İşte şimdi tam zamanı değil mi? İslami camianın demokrasiden ne anladığını bize açıklayacağı en iyi dönem değil mi şu yaşadığımız günler?
İslam’ın demokrasiye karşı olduğunu söyleyen de var, demokrasiyle bağdaşabileceğini iddia eden de. Bu görüşlerin ele alınması için bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu yapılmazsa eğer, yine “takiyye” girdabında asli zihniyetin bir süreliğine gizleneceğini, zamanı geldiğinde de o asıl zihniyetle karşılaşacağımız kuşkusunu duyacağım ben de çok kişi gibi.

Yenikapı’yı dolduran İslamcı muhafazakâr kalabalıkların demokrasiden neyi anladığını anlatmalarını beklememin nedeni şu: Söz konusu camianın yıllardır yapıp ettiklerini, yazdıklarını bilen biri olarak “demokrasi” gerçekten İslam dairesinde bir çeşni olarak bulunuyor inancını taşıyorum. Bu konuda yanıldığımın bana, benim gibi düşünenlere kanıtlanması gerekiyor. Takiyyeye başvurmadan, açıkça, dürüstçe. Çünkü İslamcılığın insan iradesinin bir tezahürü olarak ele aldığı, dolayısıyla Allah iradesinin çok dışında görerek reddettiği demokrasiyi Yenikapı Muhafazakârları’nın istediğine inanmam pek kolay değil.

Malumdur ki demokrasi sadece bir yönetim tarzı olarak görülemez. Her şeyden önce temelinde özgürlükçülük yatar. Uygulamada böyle olup olmadığı ayrı mesele ama birey özgürlüğüne verilen önem, Allah iradesinin dışında bir irade tanımayan, dolayısıyla bildiğimiz anlamda “özgür” de olmayan İslamcı için bir anlam ifade etmez, kandırmayalım birbirimizi. Yenikapı Muhafazakârları’nı demokrasinin kuralları değil Ahzab Suresi’ndeki şu cümleler bağlar: “Allah ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman artık inanan bir erkek ve kadının o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur”.


İkinci temel dayanağı hoşgörüdür demokrasinin. Yenikapı Muhafazakârları karşısında konuşma yapan kimilerinin, örneğin Devlet Bahçeli’nin, protokolde yer alan diğer dinlerin temsilcilerinin gözlerinin içine baka baka, çokça da alkış toplayan, “Haçlı zihniyeti”, “Bizans oyunları” tanımlamalarının geçtiği, İslam dışı çevreleri her musibetin sorumlusu sayan o korkunç konuşması demokrasi kavramının neresine yerleştirilebilir? Çünkü bu tanımlamaların hedef aldığı bir din, bir etnisite vardır. İnsan haklarına saygıyı olmazsa olmazlarından sayan demokrasi kavramının “idam isteriz” sloganı ile yan yana olması nasıl bir durumdur örneğin?

“Kâfirleri tekfir etmemek, kâfirler hakkında şüpheye düşmek ve uydukları İslâm dışı ideolojilerinin doğru olduğuna inanmak; anıt, mezar ve ölülere tapınmak; Yahudilik, Hıristiyanlık, Komünizm, Kapitalizm, Demokrasi, Sosyal Demokrasi vb. şirk düzenlerini doğrulamak. Allah-u Teâlâ, bunların hepsinin küfür olduğuna hükmetmiştir. Bu, Kitap, Sünnet ve icma ile sabittir. Buna göre bunların küfür olduğunu kabul etmeyen, Kuran’ı, Sünnet’i ve icma’ı yalanlamıştır. Müslüman olduktan sonra, bu şekilde düşünmeye başlayan kimse irtidat etmiştir.”

Türkiye İslamcılığının temel yaklaşımı işte budur. Yıllarca kurslarında, sohbet toplantılarında bunları anlattılar, dergilerinde, gazetelerinde bunları yazdılar, yazmayı sürdürüyorlar. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sloganı, Allah’ın hâkimiyetini reddeden - ya da en azından insanlara paylaştıran- bir slogan olarak İslamcı tarafından “şirk” görülüp reddedildi her zaman. Allah iradesini temel alan zihniyet mensuplarının Yenikapı’da sürekli sözü edilen Milli İrade’nin gerçekten yanında olduğuna inanacak mıyız? Uygulamada iyi ya da kötü, ayrı mesele, demokrasinin referanslarından en önemlisinin “akıl” olduğunu biliyoruz. Yenikapı Muhafazakârlığı aklı değil İlahi Vahiy’i esas alır. Aklı da kapsayan Milli İrade, İlahi Vahiy’le çatışan bir olgu olarak gerçekten Yenikapı Muhafazakârlığı’nca benimsenmiş midir 15 Temmuz’dan itibaren?
Bunları sadece biz bilmiyoruz. Peki neden hemen hemen herkes Yenikapı’da demokrasi istendiği yalanına inanıyor, bizim de inanmamızı istiyor? Çünkü, ne kadar inanmış oyununu oynasalar da aslında inanmadıkları Yenikapı’da demokrasi istendiğine kendilerini inandırmak istiyorlar öncelikle.
Yenikapı’daki kalabalık, AKP eliyle İslamcılığın ulaştığı yeri, Demokrasi, Milli İrade gibi, hepsi de seküler anlamlar taşıyan kavramları kullanarak korumak, giderek sistemin özü haline getirmek istiyor. Çok ama çok ciddi bir kandırmaca ile karşı karşıya olduğumuz çok açık.
Televizyonları, gazeteleri var, sosyal medya olanakları çok geniş. Anlatsınlar bize nasıl bir demokrasi istediklerini?
Kılıçdaroğlu’nu nasıl ikna ettiklerini de öğrenmiş oluruz hem.

Kaynak: Birgun.net