Maalesef Türkiye’de önce kültür sanat alanına vurulur. Böyle hazin bir kaderimiz var.

Festival aracılığıyla sanatçılar halkla temas eder. Gelenektir. Kentler biraz da bu özellikleriyle vardır. Ama halk yukarıdan gelen bu tasarruflara itiraz etmeli. İnsanlar kendi hayatlarındaki taleplerini dile getirmezse bu ülkede hiçbir ilerleme olmaz. Hop demeli. Demokrasi de böyle yerleşir zaten. Yukardan birilerinin sana lütfettiği ve açtığı alanlardan gelen şeyler kolaylıkla geri alınabilir çünkü.

*Topluma yönelik önlemenez bir kızgınlık mı yaşıyorsunuz?

Şikayetim var. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen topluma kızıyorum. Eskiden topluma, kitlelere, halka böyle tepkili değildim. Biz halkın kavgasına kendimizi adamıştık. Ama artık bir dakika diyorum ve Nâzım gibi “Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim” diyorum. Bunu ne bir solcu ne de bir sağcı olarak söylüyorum. Bu memlekette yaşayan ve memleketini seven bir yurttaş olarak söylüyorum.

*Halkın lideri halk mı olmalı? Halkın aradığı ‘kurtarıcı’ bulunamıyor mu?

Kurtarıcılardan, Napolyonlardan çare ummamak lazım. Aman bizi anarşiden kurtarsın, aman bizi şundan, bundan kurtarsın ekmeğimizi versin diye arayışa girilince karşına astığım astık kestiğim kestikler çıkar.

Film yapmak fetişi

*Festivallerden devam edelim. Festival filmlerinde şöyle bir çıkmaz var; sürekli bireyin buhranlığı, yalnızlığı üzerine filmler çekiliyor. Yaşadığımız onca toplumsal olay neden perdeye yansımıyor?

Önemli bir soru. Festival filmlerini pek izlediğimi söyleyemem, ama film yapılmasını savunuyorum. Her şeye rağmen film çekiliyor olması sevindirici. Bunalan ve of çeken Tanrı gibi filmler de çekilebilir ama Türkiye’deki bireyin şahsi bunalımının ne olduğunun tahlilini iyi yapmak lazım. Ekmeğin aslanın ağzında olduğu, ekonominin allak bullak olduğu, geleceğe dair umutlardan emin olunmadığı bir atmosferde tüm bunlardan uzak şahsi bir buhranlık her şeyden uzak demektir. İnsanın şahsi halllerini allak bullak eden binlerce durum yaşanıyor Türkiye’de. Burada bir nokta var; genç arkadaşlar film yapmak fetişiyle film yapıyorlar. Ve Türkiye’de film kolay çekiliyor. Üç arkadaş yan yana gelip üç kuruşu birleştirip film çekiyor ama film ağır sancılar üzerine oturmuyor genellikle. Bir sanatçının ağır sancısı nedir bugünkü Türkiye’de? Sancın varsa film çek kardeşim. Şahsi hikayelerin, derin acıların varsa film çek. Bir romancı, bir şair de öyle yazar.. Başkalarını anlatmak çocuk oyuncağı değil. Kendi niyetine göre anlatamazsın kimseyi. Tabii Türkiye’de toplumsal gerçekliği anlatmak her zaman özgür hareket imkanı istedi. Türkiye giderek yasakçı bir ülke haline geldi farkında değil misiniz?

*Siz farkında mısınız?

Şimdi siyasi yanımı tahrik etmeyiniz. (gülüyor) Burada yaşayan bir yurttaş olarak ölüme, öldürmeye ve öldürülmeye bu kadar olağan bakan bir hali kabullenemiyorum. Komşumun çocuğu, akrabamın çocuğu, asker, dağdaki çocuk ki onlar da çocuklar, onlar da annelerin-babaların çocukları... Kimse bana “teröriste acınır mı?” demesin. Yanarım. O da bir can, o da bir insan. Onun da ayrı bir açıklama biçimi var. Asıl mesele şu; ölüme, öldürmeye ve öldürülmeye bu kadar olağan bakan bir yaklaşım olamaz. Doğuda hendek açmışlar; burada kim haklı kim haksız tartışabilir ama orada sivil çocuklar öldürüldü. Bu bir insanlık suçudur. Sadece kendine bakıp “bugün de kurtuldum” diyen bir toplum olur mu? Bir cinnet halidir bu. Çocuğunun bir yeri kesildiği zaman kıyameti koparan anne, televizyonda ülkenin dört bir yanındaki ölümleri görünce kafasını döndürüp tekrar yemek yiyebiliyor.

Filmler buralarda da gezinmelidir.

*Siz film çekecek olsanız neye odaklanırsınız?

Toplumun, ölüme, öldürmeye ve öldürülmeye bu kadar olağan bakmasına eleştiri getiren bir film çekmek isterim.

‘Son seçimde HDP’ye oy verdim’

*Yıllar önce “AKP’ye oy verdim. Başbakan’ı diğer politikacılara göre daha sahici bulduğum için seviyorum” dediniz ve aforoz edildiniz. Bu demece dair neler söylemek istersiniz?

Kimsenin aforoz etmesi umrumda olmadı. Bunu yazın ama. Ben ne yaptığını çok iyi bilen bir adamım. Benim hayatım faturalarla geçti bu toplumda. Beni aforoz etmeye çalışanların alnını karışlarım. Başka türlü düşünebilen bir adamı mahkum etme hakkına sahip misiniz? Bu faşizanlık değil mi? Onlar böyle oldukları için Türkiye bu hale geldi. Faşist olmak için şu partiden şu kurumdan olmak gerekmiyor. Hayata bakıştır, insana bakıştır, yorumlama biçimidir faşizanlık. Önce bunu öğrenecekler ondan sonra ahkam kesecekler. Bissürü kıçını toplayamayan zibidi bana dönek diyerek afaroz etmeye kalkışacak! Defolup gitsinler bu ülkenin yakasından. Cerencim bu ülkenin bütün siyasal ortamlarında bulunmuş bir adamımı ben. İçerisi, dışarısı, sorgusu, hapishanesi... Yasakçı tavra karşıyım. Bizim dışımızda da doğru düşünenler doğru davrananlar olabilir. Bu esnekliği yakalamamız lazım.

Solcu dediğin zaman faşist olmaz diye bir şey yok. Kadına, Alevilere, Kürt meselesine, Ermeni meselesine bakışın, eşcinsele bakışın bütün bunlar belirler solculuğunu, demokratlığını, aydın olmanı. Yani ötekileştirmeye karşı...

Bir televizyon programında oy verdiğimi söyledim o nokta alındı sadece halbuki daha neler söylemiştim, onlar niye konuşulmuyor?

*Evet biliyorum, o programda Başbakan’ın “Muhteşem Yüzyıl” dizisine yönelik tutumunu da eleştiriyorsunuz hatta dizinin danışmanı da o programda konuk olmasına ve yorum yapmamasına karşın...

Başbakanı ağır bir biçimde eleştirdim de. Kim yapabilmiş bunu televiyonda. “Sen işine baksana” dedim Başbakana. Kutluğ Ataman AKP’ye oy verdiğini söyleyince birden oy verdiğim geldi aklıma. Söylemesem kendime hesap veremezdim Ceren. Öyle düşün. Söylemezsem ikiyüzlü hissederdim kendimi. Ben de oy verdim dedim. Anlattım da neden oy verdiğimi. Mutlak bir fanatik halim yok. Ben AKP’li olmadım. Dünyanın değişmesini savunan bir insanım. Tayyip Erdoğan’ın sahiciliğini yerli olma anlamında söyledim; Kasımpaşalı, futbolcu ve sokağın sesi gibi yorumladım. Bu ülkenin ilk kez bir Başbakanı Çingenelerle toplantı yaptı. Dersim katliamı için özür diledi. Çözüm sürecini başlatması, AB süreci vs. Bunlar bana her zaman sempatik yaklaşacağım ve onaylayacağım yaklaşımlar olarak geldi. Ha samimi değildi diyebilirsiniz, bu onun meselesi. Aslolan bir Başbakanın bu meseleleri ilk kez çıkıp söylemesidir.

*Neden oy verdiğinizi anlattınız peki bugün nasıl bakıyorsunuz?

Oy vermedim bir daha.

Bir de yetmez ama evet meselesi var

*Evet...

Ben darbelerin hapishanelerinden, işkencehanelerinden, mahkemelerinden geliyorum Kime neyi anlatıyorlar.... 12 Eylül darbesinin dayattığı anayasayı değiştirmek için bizim sözümüzü vardı bu halka. “Milli Güvenlik Kurulu üyeleri ölünceye kadar yargılanamazlar” diye bir madde vardı. 15. madde. Hiç “yetmez ama evet” demedim, doğrudan evet dedim. Evet dedim ve o maddeden sorumluların yargılandıklarını gördüm. Kendilerine göre öyle yorumlarda bulunamazlar, adamın alnını karışlarım. Kıçınızda pireler uçuşurken biz hesap veriyorduk bu ülkede, hapishanelerde, işkencehanelerde... Ben 12 Eylül anayasasına o gün de hayır diyenlerdenim.

*Peki bugün?

Bugün hiçbir ortak yanım yok. Yapılanlara keskin bir muhalif tavrım var. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanı’nın, cumhurbaşkanlıktan sonraki tasarruflarına hiç ama hiç sıcak bakmıyorum. Tamam halka ya da parlamentoya gitsinler evet çıkarsa Başkanlık sistemi kurulur ve öyle takip ederiz biz de. Eski yasa ve kalıplarla yeni Cumhurbaşkanlığı uygulamasını hiç doğru telakki etmiyorum. Kibarca belirtiyorum.

Şimdi sırtımı dayayacağım siyasal bir cephem yok benim gibi düşünenlerden başka. Ama bugün AKP’ye oy vermem. Son seçimde HDP’ye verdim. Doğu’daki acıları kalbimde duyuyorum ve bunun için Kürt olmam gerekmiyor.

DARBE ŞİİRİ

‘Yine kıvranıyor şu kavruk memleketim’

*Türkiye’nin geleceğine dair güzel umutlarınız var mı?

Bissürü mesele berrak değil. Darbe girişimini savunmak mümkün mü? Bunun sebepleri çıkmıyor ortaya, hesap veren yok doğru düzgün. O gece için şiir bile yazdım. “Darbe” adı. “Yine kıvranıyor şu kavruk memleketim / ... Dün gece kalkışmada ben de vardım / Bir takvim düşmeliyim kendime / O hoyrat saatlerde dikilip kalmışım odamın ortasında / Kapılarım kilitsiz açılıp saçılmış kahrımın penceresi, omuzlarımda.../

Biz bir zamanlar “güzel günler göreceğiz çocuklar” şiirini söyleyebiliyorduk. Bunu şimdi kimseye yutturamıyorsun çünkü insanlar artık çocuklarının yarın sabahki geleceğini düşünüyor. Kimse hayatını erteletmek istemiyor. Sanat yaparken de siyaset yaparken de bu durumu hesaba katmalıyız. Bu ülkenin vicdana ve izana ihtiyacı var. Bunları yazınınız abi. Kimseye biat etmem. Hiç üstün insan ve kahraman aramadım hayatımda. Estetik anlaşıyım da böyledir.

‘İnsan tek başına artı değildir’

*Agresifleşmişsiniz....

Travma yaşıyoruz bu ülkede...

*“Son dönemlerde biraz içime kapanığım” dediniz. Neden?

Biraz yorgunum. İstanbul’dan gitmek istiyorum. Kasabaya, çiftliğe, doğaya dönmek istiyorum.

Eskiden gece hayatımız vardı, gezerdik. Artık o da yok. Beni çok içiyor zannediyorlar ama hiç öyle değil. Bi kere paparaziler yakalayınca “içki içen adam” oluyorsun.

*Bir kare bütün bir film gibi görülüyor....

Aynen öyle. Tek başıma hayatımda bir kadeh içmedim. Paparaziler, “Yaprak Dökümü” dizisi zamanı azıtmışlardı.

*Yaprak Dökümü’ndeki “Aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın” tavrı sosylojik bir vaka gibi..

Bir ailenin iç dünyasını anlatan bir cümleydi. Bütün ailelerin istediği bu değil midir? Çoğu şeyi örtbas etmek için aman tadımız kaçmasın tavrı...  Ama Türkiye’nin keyfi yok. Ağzımızın tadı bozuldu. Ama bütün eleştirilerime rağmen halkımız doğru kararlar verir. Büyük ve derin bir toprak burası. Dilerim iyi olacak her şey ve biz de göreceğiz.

Sinemada bile oynadığım rollerde bir karakteri artısı ve eksisiyle açıklamaya çalışırım çünkü insan tek başına artı değildir. Tek başına eksi de değildir.

*Zaten sanat en çok bunu söylemeye çalışmaz mı?

Evet. Bir adam beş tane adamı devirir bazı filmlerde. Faşizan bir şey. Nah devirirsin.

‘Ülkeyi yönetenler gülsün biraz’

*Günleriniz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?

Bir film, bir oyucunculuk izliyorum kabarıyorum, müthiş kaşınıyor her tarafım. Oynamak istiyorum yani. Şiirler yazıyorum. Ailemle görüşüyorum. Sevdiklerimle buluşuyorum. Vücudumla uğraşıyorum taze ve genç kalmak için.

*Mesela?

Kendimi tazelemek için sağlık kampı gibi programlar yapacağım. Vücudum için yapacağım.

*Hırslı mısınız? Yapacağım, edeceğim diyorsunuz daha tok bir sesle...

Hiç hırsım yok, ama karar verdim mi yaparım. Mesela sigarayı bırakacağım dedim ve 15 gün sonra bıraktım. 15 yıldır da ağzıma sürmüyorum.  

*Bir insanda en çok neye kızarsınız?

Vicdansızlığa.“Yapan kendine yapar” derdi babam. Aynen yapan kendine yapar abi. İnan ki bu böyle. Ama bu ülkenin en çok yaşatması gereken yanı vicdandır. Birsürü meselede herkes herkese karşı. Ülkeyi yönetenlerin daha güleryüzlü daha şefkatli, vicdanlı olmalarını istiyorum.

Seçimle iktidara gelen hiç kimsenin bu memleketi, bu toplumu germeye hakkı yok. Gülsünler biraz. İçindeki çocukları çıkarsınlar. Oldum olası kelli felli adamlardan korkarım.

‘Asıl mesele oynadığınız rolle sevişmektir’

*Oyunculuğunuzda başrolü gözlerinize verdiğinizi biliyoruz. Başka?

Oyunculuğun temel meselesi kendini çok iyi tanımaktır. Kendini tanımazsan başka bir karakteri oluşturamazsın. Başka karakteri oluşturamazsan kendini oynarsın hep. Önce senaryoyu okurum. Sonra bana önerilen karakteri yorumlamaya başlarım. Kesin kararlar vermem. Küçük küçük renkli fırçalar atarım karakterin inşaası için kafama ama fluedir bunlar. Çünkü sette, yönetmenle, mekanla, oyuncularla kendini bulur karakterim.

Gene de asıl mesele oynadığınız rolle sevişmektir... Olumlu, olumsuz.

‘İnceliğin sesidir aşkı besleyen’

*Aşk hayatınızda yaşadıklarınızdan öğrendiğiniz ne var?

Şu an hayatımda kimse yok, daha doğrusu vardı ayrıldım. İnsanın ayrılamadığı bir tek annesi var. Yalansız affeden bir tek anne var. O gidince yalnız kalıyorsun. Aşk ayrılıkları yalnız koymaz insanı.

Sana bir aşk şiiri okuyayım.

*Şiir okuyayım, yeni ayrıldım hüzünlüyüm diyorsunuz yani...

“Cansuyum benim / nefesim / bıkmadan seni haykırıyorum içime / unutma güzel olandır aşkı besleyen / derin olandır / bir de inceliğin sesidir aşkı besleyen / yok etme kendini bana / çünkü sen yoksan tarifsiz../

*Bir kadına mı yazıldı bu şiir?

Herhalde kime yazılacak?

“Seviyorum seni” diye bir şiirim var; “Bazen çocukluğum gibi seni sevmek / sabırsız / ama artık devran dönmeli / havalanmalı sığıntı kuşlar / yıkılmalı duvarın / bana seni vermeli elin / itaatsiz öpüşmelerle gelmeli yüzün / başını döndürmeli nefesin... /

*İtaatsiz öpüşmeler diyerek aşkta da biat etmiyorsunuz galiba?

Aynen öyle. Kavgasını veririm aşkın. Ama hiçbir şey yerinde durmuyor, eskiyor her şey. Aşk aslında insanın kendine dönüklüğüdür.

*Aşk başkası üzerinden kendimizi sevmemiz değil midir?

Karşıdan gelen kimyayla senin kimyan hareketleniyor ama sonra eskiyor o kimya. Üniversite döneminde flört ettiğim kız arkadaşımı geçen gün gördüm. “Halil” diye seslendi. O kız artık başka bir kız biliyor musun?

*Çünkü siz başka birisiniz.

O zamanki kızı sevmişim çünkü.

 

 

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr