KADİR İNCESU

9 Eylül 1984’te Paris’te yaşamını yitiren Yılmaz Güney’i yakından tanıyan isimlerden biri de Türk sinemasının yaşayan tarihçisi Agâh Özgüç. Özgüç’ün “Yılmaz Güney Filmleri Tarihi” olarak adlandırdığı çalışması tam bir başvuru, temel bir kaynak kitabı olma özelliği taşıyor. Özgüç ile Yılmaz Güney’i konuştuk.

»Yılmaz Güney ile nasıl ve ne zaman tanıştınız?

Yılmaz Güney’in Anadolu sinemalarında gösterimi yapılan ‘İkisi De Cesurdu’ isimli bir filmini izlemiştim ilk. Müthiş bir oyunculuktu, çok beğenmiştim. 1960’ların başıydı ve Yılmaz Güney de Konya sürgününden yeni gelmişti, İlkel şartlarda çekilen bir film olmasına karşın, çok başarılıydı. Filmde bir çocukla olan ilişkisi, arkadaşlığı anlatılıyordu. Çocuk hayranları da Yılmaz Güney’i o filmindeki rolüyle sevdiler. Ses dergisinde çalışırken Konya sürgününden geldiği günlerde bir röportaj yapmıştım; iki veya bir sütun olarak yayınlamışlardı. Ne zaman ki Kulüp 12’de bıçaklama olayı oldu, Ses dergisine dört sayfa olarak girdi. Çok enteresan bir olaydır. Dostluğumuz da böyle başladı.

»Hem sizin, hem de Türk sineması için en önemli filmi hangisidir?

Oyuncu ve yönetmen olarak aklıma ilk anda ‘Umut’ geliyor. ‘Seyyithan’ da çok önemli, Kemal Tahir’i de etkileyen bir film. Yılmaz Güney, hapse girene kadar hiç bir filmin senaryosunu bütün olarak yazmış değil. Hapishanede 5-6 senaryo yazdı. ‘Umut’, film bittikten sonra senaryo olarak basıldı. Film çekilirken diyalogları, senaryoyu yazıyordu. Elindeki hikâyeye göre hemen diyalog oluşturuyordu. ‘Sürü’, ‘Umut’, ‘Yol’, ‘İzin’ ve ‘Endişe’de teknikleri uygulayarak senaryoları yazdı. Bu nedenle de ‘Yol’ filminin senaryosunun 140. sayfasını kitaba aldık. Senaryonun aslı bende, üzerinde yapılan çalışmalar da görülüyor. Yukarıda sözünü ettiğim 5 filminin dışında bütünüyle senaryosu yok. Eli kalem tutan enteresan bir adam. Zaten Yeni Ufuklar’da hikâye yazarak başlamış, Yılmaz Pütün adıyla.

»Hikâye yazması sinemacılığına da katkı sağlamış.

Gerçekten de öyle. Senaryolarındaki, diyaloglarındaki başarısının nedenlerinden biridir yazarlığı. Kafasındaki, düşündüğü pek çok filmi de çekemedi. Yaşar Kemal’in ‘İnce Memed’ini filmleştirmeyi çok istemişti. Pek çok filmi de kayıp. Pek çok filminin adını da değiştirerek vizyona verdiler. Bu durumu o zaman bölge işletmecileri yapıyordu. Bazı atılan, kullanılmayan bölümleri de o eski filmlere eklediler. Konuyu gündeme getirse de çözüm bulamadı.

»Yılmaz Güney’in Türk ve dünya sineması üzerindeki yeri üzerine ne söylersiniz?

Dünya sinemasının da önemli bir ismi, Türk sinemasının da önemli bir oyuncu, senarist ve yönetmenidir. Müthiş bir oyuncudur. ‘Kurbanlık Katil’ oyunculuğunun en özel filmlerinden biridir. Bazı filmleri temizlenerek kurtarılmaya çalışılıyor. ‘Hudutların Kanunu’ filmini Fransa’da bir vakıf temizledi. Maalesef o filmde bir bobin eksik, o şekilde eksik olarak temizlendi. Yine de bir kazanç. ‘Hudutların Kanunu’nda Yılmaz Güney ve Lütfü Akad birbirlerini yarattılar.

»Yılmaz Güney filmlerinde en çok etkilendiğiniz sahne hangisi?

‘İkisi De Cesurdu’nun son sahnesi. O film, Yılmaz Güney’in Konya’daki sürgün döneminin etkileriyle yapılan bir film. Filmde de bir sürgünü oynuyor. Bir sahnede annesine kavuşacaktır, annesinin otel odasında bir fotoğrafı vardır, duvara asılı. O fotoğraf, gerçek annesinin fotoğrafıdır. Tam annesine kavuşmak için trene bindiğinde düşmanları tarafından vurulur. Az önce de söz etmiştim filmdeki küçük kızla olan dostluğu dikkat çeker. Vurulup düştüğünde, o küçük kız da üzerine kapanır. Çocuklara karşı çok hassastı. Çocuklarıyla ‘baba’ sevgisini yaşayamadı; hapishane, çekimler nedeniyle. Filmlerine baktığınızda küçük kızların adı hep Elif’tir, kızından dolayı.

»Kitabınızdan da söz edelim, neler var?

Bütün filmleriyle ilgili bilgiler var. Bazılarının hemen altına da özel açıklamalar, notlar da ekledim. Yılmaz Güney’in mezar taşında bile doğum tarihi yanlış. Nüfus kağıdını 5 yıl sonra aldığı için, o günkü tarih yazılmış. O, 1931 doğumludur. Ses dergisi için yaptığımız röportajda da açıklamıştı.

»Yeni çalışmalar var mı?

‘Türk Sinemasında Marjinaller ve Orijinaller’ kitabının ikinci kitabını hazırlıyoruz. İlk kitaba giremeyen çok isim oldu. Örneğin; Şükrü Avşar, Susuz Yaz’ın oyuncusu Ulvi Doğan, Fikret Hakan... Türk sinemasında oyunculuk Fikret Hakan ile başlar, Yılmaz Güney ile zirveye ulaşır ve Tarık Akan ile devam eder. Bu isimlerin yanı sıra, başarıları kadar hatalarıyla öne çıkanları da yazacağım.

Karaoğlan’ın yaratıcısı Suat Yalaz ile çalışmalara, belgeleri toplamaya başladım. Belge olmadan çalışma da olmuyor. Belgesiz hiç bir şey yazmıyorum.

Kitapta yazmadığım enteresan bir olayı var. Suat Yalaz’ın Karaoğlan’ı sinemaya aktarılacak, ‘Karaoğlan aranıyor’ şeklinde haberler çıkıyor. Yılmaz Güney, gidiyor “Karşında kara bir adam var, baksana” diyor.

Karaoğlan, Kartal Tibet ile tam tipini buldu. Malkoçoğlu’nu da oynamak isterdi. Malkoçoğlu’nu ancak Cüneyt Arkın gibi birisi oynayabilirdi; atlayacak, zıplayacak. Yılmaz Güney’in böyle bir özelliği yok. Karaoğlan ve Malkoçoğlu’nda oyunculuktan çok aksiyon var. Bu roller tam yerine oturdu. Yılmaz Güney’i Kara Murat filminde oynatmak istiyorlardı. 12 Eylül darbesi sonrası içeri alınınca, rol Cüneyt Arkın’a verildi. Yoksa Yılmaz Güney ile anlaşacaklardı. Yılmaz Güney ne Tarkan, ne Karaoğlan ne de Kara Murat olabilirdi. Yılmaz Güney, Yılmaz Güney olabilirdi. Bu filmler tarzına uymazdı.

»Yaptığınız çalışmaların hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyor musunuz?

Türkiye’de yaptığınız çalışmaların karşılığını görmeniz zor. Pek çok kişi için de bu geçerli. Bu çalışmaları dışarıda yapsaydım, durum daha farklı olurdu. Türkiye’de yaptığınız hiç bir şey değerini bulmuyor. Bu çalışmaları biraz da kendim için yapıyorum. Kitaplarımı yayımlayan Horizon Yayınları da bu çalışmaları hizmet olarak görüyor.

Kaynak: Birgun.net