Bir sabah başlayıp gün boyunca sürmüş, önce savcı, ardından hâkim önündeki sorgunun sayfalarca tutanaklarına şimdi bakarken aynı esnada dışarıda olup bitenler canlanıyor insanın gözünün önünde. Gözaltındaki Cumhuriyet yazarlarına ve yöneticilerine yönelik avukat kısıtlaması kalkıp da ilk kez görüştükleri cuma sabahı karşı saatlerinde Türkiye’nin internet muslukları kısılmıştı. Bakıp da internet bağlantısının kesildiğini gören bir Batılı teknik servis falan arar, ama biz biliriz ki bu, Türkiye’de berbat bir şeyin olduğuna delalettir. Oy veren milyonlarca insanın temsilcisi HDP’li vekillerin tutuklanması, Diyarbakır Bağlar’da meydana gelen şaibeli patlama...

Mimarinin politikası gereği devasa caddeler, cüsseli resmi binalar gibi, Adalet Sarayları da bireyi varlığından küçük hissettirmek için inşa edilirler. Bu inşa edenin gösterisidir. Çağlayan Adalet Sarayı’nı hiç gece gördünüz mü? Görmeyin zaten; ne gece ne de gündüz. Sadece işe yarar koridorları florasan ışığıyla aydınlatılmış, ıssızlığıyla yalnız, oksijensizliğiyle soluksuz hissettiren terk edilmiş bir fabrika gibi.

Haberlerden kolaj

Biz duruşma salonuna giremeyenler o koridorları arşınlar, bir o koltuğa, bir diğerine çökerek saatlerin sabaha doğru dönmesini beklerken sorguda Cumhuriyet yazarlarına ve yöneticilerine sorulan sorulara bakıyorum şimdi. Alanımızın hukuk olmayışı keseceğimiz ahkâmı engellemeli değil mi, ama elimizdeki bu tutanaklarda ne kadar hukuk var, o tartışılır. Zamanında hiçbir soruşturma açılmamış haberler yan yana kolajlanmış örneğin. Neredeyse tüm soruların kaynağı olan bilirkişi ise hangi teknik bilgisi yüzünden başvurulduğu meçhul bir şekilde, birkaç saatlik bir internet aramasının sonuçlarını paylaşmış. Gerçekten. Örneğin gazetenin matbaa ve idari işlerinden sorumlu Önder Çelik’e, bilmem kim köşe yazısında Cumhuriyet hakkında şöyle yazmış ne diyorsunuz, diye soruluyor. Ya da Aydın Engin’in “Cihanda sulh, yurtta ne?” başlıklı yazısında ne demek istediği... Çünkü darbe girişiminden iki gün önce Engin’in Yurtta Sulh Konseyi’nin şifresini verdiği varsayılıyor. Sanki “Yurtta sulh, cihanda sulh” bu ülkede ilk kez kullanılan bir cümle. Delirmiyorsak bu da inattan olabilir.

Bir yanık türkü

Sabaha doğru koridorlar iyice boşalıyor, özel güvenlikçilerden biri radyo açıyor ileride, bir yanık türkü... Çağlayan Adalet Sarayı, hukukun bu kadar ufalandığı günlerde dayanacağınız yasa, ilke, kolon, kiriş kalmadığını hissettiğiniz için ürkütüyor. Bu akıldışılıkla aklın yöntemleriyle mücadele etmekte zorlandığınız için oksijensiz hissettiriyor. Olup biten beton kadar gerçekken, bir müsamere duygusu verdiği için ürkütüyor.

Tutuklamaların ardından sinirden gözlerimiz yaşararak döndük Çağlayan’dan. Yürüme mesafesidir; gazeteye yaklaştıkça ayıldık. Bu yazıyı bitirirken aşağıda pazartesiden beri en büyük kalabalık var. Tutuklanan HDP’li vekiller için Şişli’de yapılan eylemden gelenler, Haziran Hareketi ve zaten saatlerdir, günlerdir kapıdan ayrılmayanlar... Ortalık “Kurtuluş yok tek başına...” sloganlarıyla inliyor. Delirmiyorsak o da bundan.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr