“Yitik Kuşlar”, Türkiye Ermenileri için bir ilk niteliği taşıyan bir film. İlk kez Türkiyeli bir Ermeni yazar/yönetmen (Aren Perdeci ve Ela Alyamaç) 1915 yılında yaşananlar üzerine bir film yapıyor. Sırf bu açıdan bile “Yitik Kuşlar” önemli bir film. Ama muhtemelen yine bu yüzden dönem, oldukça ürkek ve çekingen bir şekilde dile getiriliyor.

Masalsı bir dünya
Film iki küçük çocuğun, iki kardeşin dünyasını anlatıyor. Masalsı bir görsel dünya kuruyor. 1915 öncesi bir tür kayıp cennet bu çocuklar için. Çocuklar, anneleri ve büyük anne/büyük babalarıyla birlikte yaşıyorlar. Babaları Osmanlı Ordusu için savaşıyor. Fakat bir gün herkesin ikametgâhlarını bildirmeleri talebi geliyor devletten. Sadece bir an, Ermenilerin o kadar da huzurlu bir yaşamları olmadığını kilisedeki tartışmada anlıyoruz. Kimi gençler isyan bayrağı açmış, Osmanlıya karşı direnişe geçmiş. Ermenilerin tarlalarını yakmış birileri. Bunlar o kısa tartışmada söylenenler.
Ve sonra, bir gün çocuklar dışarda ormandayken, köy/kasabadaki herkes sürgüne gönderiliyor. Ailelerini aramak için yola koyulan çocuklar da bir süre sonra ayrı düşüyor.

Filmin eksikleri yok değil
“Yitik Kuşlar”ın ürkek olduğunu söylemiştim. Filmde hiçbir şiddet sahnesi yok. Kötü biri de yok. Masalsı atmosfer baştan sona korunmuş. Soykırım ya da katliam sözü edilmiyor. Bunlar çok da tuhaf değil aslına bakarsanız. Kolay olsaydı bu konu üzerine film yapmak, bugüne kadar çok sayıda film görmüş olurduk. Fakat filmin sorunları bunlarla sınırlı değil. Oyuncu performansları genelde kötü. Çoğu mizansen fazlaca amatör.

Yine de görmeye değer “Yitik Kuşlar”ı.

Bir konuda bu vesileyle bir laf etmek isterim. Bizde ülkenin bölünmesi denilince sadece ülke toprağının bölünmesi anlaşılır. Bölününce bir bölüm toprak yitecektir. Peki neden topraktan daha da önemli olması gereken insan anlaşılmaz bölünmeden? Bir bölüm insanın yitmesi toprağın yitmesinden daha mı önemsizdir? Ermenileri yok edenler ülkeyi bölmüşlerdir.

***

Cloverfield Yolu No 10: Amerikan paranoyası

Dikkat: Bu yazı filmin finaline yönelik ipucu vermektedir!

Zavallı ABD halkı! Topraklarında düşman güçlerini sadece bir kez, o da anakaradan uzakta Pearl Harbor’da olmak üzere sadece 1 kez gören ABD, yine de işgal korkusu altında yaşamaktan kurtulamıyor. Öyle olmasa, Amerika’yı işgal altında gösteren bunca film çekilmezdi değil mi?

Hiçbir nesnel temeli olmayan bu korku beslendikçe Amerikan militarizmi semiriyor. Şöyle ya da böyle her yıl çoğu Ortadoğu halkları üzerine tonlarca bomba atılıyor ve yeni intihar bombacılarının yetişmesi için verimli bir ortam yaratılıyor.

Film, evdeki eşyalarını toplayan genç bir kadının görüntüsüyle açılıyor. Michelle evi terk etmektedir. Arabasına atlayan kadın akşam saatlerinde bir kaza geçirir. Uyandığında bir evde hapistir. Kendisini tutsak alan adam, bir saldırı olduğunu, uzaylıların ya da bir gücün ülkeyi işgal ettiğini, dışarısının yaşanamayacak denli tehlikeli olduğunu (nükleer ya da kimyasal kirlilikten dolayı) söyler kadına. Kadını kaza yapmış halde bulmuş ve kurtarmıştır.

Michelle bu söylenenlere inanmaz. Ama ya gerçekse? Ya gerçekten bir saldırı olmuşsa? Film, bu gerilim üzerinden yürür...

Mary Elisabeth Winstead ve John Goodman iyi oynuyorlar. Film de iyi çekilmiş ama sonuçta seyretmeseniz de olur.

Kaynak: Birgun.net