T24'ten Hülya Karabağlı'nın sorularını yanıtlayan Kültür ve Turizm eski bakanı Ertuğrul Günay’ın açıklamaları şöyle:

AYM'nin, gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği karar, önce, AKP'liler dahil, herkes tarafından olumlu karşıladı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan yurt dışına çıkarken "karara uymadığını, saygı da duymadığını" söyledi. Sizce, herkesin baştan olumlu karşıladığı bu karara Erdoğan'ın karşı çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AYM kararlarını, kuşkusuz, herkes beğenmek zorunda değildir. Bu kararlar da, bütün devlet organlarının işlemleri gibi tartışılabilir, eleştirilebilir. Ancak, anayasanın 153. maddesinde açıkça yazılı olduğu üzere "AYM kararları kesindir" ve "...yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını ve gerçek ve tüzel kişileri bağlar."

Anayasa'nın bu açık hükmü karşısında, ülkede Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan kişinin "bu kararlara uymadığını, saygı da duymadığını" söylemesi, kendi adına da, hukuk devleti adına da ciddi bir talihsizliktir. Kendi adına talihsizliktir; çünkü Cumhurbaşkanı göreve başlarken Anayasanın 103. maddesinde yazılı olduğu üzere "Anayasa'ya, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye bağlı kalacağına tarih ve millet önünde, namus ve şerefi üzerine" yemin eder. Açıklaması, bu yeminin çiğnenmesi, yok sayılması anlamındadır.

Hukuk devleti adına talihsizliktir; çünkü hukuk devleti önceden belirlenmiş yasalara uygun olarak bağımsız yargı organlarının verdiği kararlara herkesin uyması ve kurallara uygun davranmasıyla gerçeklik kazanır. Kararlara uymayacağını, hele ilk mahkemenin karara direnebileceğini söylemesi, -Cumhurbaşkanlığı makamına yakıştıramayacağımız bir bilgi eksikliği değilse mahkemeleri, anayasa ve hukuk devletine karşı fiili bir kalkışmaya, bu anlamda -kastın aşılması yoluyla da olsa- suça çağıran bir beyan niteliğindedir.

Anayasa hükümleri bu kadar açıkken, Cumhurbaşkanı'nın böyle bir açıklama yapmasının nedeni sizce ne olabilir?

AYM, bireysel başvuru hakkının kullanılması çerçevesinde daha önce de benzer kararlar verdi. Üstelik bu kararlar, Erdoğan'ın 'savcısı olduğunu' söylediği, bu anlamda siyaseten taraf olduğu davalarla ilgiliydi. Bu davaların sanıkları, bazıları Yargıtay’ca onanmış olanlar dahil, bireysel başvuru hakkından yararlanıp tahliye olurken Erdoğan ve çevresi, suskun kalmayı tercih etti. Çünkü, 17/25 Aralık sonrası olağan gelişmelerin önünü kesmek için, eski yol arkadaşlarını düşman ilan ederken, eski karşıtlarının bazılarına da ödün vermek ihtiyacı duydular.

Şimdi, gazetecilerin tahliyesine yol açan kararlar karşısında seslerini yükseltiyorlar; çünkü bu kararların diğer gazeteci davalarına örnek oluşturmasından kaygı duydular. Gazeteciler bu yolla özgürlüklerine kavuşur ve basın biraz daha cesurca yazıp söylemeye başlarsa, bunu 'Saray çevresinin’ geleceği için tehlikeli bir gelişme sayıyorlar.

'Saray çevresi' dediniz; bu, gelişigüzel kullandığınız bir deyim mi? Yoksa, Hükümetten ve iktidar partisinin bütününden ayırmak için bu sınırlayıcı deyimi bilerek mi kullanıyorsunuz?

İktidar partisinin içinde bu gidişi kaygıyla izleyen çok sayıda insan var. Milletvekilleri, hatta devlet yönetimini bilen sağduyulu Bakanlar, gidişin tehlikeli bir sürükleniş olduğunun farkında.

Daha önce de söylediğim gibi, önceki yılların başarısında büyük payı olan Erdoğan, son yıllarda Parti için taşınacak bir sorumluluk haline geldi. Parti, biraz vefa duygusuyla, biraz da bir özeleştiri sürecinin dağılmaya yol açabileceği kaygısı ve iktidar tutkusuyla bu sorumluluğu paylaşıyor. Ama büyük çoğunluğun bu sürüklenişten hoşnut olduğunu söylemek, gerçeği görmemek olur.

Nitekim, Erdoğan'ın taraf olduğu polemiklerde -saray çevresi dışından- bu tartışmalara katılan partililerin niceliğine -ve hele niteliğine- bakınca, bu derin sessizliği anlayabilirsiniz.

Ama Erdoğan, hem devlet ve hem de Hükümet adına konuşuyor iddiasıyla, iktidarın bütününü temsil ettiği görüntüsü veriliyor. Danışmanlarından biri bu deyimi kullandı. Bu durumda Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında bir ayrımdan söz edilebilir mi?

Cumhurbaşkanı hükümetin başı değil, devletin başıdır. Anayasanın 104. maddesine göre "Türkiye Cumhuriyetini, Türk Milletinin birliğini temsi eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir."

“Devletin ve hükümetin başı” sıfatı sadece 27 Mayıs’ta darbenin lideri Cemal Gürsel için kullanılmıştır. Bu deyim hukuki bir deyim değil darbe sonrası ortaya çıkan fiili bir konumun nitelenmesidir.

Hükümetin başı Başbakan'dır ve Başbakanı yok sayarak ve hükümet adına konuşmaya kalkmak, yetki gaspıdır ve Anayasa kurallarını çiğnemektir. Nitekim, aynı konuda açıklama yapan Hükümet Sözcüsü, Cumhurbaşkanı'nın görüşlerinin 'kişisel' olduğunu söylemiştir ki, bu beyan hukuk önünde daha 'akılcı' bir açıklamadır.

Cumhurbaşkanının tutumunu eleştiriyor, bunun tehlikeli bir sürüklenişe yol açtığını söylüyorsunuz. Türkiye siyaseti hep gerginlikler yaşayageldi; içinde bulunduğumuz ortamın öncekilerden farkı nedir?

Türkiye, topraklarının bir bölümünde adına 'terörle mücadele' demenin artık durumun vahametini anlatmaya yetmediği olaylar yaşıyor. Aylardır güvenlik güçleri, şehirlere kasabalara girebilmek için ağır silahlarla bir savaş veriyor. Her gün şehit haberleri geliyor; yaralıların ve sivil kayıpların sayıları belirsiz.

Sınırlarımız Ortadoğu cangılının tahribatı içinde; ülke, kuralsızların yaşam alanı, vatansızların tampon bölgesi haline gelmiş.

Ankara ve İstanbul'da defalarca ağır kayıplar verilen terör saldırıları yaşandı; yetkililer sadece önlem almakta yetersiz değil, yaptıkları açıklamalar da inandırıcılıktan uzak ve geçersiz.

Bütün bunlardan daha 'elim ve vahim olmak üzere' yurttaşlarımız, artık yaşananlar karşısında aynı acıları ve kaygıları paylaşmıyorlar; paylaşacakları bir sevinç de zaten yok!

Yurttaşlığın temeli duygudaşlıksa, duygu ortaklığımız, kader ortaklığı bilincimiz yok oluyor. Henüz toprak bütünlüğümüz sürüyor gibi görünse de, aslında derinde bir yerde bölünüyoruz.

Bütün bu vahim tablo karşısında ülkede, "devletin ve milletin birliğini temsil etmesi" gereken ve "görevini tarafsızlıkla yerine getireceğine" yemin etmiş bulunan bir makam, bu birliği sağlamak için hiçbir çaba göstermiyor. Kendi siyasi talep ve düşüncelerini anlatmak için muhtarları topluyor, kaymakamları topluyor da, Cumhuriyetin kalbinde onlarca insanın öldüğü bir terör ortamından sonra siyasi parti liderlerini toplayamıyor; millete birlik ve sağduyu çağrısı yapamıyor.

Bu kadar ağır sorunlar yaşanırken, devletin tarafsız olması gereken bir kurum ya da makamı, iktidarı ve muhalefeti sağduyuya çağırmaz, ülkede hukuk tanınmaz, Anayasa'ya bile uyulmazsa, birliğimiz ve bütünlüğümüz korunabilir mi ve nasıl korunabilir?

Hepimiz, hangi siyasi görüşe bağlı olsun ya da olmasın herkes, elini vicdanına koyup bu soruya yanıt aramalıdır. Yoksa, bölünmeye sürükleniyoruz, daha da vahimi bölünüyoruz!

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr