Yeni Şafak yazarı SalihTuna, AKP Gençlik Kolları üzerine söylediği sözlerin çarpıtıldığını ileri sürerek, "Sanmasınlar ki, TV'deki konuşmamdan 3 gün sonra linç kampanyasını kimlerin başlattığını bilmiyoruz. Çoğunun kimin damadı olduğunu bile biliyoruz" dedi. Tuna, "Allah'ın izniyle, AK Partili gençlik teşkilatıyla birlikte düşman da çatlatacağız. Kalını incesi, büyüğü küçüğü, kısası eziği zamanı gelince hepinizi deşifre edeceğiz. Yakında nasıl bir inkılapla sarsılacağınızı göreceksiniz" dedi.

Spor ve Gençli Bakanı AkifÇağatayKılıç, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP gençliğini yetersiz bulan Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna'ya Twitter’da "15 Temmuz'da hainlere meydan okuyan Ak Parti Gençliğini başarısızlıkla suçlamak işgüzarlık değilse, ya akıl tutulmasıdır ya da körlüktür" demişti.

Salih Tuna'nın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (20 Ağustos 2016)nüshasında yayımlanan "Kardeşlerim bu yazıyı da namluya sürün" başlıklı yazısı şöyle:

Selahattin Yusuf kardeşimiz geçen gün “Salih Tuna da böyle bir şeylerden bahsediyordu işte…" dedi tweet marifetiyle.

“Böyle bir şeylerden" için misal olarak da o fotoğrafı paylaştı.

O fotoğraf…

Suriye'nin Halep kentindeki hava bombardımanında ailesini kaybeden 5 yaşındaki Ümran Dakneş'in ambulans koltuğundaki fotoğrafıydı.

Enkaz altından kurtarılan Ümran'ın gözlerinin altında kandan coğrafyalar oluşmuştu.

Hiç ağlamamış, hiç panik yapmamış, hiç konuşmamıştı.

Bir ara eliyle yüzündeki kanları tutmuş; elindeki kanı görmüş ama zerre iplememişti.

Zalimlerin yüzüne sıvatır gibi kana bulanan elini ambulansın turuncu koltuğuna silmişti sadece.

Ve sonra, bir fotoğraf gibi hiç kıpırdamadan bakmaya koyulmuştu…

Dünyanın tüm bakışlarından daha yoğun ve kesintisiz bir bakıştı bu!

Sanki…

Kabil'in Habil'i katlettiğinden beri insanların yaptıkları tüm kötülükleri görmüş geçirmiş gibiydi.

Sanki hepinizi gördüm, der gibiydi.

Müthişti.

Zaten söz konusu anın ifadesi mesabesindeki o fotoğraf da tüm dünyayı sarstı. CNN INT. spikeri bile gözyaşlarını tutamadı.

Suriye'deki zulmü tek kareyle tüm dünyaya anlatan bu fotoğraf gibi 15 Temmuz'u da tüm dünyaya anlatmamız lazım.

Ama fotoğrafla ama belgeselle ama şiirle (evet şiirle; mesela, Mahmut Derviş, “ölümü seviyorlar benim" diyerek tüm dünyanın dikkatini Filistin'e çekmemiş miydi?) ama sembol ve işaretle ama marşla ama sloganla ama sinemayla ama resimle, ila ahir.

Hatta mümkünse hepsiyle…

Gelgelelim, 15 Temmuz akşamı slogan dahil hiçbirine ihtiyaç yoktu. Kaldı ki o gece herkesin dilinde en güzel kelam, Allahu Ekber vardı.

Evet, o gece slogana falan ihtiyaç yoktu; vatana kahpe bir saldırı söz konusuydu ve meydanlara çıkan herkes yüreğini ortaya koymuştu.

Adeta “kendinden zuhur diyalektiği" gerçekleşmişti.

Benim de 3 oğlumun aralarında olduğu gençlerden Kazan'ın 70 yaşındaki delikanlılarına, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde tanklara karşı duran o yiğit kadından, tankların altına yatan 44 yaşındaki Gümüşhaneli o işçi kardeşimize ve şehid Mustafa Cambaz'dan şehid Abdullah Tayyip Olçok'a kadar herkes “etrafına bakmadan ben varım" demişti.

Ben “varım" diyenlerin yazdığı “15 Temmuz Destanını" tüm dünyaya anlatmak da hepimizin boynunun borcudur.

Bu duygularla, 15 Temmuz sonrası, 22 gün 22 gece süren nöbet günleri için bir TV kanalında söylediğim sözler yazık ki çarpıtıldı.

Dahası, malumunuz, bir linç kampanyasına dönüştürüldü.

Tekrara lüzum yok.

“Bir yemin önerisi ve AK Partili Gençler için Not 2" (15 Ağustos 2016, Yeni Şafak) başlıklı yazımın sonunda yer alan “NOT 2" bölümünü okursanız meseleyi tastamam anlarsınız…

Televizyonda fasılasız program yaptığımız o günlerde birçok kez, “sizin bu günlerde en önemli göreviniz nöbetteki insanlara hizmet vermektir" diye belediyelere çağrılar yapmıştık.

Her televizyon programının ardından da meydanlara çıkmıştık.

Gerek Kısıklı'da konuşma yaparken gerek Esenyurt meydanından canlı yayın yaparken, gençlerimizin elinde, buldukları koliden bozma mukavvalara tükenmez kalemlerle yazılmış dövizler görünce, keşke meydanlarda nöbet tutan bu gençlerimize dövizler hazırlanıp verilseydi diye düşünmüştüm.

Hiçbir söz hiçbir slogan bulunmazsa, tüm şehitlerimizin isimleri teker teker yazılıp verilemez miydi? Mesela, bir dövizde “Ömer Halisdemir burada," bir diğerinde “Halil Kantarcı burada" yazardı.

AK Parti gençlik teşkilatı başkanı kim, yöneticileri kimlerdir, inanın bilmiyordum.

Hatta bir önceki gençlik başkanının adını verip, AK Parti gençlik başkanı budur, denilseydi, inanırdım. Çünkü değiştiğini bile bilmiyordum.

Demem o ki, hiçbir şahısla meselem yok. Zaten linçe meze edilen mezkur TV programında da bunu hassaten belirtmiştim.

Mahut linç kampanyasından bir gün önce, Melih Ecertaş son derece saygılı ve seviyeli bir mesajla görüşmek isteğini dile getirdiğinde gençlik kolları genel başkanının kim olduğunu öğrendim.

Kestirmeden konuşalım; ben bu gençliğin abilerindenim, 3 oğlum da aralarında olduğuna göre, çoğunun da babası yaşındayım, demektir.

İlk gençliği hatta çocukluğu 12 Eylül 1980 öncesi Akıncılar teşkilatında geçen bir abileri olarak onlarla benim aramda hiçbir mesele olamaz.

Zira…

Erdoğan'ın yanında ölümüne duran kim varsa o bendendir ben de ondanım. Nokta.

Mesele kapanmıştır.

Ne ki, “Erdoğan düşmanı AKP'li fırıldaklara" kötü bir haberim var; meselenin kapanmasıyla yetinmeyeceğiz. Allah'ın izniyle, AK Partili gençlik teşkilatıyla birlikte düşman da çatlatacağız.

Sanmasınlar ki, “siyaset hırsızlarının" yaptıkları yanlarına kâr kalacak.

Sanmasınlar ki, TV'deki konuşmamdan 3 gün sonra linç kampanyasını kimlerin başlattığını bilmiyoruz.

Çoğunun kimin damadı olduğunu bile biliyoruz.

Kalını incesi, büyüğü küçüğü, kısası eziği zamanı gelince hepinizi deşifre edeceğiz.

Bizim de ellerimiz armut toplamıyor. Meydanı “Erdoğan düşmanı siyaset hırsızlarına" bırakmayacağız.

Yakında nasıl bir inkılapla sarsılacağınızı göreceksiniz.

Nuri Pakdil ustamın sözüyle bitirelim: Bu yazıyı da namluya sürün…

NOT 1: Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuşdostumuz, Türkiye'nin bugün başına gelen “birçok şeyin" Suriye'deki durum ve “Suriye politikasının bir sonucu" olduğunu söyledi. Biz de bu durumu 2012'den beri Sezai Karakoç üstadımızın “Suriye tuzaktır" tespitini yaptığı günden haber vermeye çalıştık. Çalıştık da ne oldu? Olmadık hakaretlere uğradık, tehdit edildik. Hatta aynı eşhas, fakirin maruz kaldığı son linç kampanyasının paydaşları arasında yer aldı.

NOT 2: Etyen Mahçupyan'ın üst üste 3 kez “darbenin arkasında ABD yok" demek için yazı yazmasına bazı arkadaşlarımız şaşıyor. Halbuki Etyen Bey'in böyle halleri çoktur. Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmasının ardından da suçlu oldukları kanıtlansın yerine, suçsuz olduklarını kanıtlasınlar demiş, acayipliği yüzüne vurulunca da, üst üste saçmalamaya devam etmişti. Tutuklu gazeteciler için de eylem yapanları omurgasız olmakla itham etmişti. Demem o ki, Etyen Bey bazen böyle sipariş almış gibi tuhaf şeyler yazar.

Kaynak: Birgun.net