Çin’e sakın dokunma;

Pakistan’da köle olarak yaşayan aileler var; bazıları kaçmasın diye ayaklarını kelepçeyle birbirine bağlayan elli santimlik bir zincirle çalışıyor, özellikle aile reisleri, babalar, sevgili babalar. Tuğla ve briket yapımında. Patrona borçlanmış durumdalar ve bu borç hiç bitmiyor.

Kaldıkları insanlık dışı harabelere (ki bunların sahibi de doğal olarak patron) ödemeleri gereken kira ve yemek olarak adlandırmanın abartı olacağı bulamaçlar için kesilenlerden sonra ya geriye hiçbir şey kalmıyor ya da borçlarını on yıllarda kapatabilecek zavallı bir miktar kalıyor. Hindistan’da yalnızca öldüğünde yakılması için yetecek kadar odunun parasını biriktirmek için bir ömür çalışan insanlar var. Dokunulmazlar bir Hollywood filminin adı değil. Hindistan’da dokunulmayacak kadar aşağılık insanlardan oluşan bir kastı anlatan bir kelime bu. Taciz, tecavüz, cinayet işledikleri veya insanlara iftira attıkları için değil, doğdukları andan itibaren aşağılık olarak damgalanmış insanlar bunlar. Birkaç kişiden bahsetmiyorum…

Volkswagen CEO’su bundan yirmi yıl kadar önce Almanya’da bütün çalışanlarına Çin’le yaptıkları anlaşmayı şöyle açıklamıştı: Yeni bir gezegen bulduğumuzu düşünün, yollar var ama otomobil yok.

Bazı konularda farklı düşünsem de “Açık Radyo” şu sıralar dinlediğim tek radyo. Cumhuriyet okuduğum birkaç gazeteden biri. Sendika org, Birgün ve Diken’le birlikte. İMC, kıl ve tüy konularındaki tüyler ürpertici reklamlarına karşın Halk Tv ve diğerleri kapandıkça, Ruşen Çakır ve bu saydığım kaynaklar ve nerede yazısını bulursak İsmail Saymaz, Fehim Taştekin, Mustafa Dağıstanlı ve birkaç yazar daha olan bitenin doğru ve derinlikli bilgisi için tek sığınağımız…

Ahmet Şık yine hapiste ama yine çıkacak, yine yazacak diye bekliyoruz.

Açık Radyo karbon salınımıyla ilişkilendirdiği çok mantıklı bir ekolojik felaket senaryosunu sabahları sıklıkla işliyor. Okyanuslar yükselecek ada devletleri ve sahil kentleri su altında kalacak ve mülteci ve göçmen ve bizim devletin sevdiği tabirle kaçak yüzbinler yola çıkacak falan filan. Açık Radyo’nun bu yorumları beklenebilir, hesaplanabilir tehlikelerle ilgili olduğu için bana hayli eksik geliyor. Bense beklenmeyen ve aklımızın almayacağı, beklenenlerden çok daha yakın tarihlerde ve beklenenden çok daha büyük tahribat yaratacak tehlikeler olacağını düşünüyorum:

Çin ana akım medyanın baktığı yerden bakınca dünyanın ilk üç ekonomisi arasında olan bir ekonomi: ABD, RUSYA, ÇİN…

Benim baktığım yerden olan ve hala olmakta olan şu: Volkswagen CEO’su bundan yirmi yıl kadar önce Almanya’da bütün çalışanlarına Çin’le yaptıkları anlaşmayı şöyle açıklamıştı: Yeni bir gezegen bulduğumuzu düşünün, yollar var ama otomobil yok. Bunu bir yere kaydediniz lütfen. Dünyanın en kalabalık ülkelerinden birini geleneklerinden, tüketim alışkanlıklarından koparıp kapitalist ekonomiye dönüştürüp eklemleyerek sömürmeyi amaçlayan bu ABD ve AB temelli kapitalist yaklaşım Çin’in olumsuz yönlerinden hiç birine (demokrasi, insan hakları, hayvan hakları, ekolojik tahribat vs. vs.) olumlu yönde bir müdahaleyi tasarlamıyor, düşünmüyor, aksine bu olumsuz özelliklerin tümünü insana hakları ve ekolojik sicili çok daha berbat bir hale getirecek bir anlayışı güçlendiren bir yaklaşımı yerleştirmeyi amaçlıyordu. Çin’ ihraç edilen bu batılı kapitalist kötülüklerin en büyüğü de kapitalist tüketim anlayışı olsa gerek. Peki ne oldu geçtiğimiz yirmi beş yılda, otuzbeş yılda. Şu oldu. Çin hiç de ana akım medyanın düzeysiz, boş, aslında artık kimseyi de kandırmayan ve sosyal medyanın karmaşasına, pisliğine ve ve yalanına söylem olarak çok yaklaşmış bayağı haber bültenlerinde söylenenlerin hiç biri olmadı: “Çin şu kadar büyüdü, GSMHsı şöyle oldu, ihracatı şu kadar arttı, Ali Baba şöyle büyüdü, Gucci Pekin’de beş dükkan açtı.” Gibi haberlerin amaçladığı kandırmacanın hiç biri gerçek ve olumlu sonucu olmadı. Olan şuydu: Eski aküleri sökerek ölüm ortalaması mı desem ömür ortalaması mı desen on sekiz yirmi olan on binlerce genç, adlarını Maykıl, Meri falan yapan bond çantalarla alışveriş merkezlerinde dolaşıp hamburger yiyen ve cep telefonunu kurcalayan kişiliksiz ve ruhsuz, geleneklerinden kopmuş yüz binlerce genç oluşturuldu. Otoban ve baraj inşaatlarında hiçbir güvencesi olmadan çalışan (dünyanın en uzun otobanları ve en büyük barajlarından bahsediyoruz) yüzbinlerce genç ve bu otoban ve barajların ve onların üstünde giden Volkswagenlerin yarattığı ekolojik yıkım ve madenlerde ve fabrikalarda insanlık değil ama hayvanlık dışı bir ortamda çalışan milyonlarca genç ve Apple telefonlarını, Nike ayakkabılarını Adidas pabuçlarını Lacoste tişörtlerini üretirken kendini fabrikanın bilmem kaçıncı katından atan binlerce genç ve binaların orta boşluğuna bu insanlar gidip başka yerde ölsün de tazminat ödemeyelim diye firmalarca gerilen ağlar. Olan şey bu işte.

Bu anlatıklarıma benzer bir rezalet ve çöküş zincirinin öyküsünü sayfalarca saatlerce yazabilirim ve bu yalnızca hepimizin depresyonunu arttırır. Çünkü daha susuzluk, erozyon ve hava kirliliğine girmedim ki bildiğiniz gibi değil Çin’in yüzde ellisini kapsayan bir susuzluktan bahsediyorum. Aklınızın alamayacağı, belki yedi katlı bir apartman diye hayal etmeye yaklaşabileceğimiz borularla Çin’in bir tarafından diğerine su aktarılıyor. Nereye kadar.

Su sorunu yalnızca Çin’le sınırlı değil Afrika’nın birçok bölgesinde içme suyu ve tarımda kullanılan su yetersiz. Dünya üstünde iki milyardan fazla insan içme suyu sorunu yaşıyor. Tüm nüfusun neredeyse üçte biri. Hayvanlar ağlayamadıkları için onların kaçta kaçı bu korkunç sorundan ne şekilde etkileniyor bilemiyoruz. Susuz Afrika ülkelerinden Nijer örneğin Boko Haram’ın zulmünden kaçan Nijeryalıların ilk kaçtıkları ülke ve her taraf mülteci kamplarıyla dolu. Bu kamplara her gün binlerle sayılı insan ekleniyor, şartları anlatmamın, insani bir ifadeyle anlatabilmemin olanağı yok. Gelenlerin çoğu öksüz ve belli psikolojik sorunlarla, yaşamanın neredeyse imkansız olduğu sınıra yakın mülteci kamplarında her an sınırı geçip onları katledecek Boko Haram katillerinin beklentisi ve derin korkusu içinde, tecavüze uğramış, yakınları gözlerinin önünde öldürülmüş olarak, dışarı çıkmanın da yasak olduğu bu kamplarda bekliyorlar. Gıda yok, hijyen yok, su yok, umut yok. Nijer aynı zamanda Libya üzerinden Avrupa’ya kaçmaya, girmeye çalışanların da yolu üzerindeki önemli bir istasyon ve Libya artık hiçbir kanunun, hiçbir insani değerin bulunmadığı bir kaos. Burada bir çok insan öldürülüyor veya işkenceye maruz kalıyor, işkenceciler kurbanın ailesinden istedikleri fidyeyi alamazlarsa kurbanı öldürüyorlar. Kongo ve Merkezi Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaşlarda ölen insanların sayısı beş milyondan fazla. Bu iç savaşlarda batılı silahlar kullanılıyor, madenler batılı ülkelere gidiyor. Afrikalılar birbirlerini öldürüyor. Victoria Gölü’nün levreklerini Parisliler tüketiyor, kemikler ve kelleler Afrikalıların şanslılarına gidiyor. Piller ve bozuk çamaşır makineleri Afrika’ya, Nikel, Elmas, Gümüş, Yakut Avrupa’ya.

Aslında tüm olumsuz özelliklerini de hesaba katarak bir dikdörtgen prizma gibi yere oldukça sağlam basan bir Çin’i piramit gibi bir yapıya çevirdi batının acımasız kapitalizmi ya da yatay duran dikdörtgen prizmayı dikine çevirdi. Ya da, bir başka deyişle Çin eskisine oranla çok daha kendine yetemeyen, kendini sürdüremeyen ve dolayısıyla kendisi ve vatandaşları için ve dünya için çok daha büyük bir felaket potansiyeli taşıyan bir yapı şimdi. Piramit denen yapı dibine dikdörtgen prizmaya oranla çok daha fazla yük bindirir. Bu piramidin en tepesinde (atıyorum) beş yüz bin en zengin Çinli var ve bunlar keyfi istediğinde yedi tane birden Porsche alabiliyor. ( mavi, yeşil, sarı, beyaz…) Peki dünyanın kalanında kalan tüm ülkelerdeki zenginler ne kadar Porche alabiliyor (ABD, İran, Belçika, Türkiye vs): Bu kadar değil, tüm Çin’in en tepesindeki kadar zengin beş yüz bin zengin yok. Onun altındaki atıyorum beş milyon zengin de Kaliforniya’da üç tane villa alabiliyor. Onun altındaki on milyon zengin de hayli zengin… Ama daha bir buçuk milyarlık nüfüsun yüzde birini falan saydık. Piramidin en altında kalanlar da işte batının akülerin söküp on sekiz yaşında ölenler, evsizler, işsizler ve korkunç koşullarda çalışan işçiler. Buradaki süper zenginlik oranı tüm diğer ülkelerdeki orana yakın ama Çin’in büyüklüğü tehlikeyi derinleştiriyor. Çin artık kapitalist ekonomilerin bir dev sömürgesi, onları gelişiyorsunuz diye kandıran ve hala iki milyon Suriyeli mülteci ile hesaplaşamayan batı korkunç bir ölüm hazırlıyor hepimize. Çünkü Çin batarken Suriye kadar küçük bir dalga yaratmıyor ve yaratmayacak. Çin bir tsunami yaratacak ve yaratıyor, hepimizin altında kalacağı bir dalga bu, altında kalıyoruz da. Ardından Hindistan, Pakistan gelecek. Her iki ülkede de nükleer silah var. Neyse bu da böyle. Ve bu ülkeler neredeyse savaş halindeler.

Tekrar dönelim Wolksvagen Ceo’sunun olağanüstü zeki belirlemesine: Yeni bir gezegen bulduğumuzu düşünün, yollar var ama otomobil yok. Bırakın otomobili ve yeni kapitalist tüketim anlayışına hayran ve teslim olmuş bir ana akım medya ve Çin gençliği yaratmanın tehlikesini, bir buçuk milyar nüfuslu bu dev ülkede tuvalet kağıdı tüketimini başlatmak bile çok dikkatle hesaplanması gereken gerçek ve çok kapsamlı bir ekolojik değerlendirme gerektirir. Eskiden oldukça geniş bir kitlenin ulaşım aracı olarak bisiklet kullandığı, tabaklarında tek bir pirinç tanesi bırakmayan bir ulus düşünün. Nüfusunun çok önemli bir kısmı kırsalda kendine yeterek yaşayan, olabildiğince kendini besleyen, olduğu kadar bir dikdörtgen prizma ya da küpe benzeyen bir Çin’i piramide dönüştürüp sömürmeye kalkarsanız ya da yatay duran bir dikdörtgen prizmayı dik hale getirirseniz onu Türkiye, Şili, Nijer gibi sessizce sömüremezsiniz, onun yıkılışı bir aysberg gibi olur ve herkes altında kalır. Çin’i sömüreceğiz derken (ki Çin de bu yeni ve çıkışsız yöntemde ayakta kalmak için mutlaka sömürgeler bulmak zorunda.) dünyanın gelecek nesillere kalması gereken tüm potansiyelini ve insani değerlerini de tüketirsiniz.

AB’nin ve ABD’nin veya kapitalizmin sömürgesi olduğunu savunduğumuz (ki bu sömürge sömürgeci olma hali de bu kadar basit açıklanabilecek bir şey değildir, tıpkı Taliban gibi; ABD Taliban’ı yaratırken sonrasını öngörebilseydi vaz geçerdi herhalde, Volkswagen CEO’su da Çin’i sömüreceğim derken olanlar, Almanya’nın ve ABD’nin Rusya ile en iyi böyle baş ederim deyip Taliban’ı yaratır veya desteklerken başına gelen komplikasyonlar da aynı anlayışla düşünülerek kavranabilir) Çin kimi sömürecek İngiltere’yi, Fransa’yı değil herhalde, sömürülecek neresi kaldı, işte yine aynı kıta; Afrika, Çin kendi yurttaşlarını ve tabii ki Afrika’yı sömürecek.

Malezya’da “Happy Land” ülkenin en büyük slamlarından (gecekondu mahallesi diyeceğim ama gecekondu demeye bin şahit ister ve bizim ve Brezilya’nın örneğin gecekonduları Happyland gecekondularının yanında saray gibi kalır) birinde, çok temiz ve güvenilir bir aşçının lokantası öğlenleri dolup taşıyor; günlük toplam kazancı iki Euro civarı, en iyi günde üç Euro kazanan bu aşçının en önemli yemeği daha hallice mahallelerin çöplerinden çıkan yenmiş tavuk parçaları ve sebzenin (sebzeyi taze olarak pazardan alıyor) vogda pişirildiği bir yemek ve müşteriler ne yediklerinin tam bilgisine sahip. Bu da olmasa açız diyorlar.

Meksika ABD sınırında binlerce Meksikalı “Kayote” diye adlandırdıkları kaçakçıların onlara sınırı geçirmesini bekliyor ve bu arada örneğin esrar içmek gibi suçlardan önce Irak, Suriye gibi yerlerde savaştırılan gaziler (ki bazıları ABD’de o kadar uzun yaşamışlar ki İspanyolca bilmiyorlar) Meksika’ya iade edilmiş, yollanmış, sürülmüş ve onlar da ABD’ye geri dönmeyi bekliyorlar. Düşünün vatandaşlık vaadiyle Irak’ta hiç tanımadıkları insanları öldürmeye yollanan gençlere verilen vatandaşlığa kabul sözler tutulmuyor ve üstelik sınır dışı ediliyorlar. Çok farklı El kaideler, çok farklı Boko Haramlar, çok sayıda yeni bireysel ve veya örgütlü intihar ve cinayet, toplu cinayet, kıyım hadiseleri bekleyebiliriz. Bunun ortamı fazlasıyla mevcut. Irak’ta savaştırıldıktan sonra Meksika’ya sınır dışı edilen ve İspanyolca bilmeyen eski çavuş Rodriguez esrar içtiği için ordudan atılmış, ABD vatandaşı olma hakkını yitirmiş ve evsiz bir alkolik olarak sınır yakınlarında bir evsizler barınağında yerleri paspaslıyor. O artık bir çok şey yapabilir artık daha doğrusu her şeyi yapabilir. Uğradığı haksızlık Afganlıların çilesine çok benziyor. Yıllardır ülkeleri İngiltere, Rusya, ABD ve aklınıza gelebilecek her tür sömürgeci ülkenin fiili işgali altında, her gün bombalar patlıyor ve yüzbinlerce anasız babasız çocuk hiçbir insani değerin olmadığı bir yolculukla Avrupa yolculuğuna çıkıyor. Sonra Edirne’de cinayet kurban gidiyor, Midilli sahiline boğulmuş zavallı bedeni vuruyor, Belgrad’da hapse giriyor, Budapeşte’de işkence görüyor.

Tekrar Çin’e dönersek ki aslında konudan hiç uzaklaşmıyorum; konu özünde şu. AB, ABD, Kanada veya Brüksel’de yapılan güvenlik toplantılarının, sınır duvarlarının ve bütün tedbirlerin, parmak izi ve gözbebeği tanıma makinalarının hepsi boş. Bu korkunç sömürü düzeni sürdükçe gelecek hiçbir umut barındırmıyor. Çünkü AB ve ABD Çin’i sömürmeye kalkarak bir ekonomik rakip yarattılar ki tüm bedeli çevre ve fakir milyonlar ödüyor. Bu korkunç sömürü düzenine Çin gibi bir devi eklemek demek onun da hammadde, tüketim malzemesi, gıda anlamında dönüşen ve korkunç derecede kabaran açlığını enerji ihtiyacını daha küçük sömürgelerden karşılaması demektir. Bu da zaten büyük oranda diktatörlerce yönetilen ve her anlamda felaketin içinde olan, yaşam ortamları gittikçe daralan, zaten bitik durumda olan Afrika’yı Çin’in ana hedefi yaptı, yıllardır Çin limanlar, demiryolları, okullar ve hastaneler yaparak Afrika’daki en büyük güç ve sömürücü olma yolunda ama Zimbabve’nin tüm ormanları ve tüm fildişleri ve Kongo’nun tüm panter pençeleri, bakır, boksit, petrol yetmeyecek Çin’e. Ne olacak ve ne oluyor, olan şu: Çok daha büyük mülteci gurupları AB sınırlarına yürüyecek, ölümler, çocuk ve kadın ölümleri, insanlık onurunu yok edecek ortamların ve yaşantıların süreklileşerek normalleşmesi, olacak olan bu. Ve Afrika’nın son demokrasi ve kaynak kırıntılarını son içilebilir suyunu tüm vahşi doğasını bir asırdır yok eden Belçika, Fransa, Birleşik Krallık, ABD ve Rusya’ya eklenen Çin burayı tamamen tüketerek düze mi çıkıyor, şüphesiz hayır, kapitalizm kimi düze çıkarmış. İsviçre’yi mi. Hayır onlar bile kanlı Nazi ve diktatör paralarının üzerinde yükselirler.

Çin’de bu kış bahsi haberlerde bir iki cümle olarak geçen hava kirliliği kaç kişiyi etkiliyor diye düşünürsünüz. Ben söyleyeyim dört yüz altmış milyon kişiyi. Çin’in zenginleri İsviçre’den Davos’tan yönetiyor şirketlerini ve hükümet toplantıları skype üzerinden gerçekleştiriliyor. Onlara bir şey olmasın. Bir milyon zengin Çinli kendini kurtardı kalan dört yüz elli dokuz milyon Çinli ne yapacak. Onlar da hava kirliliğinden serçeler gibi yere düşmeye başlayınca yola çıkacaklar. İstikamet AB; beş yüz milyon kişi.

Açık Radyo’ya işte tam bu noktada katılmıyorum, onlar buzul erimeleri ve benzeri parametrelerden hareketle mantıklı ve matematikle açıklanabilir bir süreç belirliyorlar, bense hiç de beklemediğimiz, aklımıza bile gelmeyen dehşet senaryolarının on yirmi yıllardan çok daha kısa sürelerde insani ahlaki ve ekolojik felaketlerin çok daha yakında ve çok daha öngörülemez olduğunu düşünüyorum. AB’nin güvenlik merkezli tüm yaklaşımı ve ana akım medyanın söylemi son umutlarımı da yok ediyor. Sömürge coğrafyalarını sömürmekten vaz geçmek; adil, eşit, yaşanabilir bir dünya; insanların, hayvanların ve doğanın hakça, birlikte eşit yaşadığı bir dünya. Başka çözüm yok. Duvarlar çözüm getirmez.

Bugünkü şartlar altında, onların maruz bırakıldığı bitmeyen çilenin sonucunda Mohammed, Han Dong veya Jafar’dan her şey bekleyebiliriz artık. İşte Avrupa’nın eksi yirmi derecelik soğuğunda aç ve ayağında çorap da olmayan terliklerle kameraya konuşuyor bir Suriyeli kardeşim ki ben yaşlardaydı: Ben bir centilmendim, şimdi bir orman adamı oldum. (I was a gentleman, now I am a Jungleman)

Ama her şeye rağmen inanılmaz bir şekilde hala gülümsüyor. Dolaysıyla, ABD ve AB sürdürülemez kapitalizmi ve sürdürülemez şımarık doymak bilmez tüketim aşklarını bir nebze olsun yatıştırmak için sömürdükleri alana yeni coğrafyalar ekleyerek bu işi çözemezler, her bombalamadan sonra Paris ve Berlin’in Arap ve Türk mahallelerine iki çocuk parkı ekleyerek de bu işi çözemezler, gereksinim duyduğumuz şey insanca bir yaklaşımla adil insani bir çözüm. Herkes için çözüm olmadan bazılarımız için çözüm sürdürülebilir bir durum değil.

Gerçekten de bu kadar sürekli ve büyük acılar yaşayan sömürge coğrafyasının insanlarından her şeyi bekleyebiliriz. Doğadan da öyle. Bu zulmü doğa ne kadar daha taşıyabilir…

Tüm bunlara karşın bir bahar günü Türkiye’den Tahran’a doğru çok tehlikeli bir yolculukla ölmek üzere olan babasını görmek için ayrılmadan önce Taksim’de bir kafede otururken, ayrılık öncesi bana baktı Jafar ve el ele tutuşmuş gençleri gözüyle işaret ederek çok sakin ve sessiz bir şekilde: Niçin ben Ethem demişti. Dünya hala duruyorsa Jafar gibilerin yüzü suyu hürmetine duruyor.



Ethem Özgüven

[email protected]

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr