PATRİCK COCKBURN

Yolsuzluk problemi reformlarla çözülebilir mi, yoksa siyasi elitlerin değirmenini döndüren öyle bir olgu ki, devrimsel değişim olmadan çözülmesi mümkün değil mi?

Sorunun cevabı hangi ülkeden bahsettiğimize göre değişir fakat çoğu ülkede, iyiye giden istikrarlı değişimler gerçekleştirmek için çok geç – özellikle petrol ya da mineraller gibi doğal kaynakların satışıyla geçinen ülkelerde. Yolsuzluk karşıtı hamleler ya dış dünyaya şov niteliğinde oluyor ya da siyasi rekabeti alt etmek için kullanılıyor.

Bu hafta Londra’da yapılan yolsuzluk zirvesi şeffaflık ve açıklığı iyileştirebilir. Fakat siyasi güçlerini amansızca şahsi servete dönüştüren, siyasi bağlantıları kuvvetli sahtekarlar konusunda bir şey yapabileceğini düşünmek güç.

Siyasi gücü servete dönüştürmek, ekonomistlerin ‘kaynak laneti’ tabir ettiği durumu yaşayan Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde çok kolay yapılabiliyor. ‘Kaynak laneti,’ gelirlerini doğal kaynaklarını satarak elde eden ülkelerin yaşadığı bir tecrübe. Tom Burgis, Yağma Makinesi: Savaş Lortları, Kodamanlar, Kaçakçılar ve Afrika Sermayesinin Sistematik olarak Çalınması başlıklı kitabında süreci detaylı bir biçimde tarif ediyor. Atıf yaptığı Dünya Bankası verilerine göre, Afrika’nın en büyük iki petrol ve doğalgaz üreticisi olan Nijerya ve Angola’da, halkın %68 (Nijerya) ve %43’ü (Angola) aşırı yoksulluk içinde, yani günde 1.25$’dan az ile yaşamaya çalışıyor. Siyasi güç sahipleri ise devletin kaynaklarını sömürüyor ve kimseye hesap vermiyor.

Burgis, büyük gelirler elde etmek için yabancı şirketlere ruhsat vermekten başka bir şey yapmak zorunda olmayan hükümetlerin yol açtığı felaketleri anlatıyor. Bu ekonomik durum, “devleti kontrol edenlerin istediği gibi kullanabildiği bir para kasası oluşturuyor. Bazı uç örneklerde, yöneten ve yönetilenler arasındaki mutabakat kırılıyor çünkü yöneten sınıfın yönetilenlerden vergi alması gerekmiyor – dolayısıyla onların rızasına da ihtiyaç duymuyor.”

Burgis aslen Afrika’da Sahra’nın güneyinde kalan coğrafyaya yoğunlaşıyor, fakat gözlemleri Orta Doğu’nun petrol ülkeleri için de geçerliliğini koruyor. Haklı şekilde vardığı sonucu şöyle özetliyor: “Kaynak endüstrisi, yolsuzluğa doğası itibariyle elverişli. Kleptokrasi, yani hırsızlıkla yönetim, galip geliyor. Bir kere güç sahibi olduğunuzda, gücü bırakmanız için pek bir sebep yok.” Otokrasi gelişiyor ve çoğunlukla aynı lider on yıllarca gücünü muhafaza ediyor.

Bu gözlemlerin tamamı olmasa da çoğu Orta Doğulu petrol üreticileri için de geçerli. Önemli bir fark şu ki, Orta Doğudaki hamilik ve müvekkillik sistemleri üzerinden milyonlarca iş, petrol kazançlarıyla finanse edilebiliyor. Bu sayede petrol kazançları bir nebze de olsa nüfusun geneline ulaştırılabiliyor, fakat bu kazançlar siyasi partiler, baskın mezhep ya da etnik gruplar lehine adaletsizce dağıtılıyor.

Irak’ta 33 milyonluk nüfusun 7 milyonu memur olarak görev yapıyor ve toplam petrol gelirinin önemli bir kısmını, yani 4 milyar doları, her ay maaş olarak alıyor. Çoğunlukla bu memurlar pek bir iş yapmıyor, hatta bazen hiçbir şey yapmıyorlar. Fakat Irak’ın petrol gelirinin yöneten elitler tarafından hortumlandığını söylemek yine de yerinde olmaz.

Bir keresinde Güney Irak’taki yoksul bir Şii şehrinde, yerel kamu görevlileriyle konuştuğumu hatırlıyorum. 50,000 memuru daha işe almak için merkezi yönetimi ikna ettiklerini söylemiş, fakat bu yeni memurların ne yapacağı konusunda pek bir fikirleri olmadığını da itiraf etmişlerdi.

Reformcular, sık sık hamilik sisteminin verimliliğin artması için küçülmesi gerektiğini savunuyorlar ancak bunun yol açacağı etki muhtemelen nüfusun daha az bir payının devlet gelirlerinden yararlanması olacaktır.

Veliaht Prens Yardımcısı Mohammad bin Salman’ın, Suudi Arabistan’ın petrole bağımlılığını 2030 senesine kadar sonlandırmak için yapmayı planladığı radikal yönetim değişikliklerinin sonucu da bu olabilir. Neticede, Suudi toplumunda kullanılan sistemin kemikleştiğini, sıradan Suudi vatandaşların bir çeşit iş ve maaşı kendilerine hak gördüklerini anlayabilir ve güçlü bir direnişle karşılaşabilir.

“Kaynak lanetini” öylece geriye çevirmek mümkün değil çünkü kaynak laneti, diğer ekonomik faaliyet tiplerini devreden çıkarıyor. Petrol ülkelerinde üretilen her şey uluslararası piyasada rekabet edemeyecek kadar pahalı hale geliyor ve ihraç edilen tek ürün petrol oluyor. Vatandaşlar, fiziksel işlerde düşük maaşlar ve kötü koşullarda çalışmayı reddettiği için dışarıdan göç patlaması yaşanıyor.

Lanetin diğer bir sonucu olarak, kaynak zengini devletlerin yöneticileri, haksız gelirlerle yaşayan birçok birey gibi, ellerindeki gücün sınırlarını anlamakta başarısız oluyor. İran ve Kuveyt’e karşı felaket niteliğinde iki savaş açan Saddam Hüseyin, bu megalomaninin en kötü örneklerindendi. Heybetli fikirler üretmek açısından İran Şahı’nın da Saddam’dan geri kalır yanı yoktu; tereddüt dahi etmeden nükleer santraller ve Concorde yolcu uçakları sipariş edebiliyordu.

Muammer Kaddafi’nin ısrarcı olduğu bir konu, Libyalıların Yeşil kitaptaki ‘kocakarı ilaçlarını’ öğrenmesi ve kamu sınavlarında kitabın bu bölümünden başarısız olanların sınavlarının geçersiz sayılıp, tüm sınavı tekrar almalarıydı.

Orta Doğu ve Afrika’daki ‘yağma makineleri’ ortadan kaldırılabilir ya da daha acımasız hale getirilebilir mi?

Mekanizmanın devasa boyutları ve baskın sınıfların çıkarları ortadan kaldırılmasını muhtemelen imkansız kılıyor. Diğer yandan rekabet, şeffaflık ve kontrat yapımında daha etkili bürokratik yollar izlenmesi bazı iyileştirmeler sağlayabilir. Kamuda yolsuzluğa karşı yerel hareketlenmede en önemli kıvılcım, 2014’ten bu yana düşüşe geçen petrol fiyatları ve bunun sonucunda ‘pastadan dilim almak isteyen’ yararlanıcıları tatmin edecek kaynağın bulunamaması oldu.

Sistemin dinamiklerini ve hazin sonuçlarını açıklamak güç değil, fakat çoğunlukla neoliberal ‘özgür rekabet’ söylemleri tarafından gizleniyor.

Bu sistem, hesap verebilirlik ya da adil hukuk sisteminden yoksun otoriter devletlerde bir ‘yağma ruhsatı’ halini alıyor. Yolsuzluk dizginlenemiyor çünkü sistemin tam kalbinde yer alıyor.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Birgun.net