Biz bir toplumduk. …duk!

Artık bir “toplum” olduğumuzdan duyulan şüphenin ne kadar yaygınlaştığının kanıtı Hürriyet’in “proje”si. Bayramın ilk günü, Doğan Grubu’nun bir yıldır önemli bir proje üzerinde çalıştığını, projenin amacının ortak değerlerimizi, müştereklerimizi hatırlamak olduğunu anons ettiler. Hepimizin tanıdığı insanlar, ünlüler, kanaat önderleri ortak değerlerimizi anlatmaya başladılar.

Aykut Kocaman’ın ortak değeri “Canın sağ olsun” çok sıcak geldi bana. Eskiden“toplum”duk ve hataları, kazaları, yıkıp dökmeleri “Canın sağ olsun” diye karşılardık. Şimdi, yanlış yapanın üzerine canını almak için gidiyoruz.

Proje, bir yıl boyunca “Sahi nedir bizim müştereklerimiz” sorusuna yanıt arayarak, “15 Temmuz’da önemli oranda azalan kutuplaşma”nın (?) aşılmasına katkı sunmaya çalışacak.

Derdim projeyi eleştirmek değil, medyada onca abuk sabuk iş yapılırken, “ortak değer arayışı”nı alkışlarım bile. Ancak, ortak değerler proje değildir ve bir projeyle hatırlatıldılar diye topluluğu “toplum” yapmaya yetmezler.

Toplum oluşumuzu geçmiş zamanla “…duk” diye ifade ederken, aklımda çocukluğum, çocukluğumun bayramları var.

Kurban ve Ramazan bayramlarında; ellerimizde birer torba, kasabanın bir ucundaki evimizden çıkar, diğer uca kadar her eve girerdik. Şu eve gitme, bu eve girme denmezdi. Çocuk gözlerimiz hanelere dalıp kasabanın zenginliğine de yoksulluğuna da tanıklık ederdi. Her ev bizim ev olurdu. Kasaba koca bir ev, biz de toplum!

Bir Kurban Bayramı’nın ilk günü girdiğimiz yoksul evinde etsiz pilav yendiğini görüp de evimizde bunu anlattığımızda, cami hocalarının şimşeklerini üzerine çekme pahasına, “Bayramda herkesin pilavında et olsun” diye kurbanı bir gün önceden kesmeye başlamıştı babam. “Varsın kurban değil adak olsun, varsın biz o etten yiyemeyelim” diyerek. Etsiz pilav sofrasını kendi soframız gibi hissettiğimiz günlerdi.

Sokakta ekmeğine yağ sürülemeyen bir arkadaşın gözü kalmasın diye bizimkine de yağ sürülmeyen, yoğurt üzerine şeker serpilen günlerdi. Değerler, o kültürel iklimde, biz fark etmeden içimize işlenirdi.

İlkokuldan sonra yatılı okula gittiğimde, en yakın arkadaşlarımla ortak değerimiz yoksulluğa kızmaktı. Yoksulluğa isyanda ortaklaşırken, hızlı ülkücü olan da oldu aramızda, hızlı devrimci olan da.

O günlerden, ortak değerleri projelerle aradığımız bu günlere geldik. Geçen yıl bu zamanlar, BirGün Fikir’de, aynı soruna çok daha sivri bir soruyla parmak basmıştı Necmi Erdoğan; “Türkiye bir toplum mu?” sorusuyla.

Toplum basitçe ‘bir arada duran’ veya aynı topraklarda yaşamak ‘zorunda kalan’ insanlar topluluğunun adı değil de, bir dizi insani (siyasal, ekonomik, kültürel, ahlaki, hukuki vs.) kurucu bağ ile birbirine bağlanmış olan insanların varoluş biçimi demek ise, ‘Türkiye toplumu’ denen şeyin tutunumunu sağlayan böyle ‘pozitif’ normlar var mı?” sorusuna olumlu bir yanıt verememiş, “Türkiye toplumunu” bir arada tutan şeyin “suç ortaklığı” olduğunu söylemiş, uzun da bir listesini yapmıştı suç ortaklıklarımızın.

Kendisi veya çocuğu bedelli askerlik yapmış veya Güneydoğu’ya gönderilmemek için bin bir takla atmış olan ve fakat yoksul aile çocuğu askerlerin öldürülmesini lüks arabasının arkasına astığı bayrakla protesto etmeyi ‘ihmal etmeden’ alışveriş merkezinin yolunu tutan ve dahi orayı temizleyen Türk-Kürt emekçilere kibir ve tiksintiyle bakan insanın suç ortaklığı.

Ortak değer”ler proje değildir, ama madem bir projeyle onları arıyoruz; ben de “tutarsızlık” diyeyim. En tepeden aşağıya tüm topluma yedirilen yeni “değer” tutarsızlık.

Misal; CumhurbaşkanıSeçimle iş başına gelmek kimseye elindeki imkanları terör örgütüne peşkeş çekme hakkını vermez… Seçilmişler görevden nasıl alınır diyorlar, bal gibi de alınır” dedi ya, bu cümleden sonra “FETÖ’yü, PKK’ye IŞİD’de denk terör örgütü ilan eden siz, seçimde iş başına geldikten sonra elinizdeki bütün imkanları onlara peşkeş çeken de siz” demek akla gelmiyorsa, artık tutarsızlık ortak değer olmuştur!

Kaynak: Birgun.net