Amerikalı yazar Horace McCoy’un They Shoot Horses, Don’t They ? (Atları da Vururlar) romanı 1935’te yayınlandığında gereken ilgiyi görmedi. Yoksul yazar Hollywood’a giderek şansını burada denemeye karar verdi. Raoul Walsh’ın Gentleman Jim (1942), Nicholas Ray’in The Lusty Men (Dehşet Meydanı/ 1952) filmlerinin senaryolarını yazdı. 1955’te 58 yaşında kalp krizinden yaşamını yitirdi. Horace McCoy ne yazık ki
ölümünün ardından üne kavuştu. 1950’lerin sonuna doğru çok sayıda sinemacı Atları da Vururlar romanıyla ilgilendi. Bunlardan biri de Charlie Chaplin’di.

1970’lerde Hollywood’da Sam Peckinpah’ın westernleri, Night of the Living Dead, Easy Rider gibi antikonformist yapımlar modaydı. Yeni Hollywood Akımı oyunun kurallarını oluşturmaktaydı. Pollack, McCoy’un romanını sinemaya uyarlamaya karar verdi. Kitapla birlikte Barbarella (Roger Vadim/ 1968) filmiyle izleyiciyi büyüleyen 28 yaşındaki Jane Fonda’yla görüştü. Aktris romanı bir solukta okuyup Gloria rolüne hazırlandı. “Tükenene dek dans etmeyi duyumsamak için çekimden önce Red Buttons’la prova yaptık. İlk 24 saat dayanılır gibi değildi. Sonrasında yere kapaklanmamak için birbirimize sarıldık. İnsanlar haftalar aylar boyunca nasıl dans edebiliyorlardı ? İki gün sonra sanrılar görmeye başladım” der Jane Fonda.

1930’ların Amerika’sında halk büyük bir yoksulluğun, kıtlığın içindedir. Bilinçsiz borsa spekülasyonlarından ötürü tüm ülke büyük bir bunalıma sürüklenmiştir. İnsanlar sokaklarda yaşam savaşımı vermektedir. Gloria (Jane Fonda) ve Robert (Michael Sarrazin) gibi kayıp, yoksul gençler için tek çıkış yolu dans yarışmalarına katılmaktır. Bu iki gencin yazgıları Los Angeles Pasifik Balo Salonu’nda yapılan dans maratonunda kesişir. Büyük ödül 1500 dolardır. Yarışmada çiftler gece gündüz pes edinceye dek orkestranın çaldığı müziğin ritmine uygun şekilde dans edeceklerdir. Şanslarını denemek için yarışmaya katılanlar toplumun gerçek kurbanlarıdır. Emekli maaşı olmayan yaşlı denizci (Red Buttons), üne kavuşamamış İngiliz aktris Alice (Susannah York), hamile Ruby (Bonnie Bedelia) ve işsiz kocası James (Bruce Dern). Büyük bir enerji ve umutla dansa başlayan çiftler saatler ilerleyip günler, aylar geçtikçe tükenmeye başlarlar.

Bitkinlik, yorgunluk, yenme öfkesi ve ilkel güdüler devreye girer. Rakipler ortadan kaldırılacak düşmanlara dönüşürler. Bu görüntü Antik Roma’da ölümüne dövüşen gladyatörleri, televizyondaki reality şovlarını anımsatır. Toplum birbirini çiğnemeye başlar, Bu olgu her çağda, her dönemde yaşanmıştır, yaşanacaktır.

Sydney Pollack, Atları da Vururlar’ı 1969’da çekmeye karar verir. ABD, Vietnam Savaşı’yla, John Kennedy ve Martin Luther King cinayetleriyle çalkalanmaktadır. Pollack düş kırıklığını açıkça yansıtır. “Zaman döngüseldir. Acımasız olaylar yaşıyoruz ve hiçbir şey öğrenmiyoruz, dersimizi almıyoruz. 1932’deki Büyük Bunalım tekrarlanıyor. Sonuç belki iyi olacak ya da insanlar birbirlerini yok edecekler” der Sydney Pollack. Bu ölümüne dans, masumiyetin kayboluşunu, belirsiz özgürlüğü, anlık hükümleri, kutsal şiddeti, umudu, Amerikan Rüyası’nı, yaşama tutunmayı içerir. Atları da Vururlar, yitik bir toplumun yansımasıdır.

Yarışmanın sunucusu Rocky’ye (Gig Young) göre bu yarışma değil, gösteridir, şovdur. Ne olursa olsun şov devam etmelidir. Sonunda halk kazanmaz, kapitalizm kazanır. Horace McCoy’un tüm yapıtlarında bu umutsuzluk, kötümserlik vardır. Kaçış, kurtuluş yoktur. Atları da Vururlar gişede iş yapmaz. Dokuz dalda Oscar’a aday olur. Sadece Gig Young en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar’ını alır. Beş uzun metraj çekmiş 35 yaşındaki Sydney Pollack bu yetkin sosyal dramıyla sinemadaki konumunu pekiştirir. Oyuncu Henry Fonda’nın kızı, romantik komedilerin sarışın güzeli Jane Fonda, Gloria rolünden sonra karşı çıkışın sembolü olur. California’yı, yönetmen kocası Roger Vadim’i terkederek New York’a yerleşir. Önemli bir politik aktivist, oyun gücü ve yeteneğiyle de yepyeni bir kadın olur.

Pollack, büyük bir dekorda çektiği dramında insanlığın çöküşünü tüm gerçekliğiyle yansıtır. Ayaklarında tekerlekli paten, omzunda kamerayla dans pistine girerek yarışan çiftlerle bütünleşir. Yönetmenin gözünden karakterleri izlerken onların duygularını derinden, güçlü bir şekilde duyumsarız. Yaşamda kazananlar yoktur, sadece kaybedenler ve yaşama tutunmaya çalışanlar vardır.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr