90’lara damga vuran Çelik’i bekliyorum. İster istemez aklımda “Ateşteyim ateşte” şarkısı dönüyor. O şarkının klibinde giydiği o meşhur kazağın kendi kendine yandığına dair bir efsane dolanırdı eskiden. O yüzden sohbet arasında “Sahi o kazağa ne oldu?” diye soruyorum. “Evde duruyor. Bilseydim giyip gelirdim” diyor üzerindeki sarı şişme yeleğiyle. Çelik, yepyeni şarkılarla yepyeni bir bir başlangıç aşamasında olduğunu söylüyor Arpej Müzik’ten çıkan yeni albümü “İyi Günde, Kötü Günde”nin tanıtım yazısında.

-İyi günde kötü günde” albümünüzün adına bakacak olursak fikirsel bir olgunlaşma dönemi gibi. Neye iyi günde kötü günde diyorsunuz?

İyi ve kötü, karanlık ve aydınlık, güzel ve çirkin.. Biri olmadan bir diğeri anlamsızdır. Kötü olmazsa sadece iyilik olur, robot olursunuz. İnsan iç ilişkilerinde ve dış ilişkilerinde bir denge üzerinde olmalı. İçte ve dışta barış güzel. Hayat acısıyla da tatlısıyla da güzel. Yaşama güzel bakmayı, olumlu düşünmeyi seviyorum. Bu olgunluk mu bilemem. Hamdım piştim ve yandım sürecinde ham olduğumun bilincine vardım dersem çok doğru bir şey söylemiş olurum.

-Albümün tınısı eski Çelik şarkılarının tınısı gibi. Bildiğimiz Çelik şarkılarını mı devam ettirmek istediniz?

Şarkılar ya da eserler sanatçının kimliğidir, parmak izi gibidir. Benim şarkılarım da benim kimliğim... Şarkılarımın bir tınısı var tıpkı Sezen Aksu ya da Barış Manço’da olduğu gibi. Bununla onur duyuyorum. Orijinal olmak güzeldir. Arpej müzik de “Senin şarkılarınla büyümüş bir nesil var, neden yeni bir macera arayalım, biz Çelik şarkıları yapmaya devam edelim” dediler ve öyle de oldu.

-Bugünkü müzik dünyasının temel beklentisi ne? Elektronik sound mu?

Beklentisi değil de sorunu diyelim ve sorunu da elektronik değil ruh ile ilgili. Müzik dünyasında ruh yok. Elektronik olsa ne olur bağlama ile çalsa ne olur ruh olmadıktan sonra... 60’lı yıllarda Erkin Koray’lar Fikret Kızılıok’ların bir dünya görüşü vardı. 70’li yılları ise Orhan Gencebay kavradı, toplumu iyi okudu “Yandım bittim mahvoldum” başlıklı arabesk ortaya çıktı ve Maksim gazinolarında Zeki Müren, Orhan Gencebay şarkısı söyledi, daha doğrusu söylemek zorunda kaldı. 90’ları biliyorsunuz hoppidi hoppidi... 80 sonrası Özal sayesinde her şeyi alabilme özgürlüğüne kavuşmuş şımarık çoçuk aklı. O yüzden herkes çocukluğuna dönmek istiyor, saf duygular. O yüzden Harun Kolçak albümü çığ gibi satıldı.

‘Anarşist bir dünya görüşüne sahibim’

-“Artık devir değişti, e tabii Çelik de değişti” neredeyse bir deyim gibi. Çelik, kendi değişiminin sınırlarını zorlayan biri mi?

Ne ki durur ölüdür” diye bir söz duymuştum. Ben değişmeyi beceremesem bile hayalini kurmam, talep etmem doğru olan değil miydi? Ben düşünce sistemimi değiştirdim. Değişen düşüncelerim. Anarşist bir dünya görüşüne sahibim. Bu yaşıma kadar bana dikte edilen ve öğretilenlerden hoşlanmadığıma karar verdim. Değişmek derken bunu dedim. İçinde bulunduğum dünyanın benim ruhumu esir almasından hoşlanmadım. Özgür olmak istiyorum, karakterim bu, başka bir elbise olmuyor üzerime. Şık durmuyor, çirkin hissediyorum kendimi.

-Anarşistim dediniz. Hem anarşit hem Atatürkçü nasıl olunuyor?

Söylemek istediğim şey aklım üzerinde bir otoriteye karşı asla tahammülümün olmaması. Ben aklımı kimseye ipotek ettirmem. Sömürü düzenine karşı anarşi, otoriteyi yok etmek ve yerine yeni ve adalete dayalı bir sistem kurmak ister. Şimdiki dünyadaki gibi bir hedef taşımıyor bu sözcük ilk kullanıldığı zamanlarda... Bugün anarşi, terör sözü ile aynı anlamda kullanıyor. Ben asla bu anlamda anarşist değilim bunun altını çizmek lazım. Sömürüye, adaletsizliğe, haksızlığa, zulme karşı olmak... Sanatçı muhaliftir ama hep muhaliftir. Birinin yerine birisini getirmek ve birinin yerine gelene, hiç muhalefet etmemek gibi bir misyonu yoktur. Sanatçı her devirde muhaliftir. Benim “anarşistim” sözü bu mihvalde değerlendirilebilir.

‘Bugünkü pop şarkılarında egoist aşk var...’

-Bugünkü pop şarkılarını nasıl buluyorsunuz?

Şu an yapılan pop şarkılarında anlatılan aşkta eşitlik yok, kendini üst olarak görme var, rütbe farkı var. Egoist sözde âşık, şarkılarda “sen bensiz olamazsın” diyor. Egosu vardır. “ben sensiz olamam” demiyor. Burada aşk yok, insan yok, duygu yok, burada canavarımsı bir hayalet var. Bu yırtıcı duyguların bize gazetelerin 3. sayfası üzerinden yansıması anormal değil. “fast food, postmodern, nihilist ve egoist” sanal aşkın sonucu ne olabilir ki?

-O zaman size göre aşk nedir?

Biz o elektrikten tamamen koptuk. Aşk efsanelerde, destanlarda kaldı. Biz edebiyatı sevmiyoruz. Birbirimize hitabımız “Bana edebiyat yapma, felsefe yapma” şeklinde. Bu halde iken, yani sevgi ile yetinmemiz gerekirken büyük kalplerin yaşadığı duygulara sulanma cüretini kendimizde bulabiliyoruz. Aşk irade ile satın alınan bir şey değil, sizi merkezine çeken bir kuvvet. İlahi bir kuvvet. İçinde feragat var. Kendini birisi için feda etme var. Kendinden vazgeçme var. Kim bir başkası için bugün kendinden vazgeçer? Ve ne yazık ki bugünlerde ayağa düşmüş bir söz aşk. Bir konferansta “Mevlana aşık olduğu için dönmüştü, şimdikiler dönerek âşık olmak istiyorlar, ne yazık ki sadece başları döner” denilmişti. Yani biz aşık olmak, aşkı bulmak istiyoruz, halbuki o kaderdir, ilahidir, o bizi bulur. Bizim irademiz o iradenin çok altında kalır ve yok gibidir ve hatta yoktur.

"Söylediklerimin anlamı kalmadı"

-Çıplak fotoğraflar sınırlarınızı zorlama girişimi mi?

Kendimi zorlama... Asla bir başkasına mesaj ve dikte yok.

-Eleştirileri nasıl karşıladınız?

Bunu niye yaptığımı düşünmeyenlerin düşüncesini eleştiri olarak kabul edemiyorum. Yapılan her sanat eseri döneminin toplumsal izlerini taşır ve o dönemi yansıtır. O fotoğraflar, Ağrı’da kaybettiği evladının bedenini bir çuvala koyup sırtlayarak götürmek zorunda kalan bir babanın acısını anlatmak için o gün lazımdı. Hedefim buna dikkat çekmekti, anlaşılıp anlaşılmaması ise beni aşar.

-İzel, Ercan, Çelik...

Yeniden bir araya gelmek çok isterim. Çok başarılı bir proje olacağını düşünüyorum. İzel de Ercan da müthiştir. İkisinin de kendine özgü farklı bir enerjisi vardır ve biz bir arada olduğumuzda yüksek bir enerjiye sahip oluyoruz, galiba Voltran’ı oluşturuyoruz!!!

-Bir sohbetimizde “Pop olmak istemem” demiştiniz. Neden?

Kavramların üstlerine yüklenen anlamları ben kendim oluşturmazsam o benim düşüncem değildir. Negatif bir anlam var bugünkü pop kelimesi, kavramı üzerinde... Ben bu anlamın bana yüklenmesinden hoşlanmıyorum.. Ben müzisyenim popçu değilim. Kullan at, kullan at... Bu bir ideoloji... İlişkilerde böyle, herkes birbirini kullanıp atıyor. Lokantada da adam ekmeği atıyor işte tüketim ideolojisi. Ne kendimi tüketirim ne de beni tüketmesine izin veririm. Popçu mopçu değilim ben. İnsanım, müzisyenim, emekçiyim.

-Müziğiniz dışında yaşamınızın içinde pop motifler var mı?

Pop nerede yok ki? Bir yarışma programında yarım metre duvarın üstünden atlayan “tarih yazdık” diyor. Yani gemiyi karadan yürüten Fatih Sultan Mehmet ile aynı! Bilinç seviyesi bu. Pop işte bu. Pop, senin neyi, niye yaptığını bilmeden yemen, içmen, yaşaman ve hatta ölmen. Senin ölüm biçimin bile pop. İçinde hiç insan olmayan bir düşüncedir pop. İçinde insani hiçbir düşünce olmayan, insan görünümlü bir düşünce. Asla fikir değil.

-Göründüğüm gibi mi olayım yoksa olduğum gibi mi görüneyim’ diye bir çelişki yaşadığınızdan bahsetmiştiniz...

Haklı olduğum bir olaya müdahale ettiğimi düşünün, sonuç magazin olarak biter. Kimse benim ne dediğimi dinlemez. “Popçu işte başka ne olacaktı ki ne işe yarar zaten!” derler. Toplumun insanın dinlememesi, bir kişinin neyi, neden yaptığını anlamak istemeden kesin yargılarda bulunması insanı tüketiyor. Bir şey için mücadele etme arzunu kaybediyorsun, ama burada kaybeden toplum...

-Daha önce yaptığınız siyasi yorumlarla ilgili olarak bugün haklı çıktığınızı düşünüyor musunuz?

Ben hiç siyasi yorum yapmadım. Siyaseti sevmiyorum. Siyaset denilince anlaşılan şey hoş değil ne yazık ki. Ama siyaset bilimini seviyorum. Atatürk ilkelerini yaşamın temel ilkeleri olarak gördüğümden dolayı paylaştım ki bunların en temeli adalet ve barış. Söylediklerim, söylediğim zaman önemliydi şimdi anlamı kalmadı. Şimdi ise bu röportajda söylediklerimin önemi var.

 ‘Atatürkçü popçu’ tanımı beni rahatsız etti’

-Sizi bir dönem hep “Atatürkçü mpopçu” diye tanımlamışlar. Bu tanım sizi rahatsız etti mi hiç?

Evet, hem de çok. Tanım içerisindeki alaycı ve aşağılayıcı üslubu hiç sevemedim. “Mazhar Alanson, Çelik’i bir gün Akmerkez’de gördü ve ona ‘Naber Çelik, Atatürk ne yapıyor’ dedi” gibi haberler yaparlardı. Dergilerde her hafta yayımlanan yazı buydu! Her programda “bu gerçek mi” diye sorarlardı. Benimle alay eden ve Atatürk ile ilgili söylemlerimi neden yaptığımı anlayamayanlar küçük de olsa bir ihtimal şu an düşünüyorlardır…

-Peki, Kemalist pop yapılabilir mi?

Bilemem yapan vardır herhalde ya da yapabilirler de. Ben müzik yaparım “Neci” derler diye bakmam. Müzisyenim ben… Hangi düşüncede olursa olsun yapılan iş insanı anlatıyor mu? İnsana hizmet ediyor mu? Esas olan budur.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr