İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hükümetin olağanüstü hal ilanının ardından yayınladığı 667 No’lu Kanun Hükmünde Kararname’ye dayanarak İBB Şehir Tiyatroları’nda görevli 6 tiyatrocuyu açığa aldı. İçlerinden bir kısmının hayatları militarizme karşı mücadeleyle geçmiş solcu, demokrat sanatçıları dinci darbenin içine sokuşturma gayretleriyle, üstelik yandaş medya aracılığıyla fetöcülükle suçlandılar. Performans düşüklüğünü sebep olarak gösterilip tiyatroda çalışan oyuncular ise işten uzaklaştırıldılar. Bu kişilerin çoğunu tanırım ve geçmiş döneme bakıldığında bir dönem içerisinde birden çok oyuna emek verdiklerini de bilirim.


İstanbul Kadıköy Lisesi Okul Aile Birliği, Genco Erkal’ın “Güneşin Sofrasında Nazım ve Brecht” oyununu güvenlik gerekçesiyle iptal etti. Genco Erkal gazetemizde çıkan açıklamasında darbe gerekçe gösterilerek muhalif seslerin susturulması mı esas amaç diye soruyor, “...tiyatrodan korkmak, yasaklamak değil, tam tersine sanatın birleştirici gücünden yararlanmalıyız,” diyor.
Kaldı ki sanatın kendisi varolan her türlü erke, otoriteye karşıdır. Sanat zaten muhaliftir. Otoriteye biat eden üretimden sanat çıkmaz. Neoliberal politikaların hüküm sürdüğü milliyetçi, dini, mezhepçi motiflerle bezenmiş baskı stratejisi çemberindeki sanat; yaşama şansı bırakmayan bir otoritenin ancak dayatması olabilir. Ne yazık ki Türkiye, muhalif sanatçılara, gazetecilere, siyasetçilere yer açmayan, yaşama şansı bırakmayan bir otoritenin dünyada simgesi haline gelmiştir.
O halde yapılması gereken: “İnsana yaşadığı koşullar biçim veriyorsa, o zaman insan yaşadığı koşullara biçim vermelidir” (Marx, Kutsal Aile).
Anlaşılan odur ki: Şehir Tiyatrolarında yaşananlar yalnızca o arkadaşlarımıza yapılmış anlamını taşımıyor, aynı zamanda bu saldırılar ‘şimdilik’ uygulamanın dışında olan insanlara da ders olabilmesi için gözdağı olarak okunmalı. Dikkat! Şimdilik. Kişi veya kurumlara otoritenin bu fiziki dayatması; dışında kalanlara da ruhsal baskı olarak yansımakta. Korku ve sindirme.
Godard’ın 1993 yapımı kısa filmi ‘Seni Selamlıyorum Saraybosna’nın metninden: Bir bakıma, korku, Tanrı’nın kızıdır, hayırlı cuma gecesi kurtarılan. Güzel değildir; aşağılanır, lanetlenir ve herkes onu reddeder. Ama yanlış anlaşılmasın, korku tüm fanilerin ızdırabına dadılık eder, insanlık için aracıdır. Zira, bir kural vardır, bir de istisna. Kültür kuraldır ve sanat istisnadır. Herkes kuralı konuşur: Sigara, bilgisayar, tişört, tv, turizm, savaş. Kimse istisnayı konuşmaz. O konuşulmaz, yazılır: Flaubert, Dostoyevski./ Bestelenir: Gershwin, Mozart./ Resmedilir: Cézanne, Vermeer./ Filme çekilir: Antonioni, Vigo. Ya da, yaşanır ve yaşama sanatı haline gelir: Srebrenica, Mostar, Saraybosna. Kural, istisnanın ölümünü istemektir. Böylece kültürel Avrupa’nın kuralı, hâlâ serpilen yaşama sanatının ölümünü örgütlemektir. (Bozguncu ve Göçebe: Jean Genet, Elif Demirkaya)
Ülke kaosa doğru sürüklenirken kültürel Türkiye’nin kuralı da, ne yazık ki sanatın ölümünü örgütlemek oluyor.
Oysa ki, hayatı bütün formlarıyla bastırılan bir toplumda deneyimi var olan bu düzene karşıt biçimde yeniden inşa etmek olmalıdır. Sanatçı çağına tanıklık ederken, özgürlüğünü ve etkinliğini kontrol altına almaya çalışan sisteme, kendisine ve topluma dayatılan yaptırımlara karşı yıkıcı ve muhalif bir tavır sergilemek, tiyatrodan, müziğe, resimden, heykele, fotoğraftan, grafittiye, şiirden edebiyata kadar her biçimiyle toplumda değişim yaratılabilmek için örgütlenmek zorundadır. Ancak, artık sanatçıların yalnızca kendi aralarında örgütlenerek eserleriyle bağ kurmaya çabaladığı toplumdan kendini soyutlaması değil, fiziki olarak karşılıklı bilgi paylaşımı ve empati birlikteliğiyle bir örgütlenme modelini geliştirmesi gerekiyor.
Tartışılacak bir öneri; Sanatı kendi dışındaki şeylerden bağımsız bir yapı gibi görmemek, belki de sanatı zanaatten ve el sanatlarından ayırmamak gerekiyor. Heykeltraşlar taş ustalarıyla, marangozlarla, ressamlar boyacılarla vb aynı çatı altında çoğalmasından bahsediyorum. Ki; bugün tiyatroculara ve diğer sanatçılara yapılan baskıları toplum sessiz bir çoğunluk olarak izlemesin ve aynı şekilde sanatçılar da baskı ve şiddete maruz kalan toplumdan kendilerini atölyelerine kapatarak egosantrik hazlarıyla eğleşmesin.

***

Sanatçı çağına tanıklık ederken, özgürlüğünü ve etkinliğini kontrol altına almaya çalışan sisteme, kendisine ve topluma dayatılan yaptırımlara karşı yıkıcı ve muhalif bir tavır sergilemek ve toplumda değişim yaratılabilmek için örgütlenmek zorundadır.

Kaynak: Birgun.net