FATİH KIYMAN [email protected]

Bu yıl Budapeşte’de beşincisi düzenlenen Küçülme (Degrowth) Konferansı, ekonomik büyüme hırsından arındırılmış, gezegenin sınırlı kaynakları ile uyumlu bir toplumsal düzene yönelik akademik ve toplumsal tartışmalara ev sahipliği yaptı. Alternatif ve adil ekonomik kalkınma tartışmalarına zemin oluşturan “Küçülme” hareketi, her yıl daha fazla aktivistin katılımını kazanıyor.

Küresel ekonomik krizin etkileri 2008 yılından artarak hissedilmeye devam ediyor ve krizin nasıl atlatılacağına dair somut bir çözüm yok. Artan karbon salınımının ve sebep olduğu iklim değişikliğinin önüne geçmekte ise bir arpa boyu yol kat edilebilmiş değil. Bu esnada, siyasiler sözde başarılı politikalarını ekonomik büyüme, yani artan üretim ve tüketim rakamları üzerinden ifade etmeyi sürdürüyor, krizi sanal borç ve kredi pazarlıklarıyla dizginlemeye çalışıyor. Budapeşte’deki konferansa katılan bilim insanlarının bir çoğunun ifade ettiği üzere eldeki verilere göre, mevcut büyüme odaklı politikalar sürdürülürse, üretim ve tüketim artışına dayalı toplumsal-ekonomik düzen içinde bulunduğumuz yüzyılda çökecek.

Küçülme Hareketi tam olarak nedir?
Büyüme odaklı kalkınma politikalarının yarattığı küresel krize anti-tez olarak öne çıkan küçülme hareketi, geçtiğimiz 10 yıl içerisinde önce bir aktivist sloganı olarak ortaya çıkmış, sonraları sosyal bir harekete dönüşmüştür. Temelde, çevresel sürdürülebilirlik ve sosyal adaletin elde edilebilmesi için üretim ve tüketimin endüstrileşmiş ülkelerde azaltılması, kaynakların küresel ölçekte demokratik bir şekilde paylaşılması ve kaynak kullanımında gezegenin sınırlı olanaklarının hesaba katılmasını içeriyor.


Küresel büyümeye alternatif tartışılıyor
Geçen yıllarda çoğunlukla endüstrileşmiş-gelişmiş ülkelerde tartışılan bir konu olan küçülme, gelişmekte olan ülkelerde elde edilen ekonomik büyümenin toplumsal refaha dönüştürülememesi sebebiyle küresel güney aktivistlerinin de düşünmeye başladığı bir kavram haline geldi.

Ekonomik büyüme odaklı kalkınma politikalarının toplumsal refahı anlamak açısından yanıtlıcı niteliğini, rakamlara bakıldığında net bir biçimde anlamak mümkün. Örneğin, Türkiye verilerine bakıldığında ise, 1991’de %52.8 olan istihdam oranı, 2011 yılına gelindiğinde büyüme rakamlarına rağmen %45.1’e gerilemiştir. Toplumsal gelir adaletini ölçmek için kullanılan GINI katsayısına bakıldığında ise benzer bir tablo göze çarpıyor. Devlet yöneticilerinin ekonomik büyümeyle övündüğü Türkiye’de, gelir adaletsizliğinin 2008’den bu yana tekrar artışa geçerek 2002 seviyesine yaklaştığı göze çarpıyor.

İklim ve finans krizine çözüm üretilememesi ve neoliberal politikaların adaletsiz kalkınmaya sebep vermesi, küçülme tartışmalarının her sene daha geniş çevrelerce tartışılmasına, gelişmekte olan ülkelerden gitgide daha çok insanın alternatif ekonomik sistem tartışmalarına yönelmesine sebep oluyor.

Kaynak: Birgun.net