Başkent’te 4 ay aradan sonra yine terör saldırısı.

Bu kez tren garı değil, şehrin kalbi; Ankaralıların ‘Devlet Mahallesi’ olarak bildiği bölge. Önemli devlet kurumlarının, genelkurmayın, kuvvet komutanlıklarının, yeni başbakanlığın bulunduğu yer; Devletin askeri merkezi adeta…

Bombalı aracın hedeflediği kavşak belli ki özellikle seçilmiş. Mesaj verilmek isteniyor. Nedenini bulmak için çok derin düşünmeye gerek yok.

Son birkaç aydır askerin ve polisin PKK terörüne yönelik Doğu ve Güneydoğu’da çeşitli il ve ilçelerde yaptığı operasyonlar, silahlı kuvvetlerin Suriye sınırındaki eller tetikte bekleyişi. Ara ara duyduğumuz sınır hattında bölgesel operasyonlar…

Bunların hepsi resmi izinlerle yapılan, siyasi iradenin talepleri doğrultusundaki güvenlik operasyonları…

Gelelim yine Ankara patlamasına: Yer alelade seçilmiş değil; karar mekanizmasındaki en yüksek askeri merkezlerin olduğu cadde; asker, içeride PKK terörüyle şehirlerde mücadele ediyor, dışarıda hem ithal terör örgütleri hem de sınırları koruyor ve olabilecek yeni oluşumları engellemeye çalışıyor.

Bombanın patladığı yer, yeni başbakanlığa da yakın; metrelerle ifade ediliyor. Siyasi iradenin merkezi. Tartışılıp iç ve dış politikaların üretildiği, alınan kararların uygulandığı önemli bir merkez…

Meclis de yakın buraya. Milletin vekillerinin bulunduğu, sert tartışmaların yapıldığı, yasaların kabul edildiği demokrasi mekanı. Hatta sınır ötesi tezkereler de orada görüşülüp, karara bağlanıyor. Irak ve Suriye tezkereleri de yine Meclis’te kabul gördü.

Güvenlik Zirvesi’nin tarihini de unutmamak gerekir. 17 Şubat 2016’da akşam 18.33 bombayı patlattılar. Aynı akşam Ankara’da güvenlik zirvesi vardı. Tesadüf olamaz.

İç ve dış güvenliğin konuşulacağı akşam, güvende değilsiniz mesajı mı verilmek istendi? Tesadüf olamaz.

“Hadi burada patlatayım” denecek rastgele bir durum yok ortada… 28 vatandaşın yaşamını yitirdiği lanet olası vahşetin detayları ortaya çıktıkça siz de kurgu yapıyorsunuz kafanızda… Saatin seçimi, servis araçlarının çıkışının gözlemlenmesi, hatta kırımızı ışıkta beklenileceğinin dahi hesap edilmesi. Bunlar çalışılmış, keşif yapılmış izlenimi veriyor…

Peki kim yaptı? Artık geliştirilen politikalarla o kadar çok karşı safta örgüt ya da devlet var ki hangi birini sayacaksınız:

Önce ilk akla gelen içerideki resmi terör örgütleri: PKK, DHKP/C, MLKP, TİKKO…

Dünyanın terör örgütü görmediği, Türkiye’nin PKK’nın Suriye kolu dediği bir örgüt: PYD/YPG…

Suriye’den ithal yine sabıkalı resmi terör örgütleri: IŞİD, El Kaide…

Ateş çemberi içinde sınırlarımızın etrafında ve coğrafyamızda ittifak yapabileceğimiz tek bir devlet de kalmadı. Hepsi ile sorunlu, gemileri yakma noktasındayız. Bunların güçlü, başka ülkelerde taşeronlara iş yaptıracak, kan akıttıracak ünlü istihbarat örgütleri de var.

İran; Suriye’den dolayı ilişkiler kötü.
Suriye; Esad’ın varlığından dolayı ilişkiler bitmiş durumda. Esad rejimi, Türkiye’yi savaşın tarafı görüyor.
Rusya; Suriye’den dolayı ilişkiler dondu.
Ermenistan; doğuda ilişkiler bilindiği kadarıyla minimum düzeyde. Rusya oraya da askeri yığınak yaptı.
ABD ile PYD’den dolayı ilişkiler kopma noktasında.
İngiltere; iyiymiş gibi görünüyor, ne var ki içinde bulunduğumuz coğrafyanın görünmez en etkin ülkesi. ABD’nin de en yakın müttefiki.
Almanya; derdi mültecilerin kendi ülkesine ve Avrupa’ya akın etmemesi, Türkiye’yi para ile razı ettiğini düşünüyor şu anda, Türkiye’nin de bu kirli pazarlığı kabul etmiş havası var.
Irak; ilişkiler hem kuzey Irak petrolleri, hem Türk askerinin varlığından dolayı kötü.
İsrail; ilişkiler donuk, düzelmesi için adımlar atılıyor. Ancak İsrail ve ABD ikiz kardeş. Aslında ABD, İsrail ve İngiltere üçüz kardeş gibi…
Mısır; seçilmiş Mursi, Sisi askeri darbesi ile indirildikten sonra ilişkiler koptu.
Libya; ilişki yok gibi. Türkiye başka bir grubu destekliyor.
Kuzey Irak; Barzani ile ilişkiler iyi ama Mesut Barzani’ye nasıl güvenilebilir ki? Zaten gücü ne? Sıkıştığı anda dönebilecek bir kimliğe sahip. Yadırgamamak gerekiyor, 40 yıldır bu kanlı coğrafyada ayakta kalması da bu politikanın bir sonucu, başarısız diyemeyiz.
Ortadoğu coğrafyasında böyle bir durumdayız; yabancı istihbarat örgütlerinin, uygun ortam bulduğu her an, her şeyi, kötü niyeti olan herkese yaptırabilecek güçleri mevcut. Terör saldırılarını taşeronlara hallettirebilecek alan kabiliyetleri var Türkiye’de, bunun farkındalar. Çünkü ülkenin karışık ve birlikten uzak iç yapısı buna müsait.

Keza, terör örgütleri de: Kim, kiminle ortaklık yapıyor, kim kiminle nasıl bir kumpasın içinde ve kim, kiminle, şu anda nasıl başka bir kan akıtma, can alma senaryosu veya planı hazırlığında?

Masum ölümlerin sonuçlarını yaşıyoruz şu anda, ama nedeni yazmayalım mı? Konuşmayalım mı? Kiminiz sırası değil diyeceksiniz, acımız büyük, susalım sonra konuşuruz telkininde bulunacaksınız.

Ama yeter! Bu kaçıncı kitlesel terör eylemi… Reyhanlı, Suruç, Diyarbakır, Ankara, Sultan Ahmet ve yine Ankara… Masum insanlar artık terör ithal eden ülkede hayatlarını kaybediyorlar. Yarın ne olacak, nerede, ne yapacak bu örgütler?

Geç olmadan artık konuşmalıyız. Eğer her terör saldırısından sonra devleti yönetenler bildik ve ezberlediğimiz cümlelerle karşımıza çıkıyorlarsa ve hala bir sonuç alınamadıysa artık onlara şunu hatırlatmak gerekiyor: Bir kere de bu milletten özür dileyin. Politikalarınız gözden geçirin.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Suruç patlamasında, “Bu vahşeti işleyenleri şahsım ve milletim adına lanetliyorum, kınıyorum.” dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu Ankara patlamasında, “Hükümetimizi DAEŞ’e (IŞİD) destek verir gibi gösterip halkımızı kışkırtanlara da çağrı yapıyorum. Türkiye her zaman gerekli tedbirleri almıştır. Halkımızı sokağa çıkmaya davet edenler, yeni çatışma ortamına çekmeye çalışanlar bu terör örgütünle iş birliği yapanlardır.”

Ve bugün ikinci Ankara patlamasında:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Verdiğimiz kayıplar sabrımızı zorlamakta. Ahlaki ve insani hiçbir sınırı olmayan bu saldırıları gerçekleştiren piyonlarla ve onların arkasındaki güçlerle mücadelemizi, her gün daha kararlı bir şekilde sürdüreceğiz.”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Asla geri adım atmayacağız…”

Meclis Başkanı İsmail Kahraman, “Huzura kastediyorlar…” cümlelerini kurdu. Geçmiştekilerden farklı değil sözler.

Lanet olası benzer vahşetlerse sürdü. Yönetenlerin öncekilerden farklı olmayan açıklamaları devam etti. Yani önümüzdeki günler, benzer patlamaları, ölümleri yaşama olasılığı yüksek olan günler… Sadece açıklamalar olsa iyi, atılan adımlar da aynı, birbirinin kopyası. Başbakan ve Cumhurbaşkanı programlarını iptal etti, detaylı güvenlik zirvesi yapıldı. Tıpkı önceki vahşetlerde olduğu gibi…

Bu yüzden ülkesinde güvenli ortam içinde yaşayamayan milletten özür dilemelisiniz. Çünkü karar verip uyguladığınız başarısız iç ve dış politikaların acı faturasını millet ödüyor her defasında. Sizlerse hep aynı sözleri söyleyip, aynı eylemleri yapıyorsunuz. İktidar olup, siyasi ya da hukuki hiçbir sorumluğu üzerinize almıyorsunuz. İçeride ayrıştırıcı ve saflaştırıcı söylemler, dışarıda yanında müttefiki olmayan ülke konumundasınız.

Peki başarılı olduğunuzu düşünüyorsanız, bu belalar neden yaşanıyor? Sadece düşünmeniz için sordum bu soruyu…

Bakın sizlere bir yurttaş olarak önerim: Bir kere de özür dileyin milleten, yeni beyaz bir sayfanın açılmasına vesile olabilirsiniz. Belki içeride ayrıştırılan toplumun ortak acılarda da ortak dili kullanmasına, birlik, beraberlik ve tek vücut olmasına katkı yapmış olursunuz.

Çünkü ülke içinde söylemlerle ve dayatmalarla, cepheleştirme ve ayrıştırılma -iktidar partisi görmezden gelse de- daha da derinleşecek olursa birliği ve dirliği kaybetmiş olacağız. Birliğini kaybetmiş ülkelerse acı da çeker, gözyaşı da döker, duygusal kopuş da yaşar.

Benden yalnızca uyarması…

Portakal.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr