UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin İstanbul’da gerçekleştirdiği zirvede Türkiye’de kültür varlıklarının tahribatının görmezden gelinmesine tepki olarak “UNESCO neyi koruyor?” sorusuyla düzenlenen ve 19 Temmuz’da geniş katılımla gerçekleşen “Karşı Forum,” sonuç bildirgesi yayınladı. Karşı Forum’un misyonunun ortaya konduğu bildiride, geleceğe dönük faaliyet planına da ver yerildi.

Sonuç bildirgesi metni şu şekilde:

Yaşamı, Doğal ve Kültürel Varlıkları Korumaya Kararlıyız

UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin (DMK) 10-20 Temmuz 2016 tarihleri arasında, İstanbul’da 40. Toplantısı sırasında, Dünya Miras Listesi’ne Türkiye’den 2015 yılında kabul edilmiş olan Diyarbakır Kalesi ve Hewsel Bahçeleri’nin tampon bölgesi Sur Mahallesi savaş ve inşaat makinalarıyla, 1985 yılında Liste’ye girmiş olan İstanbul tarihi alanları ise, yenileme projeleri ile sermaye birikimi için yerle bir edilmekteydi. Dünya Miras Alanları’ndaki yıkımlar gündeme dahi alınmayarak, bunlardan sorumlu T.C. Devleti’nin ev sahipliğinde ve tüm bu olanlar görmezden gelinerek bir toplantı yapılmasını kabul edilemez bulan demokratik kitle örgütleri, meslek ve emek örgütleri, ekoloji mücadeleleri, hukukçular, sosyologlar, çeşitli disiplinlerden koruma uzmanları gibi kişi ve kurumlar biraraya gelerek bu konuda çalışmaya başladı.
Forum hazırlık toplantılarında, Türkiye’den Dünya Miras Listesi’ne kabul edilmiş yerler UNESCO DMK bağlamında ele alınırken, listeye alınmayan doğal ve kültürel varlıkların durumu ve nasıl korunacağı da gündeme geldi. Koruma sorununun aslında politik ve ekonomik bağlamda ülkenin bütün varlıklarını etkilediği, dolayısıyla doğal ve kültürel varlıkların genel kültür politikalarından bağımsız bir biçimde seçmeci bir yaklaşımla ele alınarak korunamayacağı, buradan hareketle, kültürel ve doğal dokuları bizzat yerinde, halklarla birlikte korumak gerektiği düşünüldü. Bu tartışmalarla büyüyerek örülen çalışmalar sonucunda bir araya gelen 68 kurumun çağrısı ile, 19 Temmuz 2016 tarihinde geniş bir katılımla düzenlenen “UNESCO Neyi Koruyor” başlıklı Karşı Forum’da; Dünya Miras Listesi’ne giren ve/veya liste’de yer almayan tüm varlıkların korunmasına yönelik deneyimler, mücadeleler paylaşıldı. Karşı Forum; Irak’ta ve Bingazi/Libya’da yıkımı yaşayan halklardan da karşılık buldu.

UNESCO’nun politikaları bağlı bulunduğu Birleşmiş Milletler’de olduğu gibi, üye devletlerin yaklaşımlarıyla belirlenmektedir. Bu durum, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi’nde de geçerlidir.UNESCO Dünya Miras Komitesi’nde üye devletler diplomatlar ile temsil edilmektedir. Dolayısıyla üye devletlerin dünya miras alanları ile ilgili koruma sorunlarına ilişkin değerlendirmelerinin esasını uzman kuruluşların bilimsel tespitleri oluşturur, ancak bunların yanı sıra, üye ülkelerin diplomatik çabaları ve finansal desteğinin de değerlendirmeleri etkilemesi kaçınılmaz görünmektedir. Finansal desteğin artması, üye devletin DMK içindeki etkisini de arttırmaktadır. DMK yapısı gereği, Dünya Miras Alanı ilan edilen varlığın yerelinde çalışan uzman kurumların ya da demokratik kitle örgütlerinin çalışmalarını doğrudan referans kabul etmez, sadece taraf devletin ve danışman kuruluşların resmi raporlarını dikkate alır. Bir diğer yandan DMK’nın taraf devletin Dünya Miras Alanı’nı koruyup korumadığını sorgulama yükümlülüğü olduğu halde, koruma sorunlarına diplomasi aracılığıyla yaklaşan DMK’nın bu sorgulamayı tarafsız bir biçimde yapamayacağı açıktır. Örneğin Diyarbakır Kalesi ve Hewsel Bahçeleri’nin oluşturduğu kültürel peyzajın tampon bölgesinde bulunan Kurşunlu Camii, Dört Ayaklı Minare, kiliseler gibi tescilli yapıların ve yüzlerce yıllık yaşam alanlarının büyük bir bölümü, Roma döneminden kalan tarihi sokak dokusu, devlet tarafından sürdürülen savaş ve yıkım nedeniyle zarar görmüş, aynı devlet Mart ayında operasyonları sonlandırdığını ilan etmiş olmasına rağmen, yerel yönetim ve halkın Sur İlçesi’ne girişini engellemiş, iş makineleri ile tescilli kültür varlıklarından geriye kalan kalıntı ve izleri de yok etmiştir. Bu acil durum karşısında, yerel yönetim, demokratik kitle örgütleri ve hukuk platformları hazırladıkları raporu UNESCO DMK Delegelerine yollayıp, komiteyi çeşitli biçimlerde bilgilendirdiği halde; Türkiye’nin ev sahipliği ve dönem başkanlığı nedeniyle, UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin 40. Toplantısı’nda tüm bunlar tartışılmadan, önceden hazırlanmış standart tedbirler içeren taslak karar oybirliği ile onaylanarak geçilmiştir.

Ne yazık ki, kültürel ve doğal varlıkları tehdit eden uygulama örnekleri oldukça fazladır. Kapitalizmin; kriz süreçlerinde, sermayenin saldırılarını arttırarak doğal ve kültürel varlıkları inşaat, enerji, madencilik gibi sektörler aracılığıyla talan ettiğini biliyoruz. Türkiye’de korunması gereken varlıkların, Dünya Miras Listesi’nde yer alsın veya almasın, kentsel dönüşüm uygulamalarıyla, barajlarla, acele kamulaştırma kararları, savaş vb. “araçlarla” sermaye birikimi sürecine sokulmakta olduğuna tanıklık etmekteyiz: İstanbul’da, deniz dolgusu ve tüneller ile tahrip edilen 8500 yıllık izlere ulaştığımız Yenikapı çevresi, yapılaşma baskısı altındaki Boğaziçi kıyıları, Boğaz’ın ön görünüm bölgesi, Haliç, Haydarpaşa ve çevresi, Adalar, diğer yandan 3. Köprü, 3. Havalimanı, kanal talanıyla karşı karşıya olan İstanbul’un solunum alanı ve su rezervi olan Kuzey Ormanları; baraj tehdidi altındaki Hasankeyf, taş ocakları nedeniyle tahrip olan Antalya çevresindeki arkeolojik alanlar, Bartın’daki geleneksel doku, şirketlerin saldırıları altındaki dereler gibi pek çok kültürel ve doğal varlığın korunarak geleceğe aktarılması güçtür.
Türkiye’de tahribat, yıkım ve dönüşüm, kültürel varlığın bulunduğu her bölge için farklı yöntemlerle yürütülmektedir. Örneğin Sur’da merkezi yönetimin politik kararları, savaş araçları ve iş makinalarıyla yerel yönetim dışlanarak uygulanmaktadır. Diğer yandan süreç ve uygulamalar, İstanbul’da Sulukule, Süleymaniye, Ayvansaray-Toklude’de ve Tarlabaşı’nda, merkezi yönetimin yörüngesinde karar üreten yerel yönetimlerce yürütülmektedir.

Kültürel yapılar aynı zamanda, beraberindeki doğal varlıklardan ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Bunun en belirgin örneklerini İstanbul Kara Surları ile Yedikule Bostanları’nın ve Diyarbakır Surları ile Hewsel Bahçeleri’nin ilişkisinde görmekteyiz. Kültürel varlıklar, bağlamlarından, somut olmayan değerlerinden, bu değerleri üreten halklardan, bulundukları ekosistemden koparılmakta, tarihsel, doğal, kültürel ve sosyolojik kimlikleri yitirilmektedir.

Öte yandan kültürel ve doğal varlıklar, kitlesel turizm için sermaye kaynağı olarak algılanmaktadır. Arkeolojik alanlara turistik çekicilik kazandırabilme amacıyla, kazıların bilimsel programları ve/veya ekiplerine müdahale edilmekte, baskı yapılmaktadır. Sermaye baskısı sonucunda konut yapılarının konaklama tesislerine dönüşmesi ile İstanbul-Sultanahmet örneğinde olduğu gibi, mahalle dokuları kaybolmaktadır.
Yapılan politik müdahaleler kültürel varlıkların yok edilmesinin yanı sıra, orada yaşayan halkların yerinden edilmesine, kültürlerinin yok olmasına, sosyal dokunun bozulmasına, sınıfsal yapılarının dönüşmesine de neden olmaktadır. Bu şekilde hem toplumsal bellek yok edilmekte, hem de mekanla insan ilişkisini oluşturan duygusal bağlar koparılmaktadır. Kentlerimizde halkların binlerce yıldır birlikte yaşanmışlıkları ile Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Rumlar, Ezidiler, Türkler kültürel izler bırakmışlardır; “tekçilik” anlayışıyla bu izler de yok edilmek istenmektedir.

Kültürel varlıklara yönelik yıkım ve talanın, iktidarın bilinçli tahribatına yönelik etkileri arttıracak şekilde hukuki zemine dayandırılarak yapılmaya çalışılması ve hukukun bu şekilde araçsallaştırılması daha da can yakıcıdır. Örneğin 2863 sayılı Koruma Yasasına karşın 2005 yılında çıkarılan 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında”ki yasa dayanak alınarak İstanbul’da Süleymaniye, Sulukule, Ayvansaray ve Tarlabaşı’ndaki yıkımlar yapılmıştır. Bir diğeri ise, 2012 yılında çıkarılan 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında” ki yasadır. 2942 sayılı Kamulaştırma Yasası’nın Acele Kamulaştırma hükmünü düzenleyen 27. Maddesi ise, bilhassa Diyarbakır Sur’da yapılan yıkımlara dayanak yapılmıştır. Bu süreçte, koruma bölge kurulları ve koruma yüksek kurulunun işleyiş biçimlerinde de değişiklikler gerçekleştirilmiştir. 2011 Yılında kültürel ve doğal varlıkların birbirinden ayrılmasına, ayrı koruma kurulları tarafından incelenmelerine, bu varlıkların sorumluluğunun farklı bakanlıklar kapsamına alınmalarına yol açacak yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu değişiklikler, kültürel ve doğal varlıkların ayrılmaz bir bütün olduğu yerlere yönelik müdahalenin kolaylaşmasına zemin oluşturmuştur. Tüm bu müdahalelere karşı hukuki bir mücadele hattı da yürütülmeye devam edilmektedir. Örneğin Sur’da yapılan yıkımlara karşı avukatların oluşturduğu platformla bu yıkımlar raporlanmış ve devamında 750 dava açılmıştır. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Diyarbakır Barosu tarafından da benzeri hukuki süreçler yürütülmektedir. Acele kamulaştırma ve riskli alan kararlarının iptali için davalar açılmış ve Sur bölgesinde yapılan hafriyat çalışmalarının tarihi ve kültürel yapılara verdiği zararların tespiti istenmiştir. Ancak yapılan idari başvurular ve açılan davalarda, özellikle dernekler adına yürütülenlerde, esasa dair cevap verilmeyerek usul tartışmaları ile hukuki süreç etkisiz kılınmaya çalışılmıştır. İstanbul Fener ve Balat’ta yenileme projesine karşı açılan davalar, yerel mahkemelerce sosyal dokuyu değiştireceği gerekçesiyle kabul edilmiştir. Ancak yerel yönetim Danıştay’da süreç devam etmekteyken, aynı alan için yeni bir proje üreterek hukuki mücadeleyi boşa düşürmeye çalışmaktadır. Tüm bu hukuki süreçlerde gerek idarenin, gerekse yargının verdiği kararlar, yaşam alanlarını ve kültürel varlıkları korumak üzere bir araya gelerek örülen direniş hattını açık biçimde kırmayı hedeflemektedir.

Doğal ve kültürel varlıkların; bulundukları ortamdan, yaşamdan koparılarak nesneleştirilerek saklanacak varlıklar olmadığı ortadadır. Bu bağlamda “UNESCO Neyi Koruyor?” sorusu ile başlanan forumda görülmüştür ki, UNESCO DMK, Dünya Mirası ilan ettiği yerlerin korunmasında yapısı gereği giderek daha pasif kalmaktadır. Komitenin toplantıları, üye devletlerin koruma sorunlarını görmezden gelip, birbirlerini aklamalarına neden olmakta, listeye alınmış yerlerin ise, korunmalarını etkin biçimde denetleyememektedir. Nitekim DMK’nın 40. Toplantısı, Türkiye’den Dünya Miras Listesi’ne girmiş iki önemli örneğin, Diyarbakır ve İstanbul’un koruma sorunlarının açıkça değerlendirmeye alınmadığı bir toplantı olmuştur. Bu durumda, UNESCO DMK, öncelikle kültürel ve doğal varlıkları korumak yerine, üzerindeki finansal ve diplomatik baskı oranında aslında sorgulamakla yükümlü olduğu üye devleti ve dolayısıyla kendisini korumakta olduğu söylenebilir.

Kültürel varlıklar toplumlar gibi canlıdır ve koruma bu gerçek dikkate alınarak yapılmalıdır. Özünden, köklerinden koparılmış şekilde yanlış restorasyonlar yapılarak yürütülen, ideolojik ya da turizm amaçlı restorasyon yaklaşımları, halk tarafından sahip çıkılamayan kültür varlıklarını yok etmek için devletler tarafından stratejik olarak kullanılmakta ve ne yazık ki Dünya Mirası Komitesi gibi kurumlar bu amaca alet olabilmektedir.

“ UNESCO Neyi Koruyor?” başlığı ile bir araya gelen Karşı Forum’un yol haritası:

UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin kültür varlıklarının korunması hedefiyle belirlediği ilkeler çerçevesinde, büyük bir hassasiyetle değerlendirerek Dünya Miras Listesi’ne kabul ettiği kültür varlıklarının sahibi kabul ettiği devletler tarafından geleceğe yönelik olarak korunmasında etkili ve tarafsız bir denetleme/ yaptırım gücü oluşturamadığını, bu durumun kurumsal yapısına içkin sorunlardan kaynaklandığını tespit etmiştir.UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer almanın önemi yadsınamaz ancak kültürel ve doğal varlıkların korunmasının gerekliliğine inanan ve bu yolda çalışan insanların bu listede var olmanın ve kalmanın koruma açısından da bir anlamı olması beklentisinde haklı olduklarını ortaya koymuştur.Bu nedenle bir arada olmaya ve büyümeye devam edecektir.Bileşenlerinin etkileşimini artırmak için toplantılarını düzenli olarak sürdürecektir.Dünya Miras Listesi’nde olsun veya olmasın koruma altında olan bölgelerde yerel halkla toplantılar yapacak ve dayanışmayı büyütecektir.Koruma alanlarında gözlemlerini sürdürecek, sorunları belgelemeye devam edecek ve bunları kamuoyu ile açık olarak paylaşacaktır.Uluslararası dayanışmalarla iletişim kurup ortak etkinlikleri arttıracak, kültürel ve doğal varlıklar üzerindeki tahribatlar ve bunlara karşı yürütülen koruma çalışmalarını görünür kılacaktır.Kültürel ve doğal varlıkların koruma-yaşatma sorunlarına karşı mücadelede kullanılan hukuki araçlar ve etkili savunma yöntemlerini ülke ve dünya çapında ortaklaştıracak, deneyimlerini kuramsal bilgiye dönüştürecektir.Tüm bunları doğal ve kültürel varlıkları, bu varlıkları üreten ve birlikte yaşayan halkları, dolayısıyla somut ve somut olmayan değerleriyle bir bütün halinde ele alarak yaptığı işler üzerinden kurumsal kimliğini örmeye çalışacaktır.

İster Türkiye’de, isterse dünyada, doğal ve kültürel varlıklara karşı devletler tarafından yürütülen sistematik saldırıların, ancak toplumsal dayanışmayla engelleneceğini biliyoruz. Bu bilinçle, kültürel varlıklara, yaşam alanlarına ve yaşam hakkımıza yönelen her türlü siyasi müdahale ve askeri darbelerin halklar tarafından dayanışmayla ve örgütlenerek durdurulacağına inanıyoruz.

Yaşamı, kültürel ve doğal varlıkları, dayanışmaya katılmak isteyen herkesle birlikte korumaya kararlıyız…

Kaynak: Birgun.net