88. Akademi Ödül töreni oldu da bitti, diğer ödüller pek heyecan yaratmasa da, Leonardo DiCaprio’nun nihayet Oscar alması coşkuyla karşılandı. Aslında herkesin bu yıl fark etmişe benzeyip her fırsatta vurguladığı bu durum, yeni bir şey değil. Altıncı adaylığında “The Revenant” ile Oscar alan DiCaprio, ödüle ilk kez 1994’te “What’s Eating Gilbert Grape” ile, yirmi yaşındayken aday olmuştu. Fazla güzeldi, fazla yetenekliydi (Brad Pitt de benzer semptomlar gösterir ama belki DiCaprio kadar sevilmiyordur. Angelina meselesi...), Martin Scorcese’in hamisi olması bile onu kurtaramamıştı.

Ama nihayet, Türk halkının çoğunluğuyla birlikte o da rahatladı.

Bizi rahatlatan ise, Leonardo DiCaprio’nun hassasiyet gösterdiği konulardan birini, iklim değişikliğini de bu konuşmaya dahil etmesi oldu. 2015’in kayıtlı tarihin en sıcak yılı olduğunu söyledikten sonra, “İklim değişikliği gerçektir, şimdi oluyor,” dedi. “Türümüzün karşısındaki en acil tehdittir ve ağırdan almayarak hep birlikte çalışmamız gerekir .... Çocuklarımızın çocukları için ve sesleri açgözlülüğün siyaseti tarafından boğulmuş bütün o insanlar için.”

Biz aday adaylığından yukarı çıkmadığımız için bu törene dahil olmayız, malum. Ama bu sefer adaylar arasında Türk oyuncuların oynadığı ve bir Türk/Fransız yönetmenin çektiği film de vardı. Deniz Gamze Ergüven’in burada beğenilmeyen filmi “Mustang”, Fransa adına girdiği yarışmada aday listesindeydi, hatta “Son of Saul”un hemen arkasından gelen adaydı. Ancak, “Son of Saul” belki de bu yılın en iyi filmiydi ve “Mustang”in şans yüzdeleri bana başından beri pek inandırıcı gelmemişti. Yönetmeni László Nemes ile aslında şair olan başrol oyuncusu

Géza Röhrig’i kutluyoruz. Ne ilk film ama!

Sharmeen Obaid-Chinoy’un bir töre cinayetinin sonuçlarını anlatan filmi “A Girl in the River: The Price of Forgiveness” Kısa Metraj Belgesel’de Oscar’ı aldı, yönetmen çarpıcı bir konuşma yaptı. Kısa Metraj Animasyon’da ise, favorilerden “The Bear Story” ödüllendirildi. Gabriel Osorio ve Pato Escala ödüllerini almaya sahneye eşleriyle geldiler. Ne de olsa hikâyeleri ailelerin birliği üzerine kurulu...

Emmanuel Lubezki “The Revenant” ile arka arkaya üçüncü yıl En İyi Görüntü Yönetmeni Oscar’ını aldı. En fazla sayıda ödül de “Mad Max: Fury Road”un (yani, “Çılgın Max: Öfkeli Yollar!!!) oldu. Doğrusu bu ödüllerden iki tanesinin En İyi Film ve En İyi Yönetmen olmasını isterdik. Neyse ki, filmin izleyicileri gibi, sinema eleştirmenleri de hakkını vermişti. SİYAD da, FİPRESCİ de George Miller’ın filmini yılın en iyi filmi seçti.

Gecenin tek gerçek sürprizi, Tom McCarthy’nin ‘hakiki gazetecilik’ filmi “Spotlight”ın, belki de Alejandro González Iñárritu kabul konuşmasını cebinden çıkarmaya hazırlanırken (kendisi aynı zamanda yapımcı), En İyi Film ödülünü almasıydı.

Kar Gibi Beyaz Hollywood meselesine gelince, sunucu Chris Rock o işi, herhalde belli bir anlaşma dahilinde, halletti. Törene “Beyazların Seçimi Ödülleri” adını veren Rock, 88. Oscar töreninde ırkçılığı hedef ilan etti. Aktör, siyahların 1960’lı yıllarda neden Oscarlar’ı protesto etmediğini de şöyle açıkladı: “Linç edilmekle öyle meşguldük ki, En İyi Görüntü’ye kafamızı takacak halimiz yoktu.”

Dün tam biz de kafamızı Antony Hegarty’nin törende tek ‘öteki’ aday olduğuna takmıştık ki (bebek yüzlü ve harika sesli ama, gotik sayılan bir trans ne olsa), törene katılmayacağı anlaşıldı. Dünyanın en salakça bahanesiyle, “vakit kalmadığı için” şarkısını söyleyemeyeceğini dergilerde okumuştu. Onun yerine, aday olmayan Dave Grohl sahne aldı. Biz de bu adaylık bir mucize mi diye düşünüyorduk tam. Farkında değillermiş anlaşılan...

Kaynak: Birgun.net