FERİT BURAK AYDAR*

Marx Kapital’de Doğu toplumlarını tarif ederken devletler ve hanedanlar birbiri ardına yıkılırken kendi kendine yeterli toplulukların ekonomik altyapısının değişmiyor olmasını “ekonomik yapısı siyasi gökyüzündeki fırtına bulutlarının etkisi dışındadır” diye tarif eder. Benzetmeyi dikeyden yataya çevirdiğimizde Türkiye’nin melaline varırız. Ülkenin bir tarafı yakıp yıkılıyor; diğer tarafındaysa hayat biteviye devam ediyor. Seçimler geçtiğine göre “şehit cenazeleri” üzerinden seferber edilecek veya sosyal medyada galeyana getirilecek hassas kitleler de yok. Zaten AB de göçmen şantajıyla susturulmuş olduğundan, yıllarca insanlar öldürülse, kimsenin gıkı çıkmayacak gibi.

Bu sessizliği Davutoğlu’nun beyanı bozdu. Cenazelerine kavuşmaları engellenen bir halka Cuma namazlarını her hafta ayrı bir Doğu kentinde kılacağını muştulayan başbakan, sonra esas konuya (elbette yine inşaat!) geldi: “Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek.”

Davutoğlu’nun aklına Toledo diyince mimari geliyor. Tam olarak ne kastettiği anlaşılmasa da, büyük ihtimalle şehrin kadim mimarisini kastediyor. Şahsen Toledo dendiğinde benim aklıma İspanya İç Savaşı’nda faşistler geliyor ama kendisinin düşünce çizgisini takip edince de (onun istediği) bir yere varamıyorum.

Toledo; Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi toplulukların barış içinde birarada yaşadığı bir kentti. Kadim mimarisi, Müslümanların elinde olduğu dönemde yeni katkılarla birleşince tarihî Toledo ortaya çıktı. Ama “buralar bizim” diyen bir büyük ulus şovenizmi ve Engizisyon’da cisimleşen dinci barbarlık (Reconquista, yeniden fetih) devreye girince Toledo önemini kaybetti. Sözgelimi büyük sanatçı García Lorca sadece muhalif duruşu ve eşcinselliğinden ötürü değil; İspanya’nın yeniden fethinin köklü bir medeniyetin yok edilmesine yol açtığını ve çokkültürlülüğü dinamitlediğini iddia ettiği için de nefretleri üzerine çekmiş ve dinci faşistler tarafından öldürülmüştü. Dolayısıyla Toledo bir yandan çokkültürlülük demekken, diğer yandan bir bölgenin halkına dışarıdan dayatmada bulunan ve kendi kültüründen başka her şeyi çerçöp sayan bir zihniyetin devreye girmesi; dinci-milliyetçi barbarlığın halkların birarada yaşamını dinamitlemesi demektir. Toledo’nun çokkültürlülüğüne karşı TOKİ’nin tekkültürsüzlüğü nasıl bir mucize yaratabilir ki?

Yok eğer Davutoğlu 20. yüzyılın sonundaki mimari “dönüşümü” kastediyorsa, kent Dünya Kültür Mirası’na alındığından yeni müdahalelerin eski yapıyı bozmaması gerektiği söyleniyor. Bu kısım da AKP’ye pek uymuyor, zira mesela kadim camilere ucube pisuarlar döşeyen zihniyetin nasıl bir “restorasyon” yapacağını tahmin etmek güç değil.

Fakat Toledo dendiğinde asıl akla gelen Alcázar kuşatmasından hareketle faşist mezalimdir. Franco İç Savaş’ta Madrid’e yaklaşmışken, 21 Eylül 1936’da sürpriz bir kararla ordusunu güneydoğuya çevirip Toledo kuşatmasını kırmaya karar verdi. Henüz yerini sağlamlaştıramamış olan Franco hem bir efsane yaratmak istiyor (“savaşta tek bir adamımı bile terk etmem”), hem de kurmay kademesindeki iç çekişmelerde elini güçlendirmek istiyordu. 27 Eylül’de Toledo’ya giren dinci faşistler muazzam bir katliam yaptılar (Preston, Franco: A Biography: 174-84). Madrid’in alınması iki buçuk yıl sürecek olsa da, Franco bu hamlesiyle kahraman oldu. Kanaatimce Toledo’nun mimarisindense bu “doku”su Sur’da yapılanlarla daha çok örtüşüyor, Davutoğlu’nun lapsusu bunu ele veriyor.

Üniversitede bir hocamız, “restorasyon inşaat için kullanılmaz, restorasyon bir rejimin, özelde de krallığın yeniden kurulması (yani ihya) demektir” der dururdu. Davutoğlu restorasyon dediğinde nedense benim aklıma bu geldi: Esas derdi eski rejimi (padişahlık mı halifelik mi, her neyse) ihya etmek olan zihniyet buna TOKİ’yi alet ederken de sirkatin söylüyor.

*Çevirmen ve Boğaziçi Üniversitesi Yayınları’nda Editör


Kaynak: Birgun.net