Bu ülkede tüm iktidarlar, kapalı kapıların, gizli ittifakların, görünmeyen desteklerin, paylaşılan nemaların üzerinde yükseldi. Kandırılan de da en başta bu halk oldu ama ne yazık ki, hala bu kanma-kandırılma ilişkisini bozacak gibi görünmüyor. Bugün de, kandırılmış olduğunu söyleyerek kandıran bir iktidar karşısındayız.

Mesela, şu 17-25 Aralık Miladı...

Yıllarca Gülen örgütlenmesi içinde yer almış, ona hizmet etmiş ve bugünkü perişanlığımıza neden olanlar, yolsuzluk skandalı sonrası ray değiştirdiyse FETÖ’cü olmaktan kurtuluyor! Zaten, o tarihe kadar onlar da FETÖ ile can ciğer kuzu sarması olduklarından mesele yok!

Oysa bu ülke için asıl mesele, yıllardır devlet içinde yuvalanmış örgütün eğitimden hukuka, askerden bürokrasiye verdiği zararlar. Bu ülkede sınavlarda yapılan hilelerle, birileri sınavları kazanırken, bu nedenle üniversiteye veya işe girememiş, ya da tıpta uzmanlık alamamış insanlar var. FETÖ’cü yargıçlar nedeniyle yıllarca hapis yatmış insanlar var. Onlar için ve dolayısıyla bu toplum için, birilerin bu örgütlenme ile yakın bir tarihte yollarını ayırmış olmasının hiç bir anlamı yok!

O nedenle, 17-25 Aralık Erdoğan’ın, AKP iktidarının miladı olabilir ama bu milletin değil.

Mesela, şu demokrasi sevdası...

Bu ülkede kandırma envaı çeşit ama en başta “demokrasi kandırması” geliyor. Kısacası, Türkiye kadar demokrasi lafının edilip demokrasinin canına okunan bir başka ülke var mıdır, bilemiyorum!

Şimdiyse durum daha vahim! Öyle ki, demokrasiyi yalnız kendisi, davası için isteyen bir iktidar ortadayken, demokrasiyi AKP iktidarı ile eşitler duruma getirmiş insanlar yaratılmış durumda. Örneğin, sokaklara dökülen kalabalıkların darbeye karşıtlıkları, demokrasi diye haykırışlarına demokrasinin gerekleri, ilkeleri, olmazsa olmazları konusunda bir duyarlılığın eşlik ettiğini görüyor muyuz? Hangi ifade özgürlüğünün peşindeler; hangi gazeteci için mahkeme kapısına gelmekteler?

O nedenle, yandaş medya ne kadar halk dalkavukluğu yaparsa yapsın, bu halk demokrasinin, hukuk devletinin, hak ve özgürlüklerin, laikliğin adım adım gerilemesi konusunda bir duyarlılık, bir tepki ortaya koymadıkça, bu halk dalkavukluğa katılamayacağım.

Mesela, şu birlik-beraberlik çağrıları...

FETÖ örgütlenmesinin boyutları ve darbe girişiminin yarattığı tehditten mi, sokaklara dökülen kalabalıkların etkisi ve bunlara yabancılaşmak korkusundan mı, ya da dış düşmanlar, üst akıllarda birleştiklerinden midir bilemiyorum ama muhalif cenahta yer alan partilerle bazı meslek odaları ve bazı medya kuruluşlarının iktidarla ittifak değilse de, “uzlaşma” içine girdiği görülüyor.

Soner Yalçın, bu yer alışa eleştiriyle bakanlara verdiği yanıtta, emperyalizme karşı mücadeleden söz ediyor. Oysa, bugüne kadar eleştirdikleri “tek adam” rejimiyle emperyalizmle mücadele edilemeyeceğini, aksine tek adam rejiminin emperyalizmin maşası olmaktan başka çaresi olmadığını unutmakta.

Örneğin AKP iktidarı ve Erdoğan hangi iddiasından vazgeçmiş durumda? Fazla örmeğe gerek yok; son günlerde tartışılan Türkiye Varlık Fonu bile AKP iktidarının gelecek projesini ortaya koymaya yeter. Öngörülen düzenlemelere bakarsak, bu Fon ile, bir yanda bu ülkenin bugüne kadar biriktirdiği mal varlığına el konacağını, öte yandan el konulan mal varlığının devletin değil, denetimden, vergiden uzak biçimde iktidarın elinde bir kaynak olarak kullanılacağını anlıyoruz.

Şimdi nasıl sormayalım! Şu, birlik beraberlik çağrılarının, muhalefetin dikkate alınmayan itirazlarından başka bir fonksiyonu oldu mu? Yoksa iktidar için, siyasal iktidarın mutlaklığı yanında, ekonomik olarak daha da güçlenmenin yolu mu açıldı? Ve bu Fon, emperyalizmin önünde engel mi, yoksa emperyalizmin arayıp da bulamadığı bir araç mı?

Ve, “Kandırma Demokrasisi” kökleşip büyürken konuşamadıklarımız...

Bir yana bırakılan konu çok da, en can yakıcısına değineyim; Kürt meselesinde sürdürülen aymazlık... Evet, kendi halkına bile acımayan PKK’nin bu ülkede barış ve demokrasi istemediğini söyleyebiliriz. En son Elazığ’da patlayan bombalamalarda gördüğümüz gibi, terörün bu ülke için lanet olduğuna da kuşku yok. Ancak, Kürt halkını kazanmadan bu ülkeye barışın da, demokrasinin de gelemeyeceğini bilecek kadar deneyimimiz var.

Mesela, şehirleri yerle bir olmuş, gidecek yerleri olmayan, çadırlara sığınmış ve ne olacağını da, nerede yaşayacağını da bilemeyen binlerce insan varken, Suriyeli sığınmacılar gibi kendi insanımızdan da sığınmacılar yaratılırken nasıl bir demokrasi!

Kürt halkı için siyasal mücadele verme konumundaki HDP yok sayılır, ortadan kaldırılmaya çalışılırken hangi demokrasi!

İller cezalandırılıp ilçeye dönüştürülürken, bu illerdeki ekonomik ve sosyal hayatın ne olacağı, insanların neyle yaşayacağı dert edilmezken, ne demokrasisi!

Özgür Gündem’in kapatılır, Ragıp Zarakolu ile Aslı Erdoğan gibi bu ülkede farklı alanlarda önemli izler bırakmış insanlar gözaltına alınırken kime demokrasi? Ki, bu isimlerin demokratlıklarının, bugün demokrat geçinen birçok isimden daha gerçek olduğuna kuşku yok! .

Ya, 70 binden fazla işten atılır, binlercesi gözaltına alınırken, birçoğumuzu kaplayan cadı avına çıkıldığı korkuları... Ya, bu kaygı ve korkuları giderecek bir şeffaflıktan, bunların açıklık kazanması için işleyecek demokratik mekanizmaların yokluğu... Ya eğitimin, üniversitelerin, yargının, ordunun perişanlığı...

Buralardan gidilecek demokrasi nasıl olacak dersiniz?

Kaynak: Birgun.net