ERGİN YILDIZOĞLU

Dostum, kardeşim, yoldaşım Yurdaer Erkoca yıllardır mücadele ettiği hastalığa cuma günü sabaha karşı yenildi. Hep, “O büyük savaşçıdır, inanılmaz derecede iyimserdir. Bunu da atlatır diyorduk.” Son haftalar, her gün, “şimdi gözünü açacak; ondan sonra tamamdır” umuduyla geçti. Ben hâlâ yenildiğine inanamıyorum.

Şimdi, bir şeyler yazmam gerekiyor. Kafanızda aniden, karanlık bir boşluk açılınca, içiniz katıldığında ne yazabilirsiniz ki? Yazmaya nereden başlayabilirsiniz ki? Dönüp WhatsApp’taki son yazışmalarımıza bakıyorum. O uyduruk darbe gecesi sık sık haberleşmişiz. En son mesajında “ağrılarım var” diyordu, sonra mesajlar kesildi. Temmuz sonuydu.

Gidip “gmail” arşivime bakıyorum. Son yazdığı iki öykü ve şiirler. Evet, hiç beklenmedik bir anda, şiir yazmaya başlamıştı hastanedeyken ve şaşırtıcı bir hızla gelişiyordu.

En son 7 Ağustos’ta yazışmışız: Yurdaer, “Maviye kesince ortalık/Renklerin çümbüşü başlar toprakta/ Sakınmaz kendini tabiat/ Sadece kendine lisan arar/ Anlamın vukuna ermek için/Arılar polen dağıtır/Karıncalar toprağı deler/En güçlü en güçsüzü gözler/Ancak ölümle yenilenir şeyler/Taşın bile hedefidir hayatta kalmak/Güç istenci heryeri kaplar/Bir kösnül kokusu yayılır/Maviye kesince ortalık/Lacivertin oyanuslarla flörtü başlar” diyordu. Bir iki sözcüğün uygun olup olmadığına ilişkin yazıştık. Ben “hayata asılıyor işte” diye düşünüp sevindim; “yakında bu tünelden de çıkarız...” Ah! Şimdi bambaşka bir yerdeyiz.

Biliyorum. Ölümünü değil yaşamını, siyaset, edebiyat pratiğini, tabii aşklarını- ne kadar da çok ve fırtınalıydılar- konuşmak gerekiyor. Ben bu sonuncusunu, onunla o aşkları yaşayanlara bırakacağım.

Gazeteci yazar Yurdaer Erkoca yaşamını yitirdi

Yurdaer’le yaklaşık 30 yıl önce, Londra’da tanıştık. O zaman benim de parçası olduğum sosyalist bir çevrenin düzenlediği “salı toplantılarına” geldi bir akşam. Hızla görüşlerimiz örtüştü, sonra siyasi ve ideolojik olarak her zaman aynı grupta olmasak da, hep aynı safta hatta, çizgide olduk. Yaşamının iki odağı vardı siyaset ve sanat. Sonra kızı doğunca bu referans odaklarının sayısı üçe çıktı.

Ne kadar da çok sevdi kızını, her iki haftada bir kemoterapiden çıkıp Almanya yollarına düştüğünde “bu gücü nereden buluyor” diyordum kendi kendime... Teslim olmazdı hep mücadele ederdi önüne çıkan engellerle. Siyasette, fikre sadakati her zaman grup sadakatinin önünde oldu. Bu yüzen bir özne olarak kalmayı başardı.

Edebiyata gelince, çok özgün duyarlılığı olan bir yazardı. “Yitik Zaman Satıcısı” bunun kanıtıdır. O kitaptaki öyküler, komünist kuşağın 12 Eylül sonrası dünyasını, ruh halinin karmaşasını, acılarını düş kırıklıklarını başarıyla anlatırlar. Uzun bir aradan sonra, yıllardır kafasının etini yerdim hadi artık diye, 2015’te yeniden yazmaya başladı. Berlin’de, bir kısa ziyaretten sonra, kızıyla ayrılmadan önceki anları anlatan “Hüzün Otobüsü”nü, sonra yanlış bir aşkı anlatan “Fuji Sakura”yı (Japon bıçağı) yazılma sürecinde okumaya, evrimini izlemeye, tartışmaya şansım oldu. Bu kez, öyküler AKP Türkiye’sinin insanının ruh halini, aşklarını, sınıf aidiyetlerinin getirdikleriyle birlikte işliyordu. Bunları, son dönemde, hastanedeyken yazmaya başladığı şiirler izledi. O zaman ayırdına varamadım, artık zamana karşı yarışıyormuş adeta. Bu şiirler hastalık yeniden nüksettikten sonra geldiler ama, hastalıkla, değil yaşamla, yaşamın anlamıyla, toplumla, siyasetle ilgiliydiler; öfkeliydiler, hüzünlüydüler, çok katmanlıydılar, bir kaç ay içinde hızla olgunlaştılar, derinleştiler. Yurdaer bir felsefeciydi aynı zamanda. Artık bir şair olarak da kendi özgün sesini bulmuştu.

Şimdi, herkes başın sağ olsun diyor. Kızıyorum. Çok değer verdiği bir dostu öldükten sonra, insanın başı nasıl sağ olur? Başım sağ olmayacak. Dostumun yokluğu hep benimle bundan sonra. Artık son siyasi durumu, birimizin yazdığı son şiiri, denemeyi, sanatın, sanatçının amacını, en son öyküsünü tartışamayacağız. Bir şişe viski ya da Absinth ile sabahlara kadar, siyasetin felsefenin derinliklerine dalamayacağız, eski dostların dedikodularını yapamayacağız.

Çok, ama çok erken öldü. Bu kültür savaşları içinde ona tam ihtiyacımız olduğu bir zaman da öldü. Sakın, “başınız sağ olsun” demeyin. Işıklardan, sonsuzluklara göndermek gibi teolojik söz etmeyin. O materyalist felsefeci, komünist bir siyasetçi ve sanatçıydı. Onu, şimdi artık katılamayacağı mücadeleyi omuzlayarak ve mücadele ederken anımsayın. Ben onun arkada bıraktığı boşlukta ancak böyle yaşayabileceğim. Ölümünün üzerinden atlıyor, yaşamını ve bize bıraktıklarını selamlıyorum.

Kaynak: Birgun.net