SERBAY MANSUROĞLU [email protected] @serbaymansur

Milli Eğitim Bakanlığı, bundan sonra öğretmen atamalarını sözleşmeli yapacak. Bu, öğretmenlerin güvencesiz çalışması anlamına geliyor. Aynı zamanda mülakatın getirilmesi siyasi iktidara yakın öğretmenlerin atanacağı kaygısını oluşturdu. Bir taraftan 300 bin öğretmen atama bekliyor. Öğretmenliğin yaşadığı sıkıntıları Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Yolcu ile konuştuk.

>>MEB kadrolu, güvenceli çalışma yerine sözleşmeli çalışma döneminin başladığını açıkladı. İlk etapta bu doğrultuda 20 bin öğretmen 10 Ekim’de atanacak. Yeni rejim, sözleşmeli öğretmen ihtihdamı adımını neden attı?
Neoliberal düzen daha fazla kar anlayışı üzerine kurulu. Türkiye’de geçmişteki kazanımlar vesilesiyle istihdam rejiminin çalışanları koruyan dünyadaki en katı istihdam rejimlerinden biri olduğu biliniyor. Bu durum işverenleri rahatsız etmekte ve onları temsil eden örgütlerce sık sık bir yakınma konusu yapılıyor. 1980’lerden bu yana ‘kamu yönetimi reformu’ çerçevesinde esnekliğin geliştirilmesine ağırlık verilmesi noktasında bir baskı yapılmaktadır. Bu çerçevede iş güvencesine dayanan istihdam yerini esnek istihdama bırakırken, tam istihdam da yerini yedek işgücüne bırakmaktadır. Konuya esnek istihdam bakımından devam edildiğinde, güvenceli istihdamın kalesi olarak nitelendirilen kamu da etkileniyor. Örneğin Devlet Personel Başkanlığı’nın 2016 verilerine göre, sözleşmeli personelin kamuda oranı yaklaşık yüzde 4 olduğu gözleniyor. Eğitimin bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak özelleştirilmesi, eğitim hizmet alanını öğretmenlerin bir güvence sığınağı olmaktan çıkarmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı 2016 verileri, hizmetteki her 100 öğretmenden 94’ünün kadrolu, 6’sının da ücretli statüde çalışıyor olduğunu gösteriyor. Elbette, bu veriler yakında göreve başlaması ön görülen 20 bin öğretmenle birlikte değişecektir.



‘Belli siyasi düşüncedekiler daha başarılı!’
>>Öğretmenlerin bir sınavla kamuda istihdamı oldukça tartışmalı. Bunun üzerine mülakat getirildi. Öğretmen yetiştiren bir akademisyen olarak ne düşünüyorsunuz?
Öğretmen adayları dört yıllık bir eğitimden geçerek mesleki niteliklerini elde ediyor. Türkiye’de 2002’den beri, kamuya personel alımı Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) adı verilen bir merkezi sınavla oluyor. Öğretmenlerin KPSS puanına göre göreve başlatılmalarına karşın, bu sınavın gerek öğretmen adaylarının niteliğini gerekse eğitimin niteliğini artırdığını ortaya koyan somut bir araştırma bulgusu bulunmuyor. Siz KPPS gibi nesnel bir sınavla yapamadığınızı daha öznel olan sözlü sınavla yapıyorsunuz.

Öğretmenlerin mesleki niteliklerini sözlü sınavla ölçmek mümkün değildir. Kaldı ki bunun böyle olmayacağını yakın bir zamanda okul yöneticilerinin sözlü sınava göre seçilmesinde gördük. Yapılan bir araştırma yazılı sınavda başarısız olanın sözlü sınavda başarılı, yazılı sınavda başarılı olanın da sözlü sınavda başarısız kılındığını ortaya koyuyor.

Her ne hikmetse belli bir sendika üyesi olanlar ya da belli bir siyasi düşünceye yakın olanlar sınavda beklenilenin üzerinde başarılı olurken, farklı bir sendika ya da siyasi düşünceye sahip olanlar da bir o kadar başarısız olmuştur. Yaşanan bu deneyimler öğretmenler için yapılan sözlü sınavda da aynısı olacağını göstermektedir. Örneğin sözlü sınava giren bir öğretmen adayına doğrudan siyasi görüşü sorulmuştur.

Öğretmensiz ve kitapsız ders zili

>>Ataması yapılmayan öğretmenler ne yapıyor?
İşsiz kalan, atanmayan öğretmenler özel ders, dershane, özel ders büroları, ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik gibi iş güvencesi olmayan işlere yönelerek yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Kadrolu öğretmen olarak istihdam olanağı bulmayan bu öğretmenlerin piyasayla ilişkili işlere yönelmesi, öğretmenlerin proleterleşmesini ve sömürülmesini de beraberinde getirmektedir. Bütün bunlar bir yandan işsiz öğretmenleri genellikle geçici, sözleşmeli, düşük ve vasıf gerektirmeyen esnek çalışma biçimlerine yöneltirken bir yandan iş güvencesizliğini artırmaktadır. Yapılan bir araştırması işsiz öğretmenlerin, deneyim kazanma, az da olsa yaşamlarını sürdürecek bir gelir elde etme, zamanlarını değerlendirme, bulundukları şehirde çalışabilme, istedikleri zaman işi bırakabilme, kendilerini daha az sorumluluk altında hissetme ve sağlık güvencesine sahip olma gibi bir takım beklentilerden yola çıkarak ücretli ya da sözleşmeli olarak çalışmayı tercih ettiğini ortaya koymaktadır.

>>Güvencesizliğin öğretmenler üzerindeki etkileri nelerdir?
İş güvencesizliği, öğretmenlerin kişiliklerini ve psikolojilerini olumsuz yönde etkiliyor. Bunlara ek olarak, iş güvencesizliği öğretmenlerin gelecek kaygılarını artırmanın yanı sıra onların gelecekleriyle ilgili uzun dönemli planlama yapmalarını da engellemektedir. Yapılan araştırmalar iş güvencesizliğinin öğretmenlerin mesleğine bağlılıklarını, duygularını ve öz saygılarını olumsuz yönde etkilediğini ortaya koyuyor. Okul yöneticilerinin iş güvencesi olmayan öğretmenlere yönelik davranış ve tutumlarının okulun kadrolu öğretmenlerine olduğundan daha farklı olabilmektedir. Örneğin, okulun kadrolu öğretmenleri çatışmalarında okul yöneticileriyle tartışmaya girebilmekte ve haklarını arayabilmekte iken ücretli ve sözleşmeli öğretmenler ise daha çekingen ve pasif çekingen davranmaktadır. İş güvencesiz öğretmenlerin bu davranışlarının arkasındaki en belirleyici etkenin sözleşmelerinin tekrar yenilenmeyeceği kaygısının yer aldığını belirtmek gerekir. Kadrolu öğretmenler, sözleşmeli ve ücretli öğretmenleri ‘okulda geçici’ olarak görmekte ve onlara stajyer öğretmen gözüyle bakmaktadır. Hatta kimi durumda iş güvencesi olmayan öğretmenler okulun kadrolu öğretmenleriyle iletişim kurmakta zorlanırlarken, kimi durumda da kadrolu öğretmenlerin düzenledikleri bazı sosyal etkinliklere katılmakta sorun yaşayabilmektedir.
Okul yöneticileri ve öğretmenleri dışarıda bırakıldığında, ailelerin ve öğrencilerin davranış ve tutumlarının da iş güvencesi olmayan öğretmenlerin kaygı düzeylerini artırdığı, motivasyonlarını düşürdüğü ve psikolojik durumlarını olumsuzlaştırdığı gözlenmektedir. İş güvencesi olmayan öğretmenler istihdam biçimlerinin aileler ve öğrenciler tarafından bilinmesini istememektedir. Bunun arkasındaki en temel nedenlerden biri, aileler ve öğrencilerin, iş güvencesi olmayan öğretmenleri kadrolu öğretmenlere göre ‘daha yetersiz olarak algılamaları’dır. Diğer bir neden ise iş güvencesi olmayan öğretmenlerin aileler ve öğretmenler tarafından ‘tam bir öğretmen’ olarak görülmemesidir. Buna bağlı olarak aileler, sınıf seçiminde ‘gelip geçici’ olarak düşündükleri ücretli ve sözleşmeli öğretmenleri değil, kadrolu öğretmenleri tercih etmektedir. Dolayısıyla, yaşanılan bu süreç öğretmenlik mesleğinin saygınlığına zarar vermekte ve değersizleştirmektedir.

>>Bu algının değişmesi için neler yapılabilir?
MEB’in bu konuda yapması gereken öğretmen yetiştirmenin gerçek anlamda bir insan gücü planlaması gereksinimine göre dayandırması. Eğer bu yapılmazsa işsiz öğretmen adaylarının sayısı gün geçtikçe daha da artacak ve esnek çalışma kural haline gelecektir. Öğretmenlerin ise MEB’in esnek çalıştırma politikalarına güçlü itirazı gerekiyor.

***

2002: Yeni bir rejim inşasının başlangıcı

Levent Turhan Gümüş

Eğitim her şeyden önce ideolojik bir meseledir, siyasetin bizzat kendisidir. Denilebilir ki; toplumsal mücadeleler tarihi, aynı zamanda eğitimin hangi sınıf ve kesimler tarafından nasıl şekillendirildiğinin de tarihidir. Her iktidar kendi dünya görüşüne uygun nesiller yaratmak ister; eğitimle ilişkisini tam da bu noktadan, rejimin geleceğini güvence altına alacak bir bağlam üzerinden kurar. Arzulanan çocuk profiliyle baskın olması istenen birey tipi ve nihayetinde kurgulanan rejim arasındaki geçişken ilişki, siyaset bahsinden ayrı ele alınamaz. Aynı şekilde, “nasıl bir rejim”, “nasıl bir birey/nasıl bir çocuk” sorusu da öyle.
Biliniyor; 600 küsur yıllık bir geçmişe sahip “padişah ve kulları” ilişkisini ortadan kaldırmakla işe başlayan Cumhuriyet rejimi, kendi anlayışını, yapmak istediğini tek bir cümlede özetlemişti: Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar yetiştirmek! Söz konusu anlayış karşıtlarının buna yaklaşık 90 yıl sonra, köşe bucak biriktirdikleri bir mağduriyet dili üzerinden bizzat yeni muktedirin ağzından verdiği yanıt da biliniyor: Dindar ve kindar bir nesil yaratmak!

Mesele bu kadar net aslında. AKP tarafından temsil edilen Siyasal İslamcılık, ‘Yeni Türkiye’ olarak tarif ettiği ‘Yeni Rejim’i esas olarak eğitim üzerinden kurguladı. Geriye dönük bir okuma yaptığımızda bilimsel ve laik eğitimin kaldırılmasına yönelik hamlelerin sürece yayıldığını ama en temel, en kritik adımların 12 Eylül askeri faşist cuntası döneminde atıldığını söyleyebiliriz.

12 Eylül 1980: Türk-İslam Sentezi
Emperyalizmin güdümünde gerçekleşen 12 Eylül faşist darbesi, her şeyi sermayenin isteğine göre düzenledi. Yapılan düzenlemelerin başında, bilimsel eğitimi ortadan kaldırmak ve yerine Türk-İslam sentezine dayanan gerici bir programı hayata geçirmek vardı. 12 Eylül’ü takip eden yirmi yıl boyunca eğitimin dinselleştirilmesi yavaş yavaş da olsa sürdü. Yaratılan serbestlik ortamında muhtelif cemaatlerce eğitilen kadrolar artık sahaya sürülmeye, emperyalizmin ‘Ilımlı İslam Projesi’ni uygulamaya sokmak için iktidara gelmeye hazırdı. AKP böyle bir ortamda kuruldu.

‘Yeni rejim’ ve eğitim-2: Bilimsel olmayan kitaplar bir nesli imha etme projesi


2002: AKP iktidarı
AKP kurucuları, daha önce iktidara gelen sağcı partilerden farklılıklarını daha başlangıçta, ilk dört yıllık icraatlarıyla ortaya koydular. Kendilerini hep bir mağduriyet ve bu mağduriyeti giderecek bir “dava”nın kadroları olarak tarif ettiler. Dava, İslam davasıydı, İslami esaslara dayalı bir rejim kurma davasıydı. Kalıcı iktidarları için ihtiyaç duydukları kadroların kazanılması için gözlerini çocuklara, onların şekillendirildiği eğitim kurumlarına, okullara diktiler. 12 Eylül faşist cuntasının açmış olduğu yolda adım adım ilerlediler. Önce fiili uygulama, ardından yasal düzenleme yöntemiyle eğitimde dinci gericiliği hemen her kademede tesis ettiler.



İstikrarsızlaştırma
Dinci ve gerici programlar ders müfredatına bir bir eklenirken eğitim sistemi bilerek sistemsiz bir hale getirildi. Yapılan sayısız değişikle eğitim sistemi istikrarsızlaştırıldı.

Piyasa ve dincilik
Bütün bu süreç boyunca AKP, emperyalist merkezler ve onların ülkedeki temsilcileriyle çatışma içinde olmadı. Her ne kadar ‘yerli’ ve ‘milli’ olduğunu iddia etse de dinci gericilikle neoliberal sistem birbirinin ayağına hiç basmadı, birbirini besleyerek büyüdü. Eğitimde yaşanan gerici dönüşümün başlıca itici gücü dinselleştirme olmakla birlikte, uygulamanın değişik safhalarında piyasacı anlayış da yönlendirici oldu.
AKP, diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da adalet ve hakkaniyetle ilgili tasarruflarını “piyasa”dan yana kullandı. “Eleme” ve “seçme” hedefli sınav sisteminin birer türevi olan, bir süre sonra “icat eden”in de ne olduğunu unuttuğu TEOG, YGS, LYS ve ALES gibi sınavlarla öğrenciler bunaltıldı. Liyakat yoksunu yöneticilerin, “sehven oldu” diyerek üstünü örtmeye çalıştığı yanlışların bedeli yüz binlerce öğrenciye ödetildi.

Yeni rejimde eğitimin karakteri siyasal İslamcı’dır


‘Dinci gericiliği hayata geçirirken de ortaktılar’
Şimdilerde inkarı mümkün olmayan diğer toplumsal suçlarda olduğu gibi eğitim alanında da işlenmiş tüm yanlışlar Cemaatin üzerine yıkılıyor. Oysa çok iyi biliyoruz ki, ‘sınava’ endeksli eğitim anlayışıyla çok sayıda çocuğun psikolojisinin bozulmasına, travmalara, intiharlara neden olan uygulamaları birlikte planlayıp uyguladılar. Bu noktaya, “camiler kışlamız, minareler süngümüz” cümlesinden yola çıkarak geldiler. Ne yaptıklarıyla ilgili son derece bilinçliler. Yeni eğitim öğretim döneminin ilk gün uygulamaları, ‘Yeni Rejim’i neyin üzerine ve nasıl inşa ettikleriyle ilgili yeterli veriyi sunmaktadır. Eğitim alanında ‘yeni’ hiç bir şey yoktur. AKP, Cemaatle birlikte başlattığı eğitimin islamcılaştırılması projesine hız kesmeden devam etmekte, her şey ‘Yeni Rejim’in ihtiyaçlarına göre dizayn edilmektedir. Kapatılan Cemaat okullarının İmam Hatipleştirilmesi, daha ilk günden dayatılan zorunlu din dersiyle ilgili uygulamalar; AKP’nin tüm okulları birer camiye, tüm öğretmenleri birer rejim imamına ve tüm öğrencileri itaatkar birer kula dönüştürüne kadar icraatlarına devam edeceğini göstermektedir.
Laik ve bilimsel eğitim mücadelesi aynı zamanda demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. İşimiz zordur ama gerçekleştirilmesi imkansız değildir. Bir başka eğitim, bir başka ülke mümkündür. Yeter ki biz gerçekten isteyelim. Yeter ki 12 Eylül’ün yolunu açtığı bu kara cübbeli neoliberallerin iktidarına karşı omuz omuza, yan yana gelip birlikte mücadele edelim.

Kaynak: Birgun.net