HAYRİ KOZANOĞLU

Ekonomide son dönemin gündem konularından biri de, Türkiye Varlık Fonu. Aslı Aydın arkadaşımız, “Ekonomiye Ulusal Varlık Fonu Yaması” başlıklı yazısıyla 4 Ağustos tarihinde bu konuyu mercek altına almıştı. İsterseniz son gelişmeleri de göz önüne alarak tartışmalara katkıda bulunmaya çalışalım.

İngilizce, “Sovereign Wealth Funds” diye adlandırılan Ulusal Yatırım Fonlarının (UYF) portföyleri 7.2 trilyon doları buluyor. Bu fonların varlıklarının yaklaşık %60’ı enerji ihracatına dayanıyor. Genellikle, enerji ve emtia kaynaklı yüksek döviz geliri bulunan, ulusal para ve sermaye piyasaları bu hacimdeki yatırımları kaldırmaya yetersiz ülkeler tarafından kuruluyor.

Kapitalist küreselleşmenin yaygınlaşması, sermaye hareketlerinin liberalizasyonu ile Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Rusya, Norveç gibi ülkeler, UYF aracılığıyla döviz rezervlerini uluslararası piyasalarda, özellikle hisse senedi ve tahvil yatırımları ile değerlendirme fırsatı buldular. 2007 küresel krizi öncesi yüksek montanlı bu yatırımlar, “finansal küreselleşme” sürecinin hızlanmasına katkıda bulundu, piyasaların aşırı şişmesine etki yaptı. Norveç dışında, büyük fonlara sahip bulunan ülkelerin otoriter, baskıcı rejimlere sahip olması nedeniyle UYF’ler zamanla siyasi güç ve baskı aygıtlarına da dönüştüler.

Vladamir Putin “Büyük Abi” sıfatıyla, Katar, Kuveyt, Çin, Kazakistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerin UYF yöneticilerini Haziran ayında St. Petersburg’da yazlık sarayda ağırladı. Bu “strateji” toplantısında Suudi Arabistan’ın çiçeği burnunda “modernleşmeci” hakimi Prens Salman da hazır bulundu. Sırf bu tip toplantılarda boy göstermek için bile RTE’nin UYF sevdasının depreşmesi beklenebilir.

2007 küresel krizi sonrası faizlerin düşmesi, likiditenin bollaşmasıyla birlikte bu fonların getirileri iyice geriledi. Arkasından enerji ve emtia fiyatlarındaki kriz, gelir kaynaklarını da kuruttu. Bazı fonlar bütçeye katkı için portföylerini boşaltmaya başlayınca, başta Avrupa borsaları piyasalarda satış baskısı yarattılar.

Bazı UYF`ler de finansal piyasalardaki düşük getiriler nedeniyle gayrimenkul alımlarına, değerli sanat ürünlerine yönelince denklemler iyice karıştı. UYF’ler giderek yolsuzluk, usulsüzlük hikayeleriyle gündemde yer bulmaya başladılar. Türkiye işte böyle bir konjonktürde “Ulusal Varlık Fonu” kurmaya yöneliyor.

Ulusal Varlık Fonu gerekli mi?
Türkiye bilindiği gibi kronik cari işlemler açığı veren, döviz rezervlerinin mevcut yükümlülüklerini karşılamaya yeterli olup olmadığı bile tartışılan bir ülke. Döviz gelirlerinin tek bir emtia veya kaleme bağlı olması gibi bir sorun da söz konusu değil. Sürekli tasarruf yetersizliğinden dem vuran, cari açığını yabancıların tasarruflarıyla, özellikle “sıcak para” akımlarıyla finanse eden bir ülkenin fon kurup yabancı borsalara yatırım yapmasının zaten anlamı yok. Kendi sermaye piyasaları sığ olduğu için, kaynaklarını buraya plase etmesi ise, hormon etkisiyle aşırı şişme yaratacağı için sakıncalı. Kısaca Türkiye’nin UYF kurmasının objektif koşulları bulunmuyor.

Zaten tanımı gereği UYF deyince önce varlıkları bulunacak, bu varlıkları yönetirken gerekirse borçlanmaya gidecek. Halbuki Türkiye’nin fonu için gerekli varlığı yok. Be nedenle 100 milyar TL’yi bulan İşsizlik Sigortası Fonu'ndaki emekçi paralarına, BES fonlarında birikecek yine emekçi tasarruflarına gözünü dikmiş durumda. Bir de özelleştirme gelirlerinin, yani bizlerin mallarinin satılıp, bu fona aktarılması planlanıyor.

Yandaş yorumcular, Kanal İstanbul, üçüncü köprü, yeni hava limanı, nükleer santral, altyapı projelerine kamu borcu artırılmadan finansman sağlanacağını öne sürüyorlar. “Dünyada Türkiye’den başka stratejik yatırım yapan ülke kalmadı” gibi martavallarla tezlerini süslüyorlar. Böyle böbürlenmeler yapabilmek için ya başkalarının geliştiremeyeceği teknolojilere sahip olacaksınız ya da tasarruflarınızın yüksekliği, yani cari işlemler hesabınızdaki fazlalar sayesinde teknoloji satın alıp, sermaye birikiminizi güçlendireceksiniz. Türkiye için her iki koşulun da geçerli olmadığını belki söylemeye bile gerek yok.

İsteyen niyet okuma desin, olacakları şimdiden söyleyelim. RTE ve şürekâsı için Türkiye Varlık Fonu’yla yeni bir övünme kapısı açılacak. Fondaki harcamalar Sayıştay ve Meclis denetimi dışına çıkarılacak, başta İşsizlik Fonu olmak üzere emekçilerin paraları har vurup harman savrulacak. Yeni yolsuzluk ve usulsüzlük kapıları açılacak. İstendiği kadar kamu borcuna yansımayacak densin, fonun borçlanmaları bizler gibi vergi mükelleflerinin cebinden ödenecek. Uluslararasi mali kuruluslar açısından da bütçe açıklarını ve kamu borçlarını düşük göstermenin bir karşılığı olmayacak.

Beterin beteri var!
Gelin Malezya’ya uzanalım, Malezya UYP’sinin, sorumsuz bir Başbakan, Necip Rezak elinde ülkenin başına ne çoraplar ördüğüne bakalım. Necip 2009’da başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz, ayağının tozuyla IMDB fonunu kurar. Gel zaman git zaman fon yatırımları, icraatlerinden çok yolsuzluklarla gündeme gelir. Hatta son gelişmeler The Guardian gazetesi tarafından “dünyanın en büyük finansal skandalı” diye nitelendirilir.

Hikâye bir yönüyle dizilere konu olacak ölçüde karmaşık ve renkli. Bir yönüyle de, son tahlilde yoksul Malezya halkının paralarının çarçur edilmesi açısından trajik. Özetle, fonun paraları Petro Saudi adlı bir Suudi Arabistan şirketiyle de işbirliği halinde sifonlanıyor. Fon; lüks gayrimenkulları, mücevherleri, tabloları, şirketleri değerinden pahalıya alıyor, buradan oluşan spekülatif kârlar/IMBD’nin zararları başta Necip, suç örgütü üyelerince paylaşılıyor. Necib’in üvey oğlu Rıza Aziz, İngiltere’nin namlı Harrow Koleji’nden mezun bir zat ve Batı’daki suç şebekesinin tasarımında, ilişkilerin olgunlaştırılmasında başrolde.

Geçen yıl Wall Street Journal gazetesinin Necib’in kişisel hesabına tam 681 milyon dolar aktarılmasını belgelemesiyle yolsuzluk ayyuka çıktı. Bir Suudi Prensi’nin bu parayı bir karşılık beklemeden, Necib’e seçim kampanyasında kullanılmak için bağış olarak gönderdiğini açıklaması da gariplikler zincirine yeni bir halka ekledi.

Temmuz’da ABD Adalet Bakanlığı, IMDB fonunun en az 3.5 milyar dolar zarara uğratıldığını, soruşturmanın devam ettiğini bildirdi. Bu arada fonun 1 milyar dolarlık malvarlığına el koydu. Portföyde Manhattan’da lüks daireler, Beverly Hills’de malikâneler, lüks oteller, Claud Monet ve Pablo Picasso tabloları bulunduğu açıklandı. Ayrıca Leonardo Di Caprio’nın başrolünü oynadığı “The Wall of Wall Street” filmini fonun finanse ettiği, playboy Rıza Aziz’in Las Vegas kumar borçlarının bile bir yolu bulunup fonun kasasından ödendiği su yüzüne çıktı. Bu arada Necip ve eşinin, tahmin edilecegi gibi parası fondan çıkmak üzere, milyon dolarlık yüz gerdirme operasyonları yaptırdıkları öğrenildi. .

Meraklısı için olaylar zincirinin magazin boyutu bir köşe yazısına sığdırılamayacak ölçüde zengin. Peki Necip bu olaylar karşısında ne yaptı? Sizlerin pek yadırgamayacağı üzere, tüm bunların bir komplo, Malezya’nın yükselişini içine sindiremeyen dış güçlerin bir oyunu olduğunu ilan etti. Ağustos’ta bir nevi OHAL olan yeni güvenlik yasasını yürürlüğe soktu. Artık arama emri olmadan her binaya girebilecek, güvenlik güçleri halka ateş açabilecek. Muhalefet etmek, protesto düzenlemek ise serbest! Ancak bir şartla: Necib’in adını telaffuz etmeyecek, istifasını istemeyeceksiniz.
Ülke ülkeye, lider lidere benzer de, fon fona benzer mi? Bunu da yaşayarak öğreneceğiz…

Kaynak: Birgun.net