SAM KRISS
Çeviri: Fatih Kıyman

Bir kesim aksi solcu eleştiri akımlarına göre kültür bizi tekrar çocuk yapıyor. Burada en çok parayı getiren temel formlar bilgisayar oyunları, ki bunlar çocuklar içindir, ve süper kahraman filmleridir, ki bunlar da çocuklar içindir.

Mesele basitçe “türden” ibaret de değil: Bu formlar kurnaz, hırçın bir çocuğun davranış biçimine gereksinim duyuyor. İş “kabul ücretini ödemekle” de bitmiyor; bu ticari ürünü eleştirmeksizin desteklemek, içindeki karakterlerle kendinizi özdeşleştirmek, oyuncaklarını almak, patolojik derecede takıntılı hale gelmek zorundasınız. Diğer bir deyişle, gıcık bir çocuğun açgözlü hırsıyla hareket etmek zorundasınız.

Diğer tavırlar ise zaten yasak. Kitle kültürüne eleştirel yaklaşmaya çalışanların karşılaştığı öfkeye bir bakın. Neden bu kadar abartıyorsun, özentilik yapıyorsun: alt tarafı bir film ya da oyun, zaten anlamsız – ama aynı zamanda, eğlencemin içine etmeye nasıl cüret edersin!

Çoğu eleştirmene göre tam bir felaket senaryosu yaşıyoruz. Meselenin özü Pokemon Go, tabii ki Pokemon Go. Milyonlarca yetişkin insanın ortalıkta amaçsızca gezinerek dijital sıçanlar toplamasını, aptal bir çocukluğu tekrar yaşamasını, şeker komasına girmiş veletlere dönmesini aksi takdirde nasıl ifade edebiliriz ki?
İfade edilenler oyunun eleştirisi niteliğinde, fakat bunlara yoğunlaşmak istemiyor. Çocuklaşan yetişkinleri boş verin, asıl çocuklar ne yapıyor? Oyun oynarken hayal güçlerinden başka hiçbir şeye esir olmuyor, anlık ve inanılmaz bir şey yapıyorlar: dünyalar yaratıyorlar.

Yarattıkları dünyalar çoğu zaman gerçek dünyadan kaçmaya çalışan fanteziler niteliğinde değil, gerçek var oluşun kökten yeniden yorumu niteliğinde – gerçek dünyayı çizmenin ve sistematiğe oturtmanın yeni yollarını icat ediyor, mekanın değişebilirliğinde deneyler yapıyorlar.

Kaldırımları düşünelim: çizgilere basarsanız başınıza bir felaket gelecek; belinizi kıracaksınız ya da bir ayıya yem olacaksınız. Bazen yerler lavlarla kaplıdır, volkanik faaliyetler nesnelerin sıradan dünyasını birden baştan yaratır. Kimi zaman ise bir grup çocuk astronotlara ya da uzaylılara dönüşür; park etmiş arabalar gezegenlere dönüşür, düşen yapraklar süzülürken tehlikeli göktaşı yağmurlarına evrilir.

Her şey olası çağrışımlarıyla yaşam bulur, dünyanın varoluşu dağıtılıp yeniden inşası üzerine kuruludur. Pokemon Go’nun potansiyeli de tam olarak bu: tek yapmanız gereken uygulamayı indirmek ve kendinizi bambaşka bir dünyada bulmak; gerçekliğin bu ışıltılı ve heyecan verici versiyonunda inanılmaz canavarlar vardır.
Sol düşünüş bunların hepsiyle ilgilenmek zorundadır çünkü son zamanların en uzun ömürlü devrimci sloganı nihayetinde “başka bir dünya mümkün” olmuştur. Marksistler olarak ‘dünyayı değiştirme’ konusuyla ilgilenmek zorundayız – yalnızca hükümet politikalarını değiştirmek ya da bir baskın sınıfı indirip diğerini koymakla değil, insani varoluş tecrübesini yabancılaşmadan kurtarıp özgürleşme üzerine kurmakla da.

1944 elyazmalarında Marx, yabancılaşmamış emekten doğan özne-nesne ilişkisini anlatıyor: Çalışmanın (emeğin) amacı demek ki insanın türsel yaşamının nesneleşmesidir: çünkü insan, bilinçte olduğu gibi, kendini sadece entelektüel bir biçimde değil, etkin bir biçimde, gerçek bir biçimde ikiler, ve böylece kendini yaratmış bulunduğu bir dünyada seyreder.” Heidegger’de ise Dasein (insan Varoluşu) Geworfenheit olarak tarif elidir; fırlatılmış-lık, hüzün verici şekilde bireyden bağımsız olarak var olan şeylerin içine atılmışlıktır.
Marx yabancılaşmadan çıkış yollarından birini, bilincin dünyada kasıtlı pratiğinde buluyor. Bu özgür, anlık, dönüştürücü pratik türsel-varlığımızda, etrafımızda sürekli gerçekleşmektedir. Çocuksu olguculuğun tüm dehşeti ve zalimliğine rağmen (ki bu arada çocukları çok yüceltmemeliyiz çünkü nihayetinde tüm oyunlarında zayıflara zorbalık yaptıkları malumdur), kaşifçilik ya da banka soygunculuğu oynayan çocuklara bakıp yabancılaşmış emeğin tatsızlığını ve kısıtlayıcılığını görecek herhalde kimse yoktur.

Pokemon Go biz yetişkinleri gerçekten çocuklara çevirseydi belki bir kıymeti olabilirdi. Fakat gerçekte yaptığı çok başka bir şey.

İtaat Et

Abdelhafit Katip, Lettrist ve Sitüasyonist Enternasyonal toplulukları üyesi bir yazar ve teorisyendi. Aynı zamanda Arap’tı. Andrea Gibbons’ın belgelerle ortaya koyduğu gibi, Katip 1958’de Paris’in Les Halles bölgesinde psiko-coğrafi bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti – fakat bu dönem, Fransa’nın Cezayir ile yürüttüğü zalim kolonyal savaşa denk geliyordu. Araplara sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu ve Katip çabaları neticesinde iki defa tutuklandı.
Hazırladığı rapor bir süre sonra yine de basıldı, son bölümünde raporu hazırlarken çektiği güçlükleri açıklayan kısa bir bölüm vardı. Fakat bu rapor Sitüasyonist metinlerin derlemelerinde genelde çıkmıyor. Katip’in Enternasyonaldeki yoldaşları, onun bulgularının teorilerine etki etmesini istemiyordu; ırksal baskı gerçeğinin işin eğlencesini kaçırmasını istemiyorlardı.

Pokemon Go’da da benzer bir problem söz konusu; yeni, eğlenceli, oyuncu dünyası, diğer, oturaklı gerçekliklerle çakışıyor; ırk, sınıf, tarih, tehlike, ölüm. Oyunculardan birinin ifade ettiği gibi, bu oyun genç siyahi erkekler için tehlikeli olabilir.

Beyazların yaşadığı bir mahallede yürüyen bir oyuncu gülen yüzlü çizgi film kaplumbağasını bulmak için aynı evin önünden birkaç defa geçebilir. Bunu yaptığı takdirde, bambaşka bir dünya çizgisi ve sistematiğine maruz kalacaktır: şüpheli davrandığı düşünülebilir, ve şüpheli davranmak genç siyahi erkeklerin ölümüne sebep olabilir.

Gerçekliklerin nahoş şekillerde çarpıştığı başka hadiseler de var: hayali yaratıkları kovalarken indiği nehirde ceset bulan kız; Pokemon oyuncularını belirli bir yere çekmek için ‘yem’ bırakan ve telefonlarını çalan silahlı soyguncular; Holokost müzesinde bulunan Koffing isimli, zehirli gaz yayan mor bir top şeklindeki Pokemon.
Pokemon Go’nun icra ettiği yeniden yapılandırdığı gerçeklik, sosyal varoluşa karşı ilgisiz ve tepkisiz; soyut ve merkeziyetçi nesnel bir fantezi. Burada problem, tanımın fantezi kısmında değil, nesnellik kısmında. Oyun bize hayali bir dünya çizseydi problem ortadan kalkacaktı fakat önümüzde gördüğümüz dünya gerçek, ve barındırdığı sınırlar bizi her yönden kısıtlıyor.

Oyunu oynarken gördüğünüz harita bir GPS haritası, bu teknolojinin kökü güdümlü füze teknolojisine dayanıyor. Google haritaların bayık gri rengi cart yeşili ise ekranın üst köşesindeki pofuduk bulutlar olmadan da yeterince dolgun ve göz yakıcı. Binalar haritada boş, minik kutucuklar olarak görünüyor. Gökdelen ya da ahır fark etmez. Oyun, dünyaya uzaydaki bir askeri uydudan bakıyor; insani hislere ilgisiz, insan yaşamına yabancı.

Çocukken oynadığımız oyunlar dünyayı bir macera olarak görür; hissi tecrübeler yeniden inşa edilir, birbirini takip eden küçük işaretler ilk bakışta görünmeyen boyutları açığa çıkarır. Bu oyunda ise tek bir boyut var: rotalar belirli, ihtimaller hesaplı, önemli noktalar işaretli ve değişmiyor. Şöyle amaçsızca bir gezintiye çıkmak ise Pokemon Go tüm bölgeyi ve haritayı bizzat kendi yaratırken mümkün değil.

Yaşadığım güneydoğu Londra bölgesinde Nijerya kiliselerinde ve mahalle manavlarında Poke Stoplar buluyorum. Tren istasyonu ise pokemonların antrenman noktası. Bu fantezi dünyasının tamamı belirli önemli noktalar etrafında dönüyor. Tekrar Heidegger’e dönüyoruz: bu, içine fırlatıldığım bir dünya.

Bu sanal gerçekliği değiştirme gücü yalnızca şirketin yöneticilerine bahşedilmiş, ve çocuk oyunlarının gücü bir posta daha ilkel birikim ve yabancılaşma süreçlerine maruz bırakılmış. Dünyamız tamamen ötekileşmiyor; bunun yerine gündelik hayatın sıkıcılığına rahatça oturan yeni bir boyut eklenmiş.

Pokemon Go oyuncularının tek yapması gereken itaat etmek. Hakiki insanlar, sanal bedenleri önlerinde sallanan yemlerle ehlileştiriliyor: şirketler müşterileri içeri çekecek oyun-içi nesneler satın alabiliyor; devlet ise bir ayaklanmayı bastırmak için muhtemelen kent meydanından uzağa yüzlerce nadir Pokemon atabilir. Oyunun yapımcıları, canları istese insanları uçurumdan aşağı atlatabilir, tren raylarında gezdirebilir, orman yangınlarının içine koşturabilir.

Sözünü ettiğimiz şey biyo-politik teknolojisi. Kitleselleştirilmiş milyonlarca insana tek bir tondan konuşan, yaşamlarımızın yönetilmesine katkıda sunulan bir şey.
Yürüyün. Mahallenizi keşfedin. Parka gidin. Etrafa bakın. Eğlenin. Pokemon Go ise baskı, otorite, boş bir evrenden gelen emirler demek. “Hepsini yakalamak için” sosyal ve siyasi ayrımları görmezden geliyor. Pokemon Go’ya direnmelisiniz.

Jacobin, Kaynak: bit.ly/29U91n5

Kaynak: Birgun.net