Sarah Kendzior

Donald Trump’ın Cumhuriyetçi partiyi ele geçirmesi, genel seçimi kazanırsa Amerika’ya ne olacağıyla ilgili panik yaratmış durumda. Bu endişeler, Trump her gün gitgide tutarsız ve tehlikeli siyasi hedefler ortaya koydukça değişiyor. ABD’yi NATO’dan çıkaracak ve Doğu Avrupa’nın Rusya öncülüğünde işgal edilmesine karşı yaptırım uygulayacak mı? Müslümanları tutuklayacak, Meksikalıları ülkeden atacak mı? Devlet sırlarını twitter’da paylaşacak mı? Bunların yanında pek de sorulmayan farklı bir soru var: Trump kaybederse ne olacak?

Uzmanlar, özellikle de partilerinin böylece teslim edilmiş olmasını savunmaya çalışan Cumhuriyetçiler, Trump’ın uç fikirlerden zamanla uzaklaşacağını bir yıldan uzun süredir dile getiriyorlar. Önseçimlerden önce de, sonra da söylediler; Trump’ın prompter’dan metin okuyabilmesinin onu “başkanlık” vasfına sahip kıldığı söylenirken de dile getirdiler. Fakat ılımlılık günleri çok sürmedi. Trump geçen hafta boyunca Rusya’yı Clinton’ın e-mail hesabını hacklemeye çağırmakla ve Müslüman bir gazinin ailesine saldırmakla geçirdi. Normal bir seçim senaryosunda bu iki “gaf,” onun adaylığına mal olabilirdi.

Fakat normal bir seçim dönemi geçirmiyoruz. Trump asla değişmeyecek. Trump değişmiyor, Amerikalıları kendi bağnaz ve paranoyak dünya görüşü ekseninde değiştiriyor. Trump’ın yüreklendirdiği destekçileri beyaz ya da Hıristiyan olmayan Amerikalılara saldırıyor. Reyting için boğuşan, maddi güçlükler çeken ABD medyası da Trump’ı normalleştirmede etkin oldu; yayınlarında en çok ona yer verdiler ve yalanlarını, bağnazlığını ortaya koymadılar.

Ancak Trump’ı medya yaratmadı. Trump medya sayesinde ekonominin durumuyla ilgili öfkeyi ve dar kafalı fikirleri yaygınlaştırdı fakat bu problemler kampanyasına başlamadan çok önce baş göstermeye başlamıştı. Nihayetinde, maaşların düşüp imalat sektörünün ortadan kaybolduğu 70’li yıllardan beri orta sınıf küçülüyor. Eğer Trump kaybederse, bu problemler yok olup gitmeyecek. Trump’ın adaylık yolculuğu geriye üç zehirli hatıra bırakacak.

İlk olarak, aşırı sağın ve milis grupların tırmanışı sürecek. 26 Haziran’da Sacramento’da beyaz üstünlükçüleri ve bir kısmı kendini anarşist olarak tanımlayan siyah giyimli kişilerden oluşan ırkçılık karşıtı aktivistler karşı karşıya geldiğinde beş kişi bıçaklandı. Bu hikaye bir zamanlar manşetleri doldurabilirdi fakat o haftanın diğer şiddet olayları düşünüldüğünde hatırlamıyor bile olabilirsiniz: Alton Sterling ve Philando Castile’in öldürülmesi, Baton Rouge ve Dallas’ta öldürülen polisler ve yurtdışında gerçekleşen bir dizi terör saldırısı, ve tabii iki hafta öncesinde gerçekleşen Orlando katliamı. Trump sonrası Amerika’da, Beyaz Gücü gösterilerinde beş kişinin bıçaklanması ufak bir detay gibi kalacak. Fakat nefret gruplarının yükselişi uzun süredir emareleri hisseden bir eğilim. Obama iktidara geldiğinden, beri milis ve beyaz üstünlükçü grupların sayısı 2008’deki 150 seviyesinden 2012’deki 1400 seviyesine çıktı. Trump kampanyasına başladığından beri daha ne kadar nefret grubu türedi bilmiyoruz, fakat onları cezbedip yüreklendirdiğini biliyoruz. Eğer Trump kaybederse, bunu kendisi de destekçileri de hoş karşılamayacaktır. Trump’ın yenilgiyi kabul edip etmeyeceği bile uzmanlarca merak konusu. Trump, 1 Ağustos’ta seçimlerin “hileli” olacağını söyledi: Anket rakamları düşüyor ve alacağı yenilgiyi gayrimeşru gösterme çabasında. Bir gün sonra Trump’ın danışmanı Roger Stone, seçimler “çalınırsa” bir “kan banyosu” olacağını söyledi. Mart ayında birkaç Trump destekçisiyle görüştüğümde Trump aday olamazsa milisler kuracaklarını söylemişlerdi ve bunu duyan başka muhabirler de var. Trump’ın yenilgisi, birbirinden farklı nefret gruplarını birleştiren unsur görevi görebilir ve Oregon’daki Bundys örneğinde ya da Sacramento’daki neo-Nazi vakasında olduğu gibi devlet ile tehlikeli sürtüşmelere sebep olabilir.

İkinci büyük problem ise Trump yüzünden ekonomik hoşnutsuzluğun beyaz popülizmiyle özdeşleşmeye başlaması. Trump’ın destekçilerinin hemen hepsi beyaz. Yukarıda bahsettiğimiz milisler ve nefret grupları da dahil. Fakat Trump’ın destekçilerinin çoğu bıkkın erkek beyaz işçiler. Bu kesimin öncelikli kaygısı iş, ticaret ve yanıltıcı istatistiklere dayanarak savundukları “hükümetin onları kaderlerine terk ettiği” hissi.

Sorun şu ki, her zaman açık açık ırkçı söyleme başvurmasalar da bu seçmenler, Trump’ı destekleyerek dolaylı olarak ırkçılığı mazur görüyor ve beyaz üstünlükçülüğünün ana akıma girmesine katkıda bulunuyor. Trump’ın ekonomik hoşnutsuzluğu ırk ekseninde gören tezleri o kadar çekici ki beklenmedik kesimlere kadar ulaşmış vaziyette. Bernie Sanders’ın küçük fakat sesi gür çıkan bir destekçi kesimi Trump kampına göç etmiş gibi görünüyor. Bu geçiş ideolojik açıdan mantıksız olsa da önseçimlerde gördüklerimizi hatırlayacak olursak şaşırtıcı değil. Demokratların önseçimlerin ABD tarihinin ırksal açıdan en bölünmüş örneğiydi – nüfusunun %10’undan fazlası siyahi ya da Latino olan eyaletlerin hepsi Clinton’a gitti.

Üçüncü büyük sorun ise medyanın süregelen çöküşü. Trump’ın yükselişine büyük katkı sunan ana akım medya gözden kaçırılmamalı (fakat kınanabilir). Les Moonves gibi medya patronları Trump’ın kampanyasını “Amerika için iyi olmayabilir, fakat CBS için harika,” diye değerlendirdiler. Bu düşünce, Trump’ın kampanya yöneticisi Corey Lewandowski’yi (kendisi bir defasında kadın muhabire saldırmıştı) yorumcu olarak işe alan CNN de dahil olmak üzere diğer ağlar tarafından da paylaşılıyor.
Trump kervanı geçtiğinde ana akım medya organları finansman kaybedecek ve işten çıkarmalar olacak; yeni yönetim hakkında vasat haberler yapılmasına ve siyaset dilinde daha da fazla ayrışmaya sebep olacak. Şiddet, isyan ve bağnazlığı sömürmenin reyting ve para getirdiğini gördüler. Bu, yeni bir ders sayılmaz – eski bir söze göre “kanarsa götürür.” Fakat 2016 kampanyası uç fikirlerin ana akıma taşınmasının bilhassa kârlı bir iş olduğunu ortaya koydu. Yukarıda tarif ettiğimiz hoşnutsuz beyaz destekçiler Clinton’a ve diğer ırklardan vatandaşlara çıkışırken, bu insanların meşru “taraftarlar” olarak yansıtılmasına hazır olmak gerek – diğer Amerikalılara karşı birer tehdit unsuru değil, ana akım “bakış açısı” olarak. Trump vakasında olduğu gibi şok etkisi yavaş yavaş azalacak ve bu görüşlere düzenli olarak maruz kalmak onların “uçluğunu” fark etmeyi güçleştirecek.
Peki adaylık macerası sona geldiğinde Trump ne yapacak? Uzun bir süredir medyada “ses bulamayanların” sesi olacak “Trump Haber” diye bir medya organına dair söylentiler başladı bile. Eğer bu medya organı Trump’ın çizgisini takip ederse içinde milis üyeleri, sıradan ırkçılar bulunacak ve komplo teorileri ve yalanlar satacak. Trump kazansa da kaybetse de Amerikan siyasi kültüründe tehlikeli bir değişime yol açtı bile: uç fikirlerin anaakımlaşması. Kasım ayı geldiğinde resmen Trump’ın Amerikası’na geçiş yapmayabiliriz, fakat her halükârda onun Amerika’sıyla yaşamak zorunda kalacağız.

Foreign Policy, atfp.co/2b5fiP5’den çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Birgun.net