Despotlar söz geçirebildikleri sürece, ‘terbiye edilmişler’ -emirle iş gören ve sayın efendileri memnun olmadı mı sopa yemeye razı olanlar- davalarının temelsiz olduğunu bile bile ‘sadakat’ adı altında savaş tamtamlarını çalmaya, iyi hatip olmaya ve halkı kışkırtmaya devam ederler... Elinde güç olmadığı sürede özgürlük isteyenler, gücü ele geçirince üstünlük taslarlar. Devlet baskısının insanları ezdiği, yasaların keyfi uygulandığı, toplumun din-ahlak yorumlarıyla ve zorbalıkla yeniden dizayn edilmeye çalışıldığı bu ülke neyi aradıklarını bilemeyen, tuhaftır ki bilmeyi çok arzulayan/-mış gibi görünen insanlarla dolu.

Özel duyguların sergilenmesi yararına gitgide izleri silinen kamusal yaşamın -tutkuların dizginlendiği ve dış görünüşün asıl kaygıyı oluşturduğu bir tür kent toplumsallığının-çöktüğü yaşamda, yalnızca istekli görünmekle yetinip özgürlüğe uçacağını sanan, ancak kolay yaşayıp sürüde kalan, iki arada bir derede kendi sığınağında korunaklı olanlardan, -mış gibilerden bahsediyorum. Tocqueville bireyciliğin bir tür sivil yalnız olarak düşündüğü daha melankolik yanını görmüştü. Şöyle yazıyordu: “Herkes kendisinden başka herkesin kaderine yabancıymış gibi davranıyor… diğer yurttaşlarla ilişkilerine gelince, onların aralarına karışıyor olabilir ama onları görmüyor; onlara dokunuyor ama hissetmiyor; yalnızca kendi içinde ve sadece kendisi için yaşıyor.” Aslında başkalarıyla iletişime geçmiyor, gözlemlemesi bir davranış biçimine dönüşüyor. Balzac buna “Gözün gastronomisi” diyor.

Vah zavallı kuşcağız! Ülkeleri batmış, sonsuzluğun ufkunda bir tekneye binip okyanusa açılmış insanları düşün, senin de ülkenin batışa sürüklendiğini düşün, bireyin yok oluşunu düşün, artık karanın olmadığını düşün, savaşın çocuklarını düşün, tacize, tecavüze, saldırıya uğrayan çocukları, kadınları, LGBT’li insanları düşün...

“Sonsuzluğun ufkunda; Karadan ayrıldık, gemiye bindik! Arkamızdaki köprüyü yıktık, daha iyisini yaptık hatta: Karayı yıktık. Şimdi de, küçük gemi, ayağını denk al! İki yanında okyanus var; her zaman kükremiyor, orası doğru; yüzeyi ipektenmiş gibi, altın yaldızlıymış gibi serilip yayılıyor bazen; iyilik dolu bir düşleyiş bu sanki. Ama vakti saati gelince onun sonsuz, uçsuz bucaksız olduğunu ve hiçbir şeyin sonsuzluk kadar korkunç olmadığını anlayacaksın. Vah zavallı kuşcağız, özgür sanıyorsun kendini, şimdiyse bu kafesin parmaklıklarına çarpıyorsun! Karada sanki daha çok özgürlük varmış gibi onun özlemine tutulursan vay haline şimdi, ‘kara da yok artık!” (Nietzsche).

Picasso’nun; 1937’de yaptığı Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eserini Madrid’de Reina Sofía Müzesi’nde sergisi sırasında kendisine, “Bu resmi siz mi yaptınız,” diye soran bir Alman generaline, “Hayır, siz yaptınız,” yanıtını neden verdiğini düşün, fotoğrafçı Salgado’nun kazandığı paraları neden Brezilya Topraksız Köylü Hareketine harcadığını düşün, kimyasal atıklarla sakat doğan, zehirlenen Minimata köylülerinin mücadelesini belgelemeye giden ve dayak yiyip ağır yaralanan basın fotoğrafçısı Eugene Smith’i düşün, bu ülkede kapatılan gazeteleri, katledilen-tutuklanan zor koşullarda gazetecilik yapanları, Hrand Dink’i, Musa Anter’i, Metin Göktepe’yi, senin için bile bedel ödeyenleri ve daha nicesini düşün...

Vah zavallı kuşcağız yalnızca istekli görünmekle yetinip özgürlüğe uçacağını mı sanıyorsun? Ayaklarını bastığın kara yok artık! Üzgünüm, sen de terbiye edilmişlerdensin.

Ahmed Arif’in “Anadolu” şiiriyle başlayıp;

Öyle yıkma kendini, / Öyle mahzun, öyle garip… / Nerede olursan ol, / İçerde, dışarda, derste, sırada, / Yürü üstüne üstüne, / Tükür yüzüne celladın, / Fırsatçının, fesatçının, hayının… / Dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile, diş ile, / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni.“

Metin Eloğlu’nun “Uyan” şiiriyle bitireyim o zaman.

Hadi uyan / Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın / İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine / Yoksul olsan da uyan / Garip olsan da uyan / Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için / Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için / Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için.“

Kaynak: Birgun.net