Türkiye biraz… Karakollarda, kuytularda, asit kuyularında, spor salonlarında, parklarda öldürülmüş insanların, çocukların, gençlerin, kadınların, adamların boşluğudur. Dahası… ‘O boşluğu’ ifşa edenlerin, ona karşı çıkanların, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ yozluğu ile ‘vatan haini’ ilan edildiği yerdir.

Sonra Türkiye biraz… ‘Nedense işte…’ Bir Cumartesi arifesinde, cumartesidir…

1995 senesidir… İşkenceyle katledilen Hasan Ocak’ın bedeni bulunur. İsyandır…

“Bir şey yapmalıyız” der biri… “Öylece meydanda oturalım der” başkası… Sonra bir diğerinin ağzından iki kelime dökülür: “Galatasaray Meydanı…”

Her ne olursa olsun mutlak ‘sessizliğe’ karar verilir nihayetinde.

Başlangıçtır…

95’in 27 Mayısı’nda Hasan Ocak’ın babası konuşur: “Oğlumun düğünü var!”

Ağlarken de yanarken de devam eden o sessizliği yeşil kasklı, siyah tahta coplu polisler bozar… Daha çok kadınların olduğu kalabalığa saldırmayı adet edinerek... Tuhaf bir yerdir Türkiye! Kısırdöngüdür… ‘Şiddet görmesinler’, ‘öldürülmesinler’ diyenlerin de şiddet gördüğü, öldüğü ülkedir…

Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak bu şiddeti anlatır:

“Tam 30 hafta boyunca saldırıya uğradık. 30 hafta hücrelerde tutulduk. Galatasaray Meydanı’ndaki polis dayağında; çocuklar annelerinin, anneler çocuklarının önüne geçmeye çalışırdı. Götürüldüğümüz hücrelerde, duvarlara kanla yazılan yazıları görürdük. ‘Acaba bu kan, bu yazılar bizim yakınlarımıza ait mi?’ diye düşünürdük. Çok ağır bir duygu çökerdi.”

Türkiye biraz… Cumartesi Anneleri’dir. İzlerinin kaldığı, Galatasaray Meydanı’nın sırdaşlığıdır. Maside Ocak’ın anlattığı o sırdaşlık derin bir duygudur: “Kardeşlerimiz, evlatlarımız kaybedilmemiş olsalar da yan yana omuz omuza gelebilecek insanlardık aslında. Fakat umudu aramak bizi birbirimize daha da fazla kenetledi. Bizler, sadece umudu değil, umutsuzluğu ve çok daha fazlasını paylaştık. Yoldaştan daha öte yoldaş olduk. Mezar düşlerinde ortak olduk. 21 yıldır kopmadık.”

Cumartesi Anneleri… 600. haftasında, 6 bin yılda anlatılacak gibi değildir.

Bir kutudur… Kutu içinde kutu, Türkiye’nin sırrı, kasveti, gamı, düşüdür…

İlk sivil itaatsizlik, sessizlik, oturma eylemi…

Galatasaray’da yaratılan ilk gösteri alanı… Sıkılan ilk biber gazıdır!

Türkiye; tuhaf ve içi zor dolacak karanlık bir boşluk, o boşluğa karşı çıkanların, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ yozluğu ile vatan haini ilan edildiği yerdir.

Cumartesi Anneleri ‘o boşlukta’ Bandista’nın sözleri gibi bir dehlizdir:

Benim annem pazarları uyandırmaz yavrusunu

Benim annem pazartesi demlikte bir çay tanesi

Benim annem salı günü ya hüzün ya düğün tülü

Benim annem bir çarşamba görmesen de sen aldanma

Benim annem perşembeyi iyi bilir işkenceyi

Benim annem cumaları gezer bütün kuytuları…

Hayat akarken, caddelerden insanlar geçerken… Zaman, 21 yıllık derin bir izin çentiğidir…

Cumartesi Anneleri, tarihten, hayattan, başka şeylerden kopuk olmayan bir ruh halidir. Biraz Berkin Elvan’ın yokluğu, bir parça 2007’de polis karakolunda öldürülen Festus Okey’in tabutunun baş tarafına konmuş kâğıdın utancıdır: “Gidiyoruz, teşekkürler Türkiye!”

600. hafta Cumartesi Anneleri… Ne büyük, ne kadar çok ülke öyküsüdür. Ne yazık ki değişmeyen ama alışmayacağımız Türkiye’nin ruh halinin özeti, bitmeyen soruların çilesidir:

“124 gün oldu, Hurşit Külter nerede?”

Kaynak: Birgun.net