BURAK ABATAY / @abatayburak

Türkiye üzerine çalışmalarıyla bilinen Hollandalı ünlü tarihçi ve Türkolog Erik Jan Zürcher, 2005 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğine verdiği açık destek sebebiyle aldığı yüksek şeref madalyasını Türkiye’deki ‘diktatöryal yönetimi’ gerekçelendirerek iade etti. Zürcher, madalyayı iade ederken yaptığı açıklamada Türkiye’de siyasetin, üniversitelerin, yargının, medyanın ve tüm yurttaşların Avrupa’da yaşamalarına rağmen bir ‘diktatör’ün oyuncağı haline geldiğini ifade etti. “Böylesine bir düzlemde, temel özgürlüklerin ve hukukun gerçekte kendini var edemediği bir noktada, böyle bir ülke artık Avrupalı değildir” diyen ünlü tarihçi BirGün’e konuştu. Zürcher’e göre asıl problem; Erdoğan ve politikalarının ülkeyi diktatörlüğe sürüklemesi ve gericiliğin ülkenin bütününe sirayet etmesi.

Şeref madalyasını Türkiye’ye iade etmenizdeki temel sebepler nelerdi?

Madalyayı iade etmemde iki temel sebebim vardı. Birincisi, adım adım tek parti diktatörlüğüne doğru yol almış ve gazetecilerde, yayıncılarda, akademisyenlerde gördüğümüz gibi kendilerini protesto eden, edebilecek potansiyel herkesi (mimarları ve avukatları da içerisinde barındıran geniş bir yelpaze) baskı altında tutan şu anki Türk hükümetinden aldığım madalyayı daha fazla elimde tutmak istemedim. Hükümetin bu baskıcı politikalarından etkilenen insanların çoğu ya benim arkadaşım ya meslektaşım ya da yaptıkları işlere saygı duyduğum insanlar. Bu yüzden madalyayı iade etmemdeki birinci temel sebebim geçtiğimiz 5 yıllık süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve politikalarına karşı bir protesto idi.

İkinci sebebiniz nedir?

İkinci ana sebebimse şudur: Ben bu madalyayı Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde desteklediğim için aldım. Ama bundan böyle daha fazla destekleyebileceğimi düşünmüyorum. Hâlâ Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girdiğini görmeyi çok isterim. Bu hususta AKP hükümeti tarafından kandırıldığımı da söyleyebilirim. Erdoğan’ın ve AKP’nin yarattığı bir Türkiye, bundan böyle yasalarına ve hukuki düzlemine saygı duyulabilecek bir ülke değildir. Aynı zamanda da Avrupa Birliği’ne de uyum sağlayamaz.

Sizi Türkiye’nin Avrupalılaşabileceği ile alakalı kandıran isimleri merak ediyorum. Kimdi onlar?

Dikkate değer hususi isimler yok. Ama 2002-2005 yıllarına dönecek olursak Meclis’teki AKP çoğunluğu 300 tane yasayı Türkiye’yi daha demokrat bir ülke kılmak adına Meclis’ten geçirdi. Bu olay ülke içerisinde ve ülke dışarısında birçok insanın Türkiye’nin nihayet gerçek demokrasiye dair köklerine sahip olabileceği ile alakalı umutlarını iyimser kıldı. Unutmayın ki 5 yıl sonra Taraf gazetesi çevresindeki “sol” kanat, “sekülerist” çevreler bile AKP hükümeti tarafından Ergenekon ve Balyoz davalarında bir araç olarak kullanıldıklarını kabul etti.

Madalyayı iade ederkenki yaptığınız açıklamada “Türkiye’de sokakta imam bulmak, herhangi bir içki satan yer bulmaktan daha kolaydır” dediniz. Tüm bu İslamcı süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?

İmamlardan bahsetmedim. Ama alışveriş merkezlerinin bile içinde olduğu, umumi kullanılan tüm binalarda namaz yerlerinin yer almasını içeren hukuki gereksinimlere atıfta bulundum. Ve bu süreç de, namaz kılınan yerlerin çevresinde yasalarla içki satışının yasaklanmasıyla aynı zamana rastladı. Bu baskının ciddi manadak sartışıyla alakalı sadece bir örnek. Bu konuda ben bir uzman değilim. Bu sadece benim gözlediğim şeyler.

AKP hükümeti, Türkiye nüfusunun muhafazakâr ve inançlı kesiminin toplumsal ve kültürel normlar üzerinde hegemonya sahibi olmasını politikalarıyla teşvik ediyor. Bu da bir anlamda cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kemalist laik politikalarının tersten okuması. Ama bu halkın seferberliğinde olan zamanlardı. Sorunun tamamı bana göre, İslam ile alakalı değil. Ki ben İslam’ın Avrupa mirasının bir parçası olabileceğini ve bir müslüman ülkenin de AB’ye katılabileceğini defaatle savundum. Ama Türkiye’de, Erdoğan sayesinde yükseltilen muhafazakâr İslam anlayışı derinlemesine bir şekilde patriyarki ve tek adam yönetimi, otoriterizm ile bağdaştırıldı.

Türkiye’deki muhafazakâr ve islamcı politikacılara/isimlere inandığınızdan dolayı bir pişmanlığınız var mı?

Bence varsayımlarım 2004 öncesinde çok da fena olmayan akla yakın gerekçelere sahipti. Ama AKP ile ilgili tahminlerim ise muhtemelen yanlıştı. Çünkü tahminlerim bir rüyanın, bir hüsnükuruntunun ürünüydü. Reformların esasen güçle alakalı olduğu aşamalarını küçümsemiş olabilirim o dönemde. Fakat bu husustaki savunmam için şunu diyebilirim ki, 2011-2016 yılları arasında AKP, 2002 yılının AKP’siyle tümüyle farklı. O zamanki Başbakan Erdoğan durmaksızın aleniyetiyle ve kapsayıcılığı ile vurgulandı. Şimdi ise bu durumdan eser yok.

Kaynak: Birgun.net