BirGün/Ankara

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde görev yapan Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü’nün, Türkiye’de Siyasal Hayat ve Kurumlar dersinin sınavında sorduğu bir sorudan ötürü 7 yıl hapis istemiyle yargılandığı dava yarın başlıyor. Sınavda Abdullah Öcalan’ın kaleme aldığı 1978 ve 2012 tarihli metinler arasında bir karşılaştırmalı analiz yapılmasını isteyen Ünlü hakkında suçu ve suçluyu övmek ile terör örgütü propagandası yapmak suçlarından 7 yıl hapis cezası isteniyor. Yarınki ilk duruşma öncesinde Türkiye bilim camiasının önemli isimleri, Ünlü’nün yargılandığı dava üzerinden ifade özgürlüğü ve bilimsel özerklik hakkında değerlendirmelerde bulunurken, Eğitim Sen, Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ve Dipnot Yayınları Ünlü’yle dayanışma çağrısı yaptı.
Kürt hareketinin değişimini sordu

Yarın Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinde saat 09.20’de ilk duruşması görülecek dava, Ünlü’nün verdiği Türkiye’de Siyasal Hayat ve Kurumlar dersi 2014 Güz dönemi finalinde öğrencilere yönelttiği şu soruyla başladı: “Abdullah Öcalan’ın yazmış olduğu. 1978 tarihli ‘Kürdistan Devrimi’nin Yolu/Manifesto’ başlıklı broşür ile 2012 tarihli ‘Ortadoğu’da Yeni Sistem İnşası Olarak Demokratik Modernite’ başlıklı yazıyı, sömürge, ulus-devlet, devrimci şiddet, demokrasi gibi kavramlara/olgulara olan yaklaşımları bağlamında kıyaslayınız. Bunu, arada geçen 34 yıl boyunca Dünya’da ve Türkiye'de yaşanan değişimleri ve Kürt hareketinin/Kürt toplumunu yaşadığı dönüşümleri içerecek şekilde yapınız.”

ÖNDERLİĞİ ZİHİNLERE KAZIYORMUŞ
Sınav sorusunun basında yer alması ve suç duyuruları üzerine Ünlü hakkında açılan kamu davasının iddianamesinde, ilgili sorunun sınavda yer almasıyla işlendiği iddia edilen suçsa şöyle tarif ediliyor: “Soruya konu olan kişi ülkemiz için yakın ve ciddi tehlike teşkil eden, şiddet olaylarıyla polis, asker, doktor, çocuk olmak üzere toplumun her kesiminden insanları öldürmekte beis görmeyen PKK/KCK örgütünün sözde önderlik olarak tanıdığı kişinin düşüncelerini meşrulaştırmaya yönelik, onun siyasal bir önder olduğunu zihinlere kazımaya dayalı soru sorulmuş, terör örgütü propagandası yapılmış, ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmış olan örgüt lideri övülmüştür.”

BİLİM İNSANLARI NASIL YORUMLADI?
Prof. Dr. Cem Eroğul: “Ermeni ve Kürt sorunları gerçekten öğrenilmek isteniyorsa, özellikle bu sorunları kendilerine dava edinenlerin görüşleri ilk elden öğrenilmelidir. Nasıl ki Marx’la Engels’in yazdıkları Komünist Manifesto okunmadan komünizm ya da Hitler’in yazdığı Kavgam okunmadan faşizm anlaşılamazsa, Kürt davasının en önde gelen ismi olan Öcalan’ın yazdıkları bilinmeden bu sorunun tam olarak ne olduğu anlaşılamaz. Dolayısıyla böyle bir ders, devletin ana sorunlarıyla boğuşacak nitelikte elemanların yetişmesi için temel önem taşımakta ve böyle bir ders de, ancak bu sorunları kendilerine dava edinenlerin yazdıkları incelenerek verimli bir şekilde yürütülebilir.”



Prof. Dr. Füsun Üstel: “Bu dava, akademisyenin temel görevi olan bilgiyi araştırma, tartışma, öğretme, anlatma ve yayımlama konusunda uluslararası belgelerle de tanınan hak ve özgürlüklerinin ‘ilintilendirme’ yoluyla ihlâl edilmesidir. Bu konuda Unesco’nun 1997 tarihli Yüksek Öğretim Akademik Personelinin Durumuna İlişkin Tavsiyesinin 28. maddesine işaret etmekte fayda var. Söz konusu maddede akademisyenin “öğretim özgürlüğü” konusunda şu ifade yer almaktadır: ‘Yüksek öğretim akademik personeli, mesleki sorumluluk ve öğretim ölçüt ve standartlarıyla bağlantılı entelektüel sınırlar gibi mesleki ilkeler hariç hiçbir engelleme olmaksızın öğretim yapma özgürlüğüne sahiptir. Yüksek öğretim akademik personeli kendi doğru bildiği ve vicdanıyla çelişecek şekilde öğretim yapmaya veya ulusal ve uluslararası insan hakları standartlarına aykırı metot ve müfredat kullanmaya zorlanmamalıdır. Müfredatın belirlenmesinde yüksek öğretim akademik personeli önemli bir rol oynamalıdır.’ Barış Ünlü de, öğretim yapma özgürlüğünü söz konusu çerçevede kullanmıştır.”

Prof. Dr. Korkut Boratav: “Bu tür uygulamalar başlarsa, özellikle sosyal bilimlerde üniversite öğretimi imkânsız hale gelir. Öyle anlaşılıyor ki, davayı açan savcının gönlündeki üniversitede yukarıdan birileri, ders kitaplarını, sınav soruları havuzunu, cevap anahtarlarını önceden hazırlamıştır. Sınavlar bu müfredata göre merkezi olarak yapılır; değerlendirilir. Aykırı, tehlikeli cevap sahipleri savcılara sevk edilir; müfredata uygun cevap sahiplerine, nihai aşamada diplomalar dağıtılır. Diplomaların dağıtımından önce de, öğrenciden rejime, hükümete sadakat beyanı da yazılı olarak talep edilebilir.”
Prof. Dr. Şevket Pamuk: “Söz konusu sınavda sorulan soruyu inceledim. Bu soruda öğrenciye bir telkin ya da baskı yapılmamaktadır. Bir üniversite öğretim elemanının ülkemizin tarihi incelerken temel kaynakları kullanmayı özendiren bir sınav sorusunun bir ceza davası konusu yapılması çok düşündürücüdür. Bu durum üniversitelerin toplumdaki yerlerinin anlaşılamadığını ya da üniversitelerin liselere dönüştürülmekte olduğunu gösteriyor.”

Prof. Dr. Taner Timur: “Öcalan’ın varmış olduğu noktayı ifade eden ‘demokratik modernite’ kavramı aslında Öcalan’ın icat ettiği bir kavram olmayıp, eserleri Türkçeye de çevrilmiş bulunan batılı düşünür Murray Bookchin’e aittir ve Öcalan yıllardır, bu savunmasıyla, ayrılıkçı görüşleri reddeden bir konum içine girmiştir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulursa, Hükümet’in yakın zamanlara kadar muhatap aldığı ve bazı yazarların da daha bir ay önce, hakkında, ‘Öcalan ne zaman devreye girecek?’ (Abdülkadir Selvi; Yeni Şafak, 23 Aralık 2015) diye yazılar yazdığı bir şahsın fikirlerinin üniversitede tartışılmasını yargı konusu yapmak, anlaşılır bir şey değildir.”

Tanıl Bora: “Onun [Barış Ünlü] sınavda sorduğu soruyu ‘ihbar’ malzemesi yapan öğrenciye, müstesna bir hocanın kıymetini bilmediği için acımak gerekir. Bir sınav sorusundan suç delili çıkarılan yerde ise siyasal düşünce üzerine çalışmak, düşünceye hürmet etmek, akademik faaliyet, zaten manasız hale geliyor demektir.”

Prof. Dr. Levent Köker: “Abdullah Öcalan’ın kitap yazması, yazdığı kitabın yayımlanması, Kürt sorununu el alması ve tartışması serbest, buna karşılık bu konuların üniversitede konuşulması, tartışılması, dolayısıyla da sınavlarda sorulara konu edilmesi suç, hem de ‘propaganda’ suçu. Propagandayla ilgili hüküm ve Anayasa Mahkemesi kararları bu kadar net ortadayken üstelik. Türkiye Cumhuriyeti, ‘insan haklarına saygılı demokratik hukuk devleti’ öyle mi? Barış Ünlü’yle ilgili nihai hüküm aslında bu soruya da bir cevap vermiş olacak.”

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu: “Açıkça şiddete çağrı, ırkçı söylem ve suç işlemeye teşvik söz konusu olmadıkça, ders veya sınav içeriğine müdahale, hiçbir gerekçe ile kabul edilemez ve haklı gösterilemez. Aksi halde, bilim ve araştırma özgürlüğü kriminalize edilmiş olur, tıpkı Barış Ünlü olayında olduğu gibi. Hukuka tamamen yabancı olan böyle bir müdahale, sadece, bilim ve araştırma özgürlüğüne ilişkin uluslararası belgelere aykırı olmayıp, 1982 Anayasasına da açıkça aykırılık oluşturmaktadır.”

Zürih Üniversitesinden dayanışma mesajı
Ayrıca Zürih Üniversitesinden 7 akademisyen de Ünlü’yle dayanışmak için bir mesaj yayımladı. Mesajda, “Akademik yaşam, özellikle siyaset biliminde ve sınavları da içerecek şekilde, gerçeklikle ve şimdiki zamanla temas halinde olmalıdır. Türkiye’de bu olgu, Kürt hareketinin ve onun kurucu nitelikteki metinlerinin analiz edilmesini içerir. . . Bu anlamda, meslektaşımızla tam dayanışma içindeyiz. Kuvvetle umuyoruz ki, Ünlü’ye açılan ceza davası, özgür akademinin endişe verici mahkûmiyeti anlamına gelmeyecek ve dolayısıyla ülkenin geleceği üzerine karanlık bir gölge düşürmeyecektir” ifadeleri yer aldı.

Kaynak: Birgun.net